Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Ekim '06

 
Kategori
Eğitim
 

Orhan Pamuk'u Kutluyoruz.

Orhan Pamuk'u Kutluyoruz.
 

Seni kutluyoruz Orhan Pamuk. Başarın edebiyatımıza bir Nobel kazandırdı. Doğduğun kent, İstanbul’u yazarak Nobeli getirdin bize. Bilmem kaç kez geçtimse Nişantaşı’ndan kulaklarını çınlattım hep. Biraz da kıskanarak andım adını. Ne güzel Nişantaşı gibi bir semtte, bir zenginlik içinde büyümek, çocukluk yaşamak. Senin doğduğun 1952 yılında Nişantaşı’nda Amerikan Hastanesi var mıydı bilmem. Ama özel ebelerle doğduğun sanırım kesindir. Aynı yılda doğmuşuz. 1952 yılında. Ben Sivas’ın Asarcık adlı bir dağ köyünde doğmuşum. Kim bilir belki annem doğururken sadece yanında komşu kadını vardı. Belki tarladan yeni gelmiştir ya da inek sağarken tutmuştur doğum sancıları. Oralarda ne hastane ne de ebe bulunur.

Okuduğun ilkokul Nişantaşı’nda hangisiydi bilmiyorum. Ben köyümün ilkokulunda okudum. Sen, Robert Kolejde okurken ben de Sivas öğretmen okulunda yatılı okuyordum. On sekiz yaşımda yüksek okulu okumak için geldiğimde tanıdım senin doğduğun, büyüdüğün kenti, İstanbul’u. Bu yıllarda siz de İstanbul Teknik Üniversitesi’nde mimarlık okuyordunuz. Gençliğin yurt sorunlarına yöneldiği, daha güzel bir ülke, daha güzel yarınlar için yaptığımız mücadelede 12 Mart askeri yönetimi kesmişti yolumuzu. Kimimizi tutuklamış, kimimizi hapsetmişti. Siz o yıllarda resimler yaparak renkler arasındaki dünyanızda yaşıyordunuz. Bazen adada, bazen Darıca’da, çoğunlukla da Nişantaşı’nda.

Resmi bırakıp, yazmaya karar verdiğiniz yılarda mimarlık okumaktan vazgeçmiş, iletişim okumak için İstanbul Üniversitesi’ne geçmiştiniz. Bense Hakkari, Uludere de öğretmenlik yapıyordum. Yıl 1975 di ve ikimizde yirmi üç yaşımızdaydık. Köy köy, mezra mezra dolaşarak aşiret yapısı ve ağalık düzenini araştırıyordum Hakkari dağlarında. Hakkari’den sonra Kars’a geçtim. Yedek subay olarak askerliğimi yapıyordum Sarıkamış’ta. Taştan yapıları, kesişen sokakları, yüksek yaylalardaki uzayıp giden çayırları, lapa lapa yağan karları, aylarca süren bembeyaz karlı dünyayı, atlı kızakları, Sarıkamış’ın selvi boylu çamlıklarını, Allahuekber dağlarında yaşanan dramı o yıllarda incelemiştim. Kar adlı romanın çıktığı anda kulaklarını çınlatmış, senden önce oraları yazmanın keyfini yaşamıştım.

İlk kitabın “Cevdet Bey ve Oğulları”nın yayınlandığı 1982 yılında, ülkemizdeki cunta yönetimi Yükseköğretmen Okulu’ndaki görevime son vererek, Afyon’a sürmüştü beni. Sessiz ev yayınlandığı yıllar biz askeri yönetimin pençesinde yaşama savaşı veriyorduk. Kasıp kavuruyordu askeri yönetim ortalığı. Ne aydın tanıyordu, ne gençlik cunta yönetimi. Sen o yıllar eve kapanmış Beyaz Kale’yi yazıyordun. Biz acıları azaltırken 1990 da Kara Kitap’ı koydun önümüze. Seni anlamakta zorlandık.Ayrı dünyalardaydık. Sen romanın içindeki kendi dünyanda yaşarken biz yaşamın bizdeki acılarını unutmaya çalışıyorduk. Seni anlamak için Yeni Hayat’ı yarıya kadar ancak okuyabildim. Açık yüreklilikle söyleyeyim Cevdet Bey ve Oğulları’nı okurken aldığım tadı bulamamıştım Yeni Hayat ta, sıkıldım okurken.Üstelik güneyde Anadolu’nun en güzel uygarlığı Likyalıları araştırıyordum. Harika bir doğa ve eşsiz bir uygarlığı anlatan Likya Efsaneleri adlı beşinci kitabımı yazarken denk geldi Yeni Hayat adlı kitabın.

1998 yılında Benim Adım Kırmızı ile ısıttın içimizi. İşte bu olmalı roman dedim senin için. Uzak dünyaların insanları olsak da edebiyattaki yakınlığım biraz daha artmıştı bu kitabınla. Ben bu yıllarda Ege Efsaneleri adlı kitabımla vardım raflarda.Ama sen çok hızlıydın ve transferin kaplamıştı yayın dünyasını. Edebiyat çevreleri ağırlığını çoktan kabul etmeye başlamıştı bile. Aldığın ödüller bir birini izliyordu. Çocukluk anılarını okurken seninle gezdim eski İstanbul’u.

Hep şunu düşündüm senin için. Nişantaşı’nda doğmuş, Arnavutköy’de okumuş, Beyazıt’ta düşünmüş birisinin dünyası ne kadar olur acaba diye. Ne benim gibi Kızılırmak’ta yıkanmış, ne Zap suyunda dinlenmiş, ne Likyalılara akraba olmuş, ne Ege uygarlıklarını özümsemiş, ne yemyeşil Karadeniz kıyılarında Amazonların izini sürmüş, ne Hititleri tanımıştın yazmak için.

Ne Sabahattin Ali gibi,

Dışarıda deli dalgalar, gelip duvarları yalar

....................................................................

diyerek, Sinop Cezaevi’nin duvarlarını yankılandırmıştın,

ne de Bursa Cezaevi’nde Nazım Hikmet gibi,

Bugün Pazar,

Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar,

Ömrümde göğün bu kadar geniş

Bu kadar mavi,

Bu kadar berrak olduğuna şaşarak

Kımıldamadan durdum,

Ve saygıyla toprağa oturdum.

Bu anda ne düşmek dalgalara

Ne kavga, ne hürriyet, ne karım

Toprak, güneş ve ben

Bahtiyarım” (1)

demiştin.

Nobel ödülünün açıklanmasından bir saat önce yine kulaklarını çınlattık. Halkbilimci dostum M.Sabri Koz’la birlikte İstiklal Caddesi’nde sohbetimize konu olmuştun. Bahisçilerin seni önde gördüklerini konuştuk. Nobel, Yaşar Kemal’in hakkı dedik. O varken senin Nobel alman ne yalan söyleyelim biraz fazla geldi bize. Bir saat sonra Nobel aldığın açıklanınca seni ilk kutlayan Yaşar Kemal oldu. O, büyük edebiyatçı olduğunu bir kez daha gösterdi. Sadece Yaşar Kemal değil, hepimiz kutluyoruz seni. Kapandığın odanda, kendini ve İstanbul gibi zengin bir kenti anlatarak dünyaya ulaşabildin. Türk edebiyatına Nobeli kazandırdın. Senin adında; Orhan Kemaller, Sabahattin Aliler, Nazım Hikmetler, Aziz Nasinler, Rıfat Ilgazlar, Muzaffer İzgüler, Sait Faikler, Dağlarcalar, Namık Kemaller, Melih Cevdetler, Kemal Tahirler, Fakir Baykurtlar, Talip Apaydınlar, Karacaoğlanlar, Yunus Emreler, Pir Sultanlar, Aşık Veyseller, Nefiler, Nedimler, Şeyh Galipler, Mevlanalar; içinden yetiştiğin, beslendiğin Türk edebiyatı ödüllendi.

“ Nobel edebiyat ödülünün yüz beş yıllık serüveninde, edebiyatımıza Orhan Pamuk’un yapıtlarıyla dikkat çekilmesinin önemi büyüktür. Ayrıca, Nobel edebiyat ödülünün Orhan Pamuk’a verilmiş olmasıyla, Batı’nın dilimize ve yazarlarımıza ilişkin önyargısı da kırılabilecektir. Edebiyatımızın yetkin yapıtlarının diğer dillere daha yoğun olarak çevrilmesi için yeni olanaklar doğacaktır. Yapıtlarımızın dünya dillerinde de okunacak olması genç yazarların önünü açacaktır....... Orhan Pamuk’u kutluyoruz.” (2)

Elli dört yaşında Nobel almak, çok güzel bir duygu. Azmin, sabrın, yaratmanın güçlüğüne karşın yılmadan yürümen, bütün dünyanı yazmaya ayırman seni bulunduğun yerden buralara dek getirdi. Şu anda romanlarını yazarken yaşadığın zorluklardan birini daha yaşıyor olmalısın. Nobel konuşmasını yazarken; neyi söylemeli, neyi söylememelisin, nasıl söylemelisin. Güzel bir konuşma yapacağından eminim. Biraz dolaş evin içinde. Buzdolabını aç, boş boş sokağa çık, gel. Aynı şeyleri ben yaptım. Bu yazıyı yazmak için iki gün dolaştım evin içinde. Nasıl bir kurguyla anlatmalı, kutlamalıydım Nobel alışını. Nihayet böyle bir kurguyla yazdım yazımı. Yaratma sancıları çekenler ve edebiyata gönül verenler adına senin azmini, emeğini, başarını kutluyoruz.

Hasan Barışcan

hbariscan@milliyet.com.tr

1) www.nazimhikmetran.com

2) Türkiye Yazarlar Sendikası - Cumhuriyet-14.10.2006

 
Toplam blog
: 52
: 4210
Kayıt tarihi
: 17.06.06
 
 

1952 yılında Sivas- Asarcık Köyünde doğdum. Yurdun çeşitli yerlerinde öğretmenlik yaptım. Kabataş Er..