Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Nisan '13

 
Kategori
Kitap
 

Orhan Pamuk'un "Yeni Hayatı" (1)

Orhan Pamuk'un "Yeni Hayatı" (1)
 

DANTE'NİN YENİ HAYAT'I


(Yeni Hayat, Orhan Pamuk, İletişim Yayınları, 20. Baskı, 1994)

Yahudi-Hristiyan eskatolojisinde “yeni hayat” veya “yeni dünya” terimleri ile tanrısal krallık altında, ölüm veya dirilişten sonraki bir varolma konumu kastedilir. Ancak, bu yeni yaşamda, İslam’ın mitolojik cennetindeki gibi ceylan gözlü huriler,  bilezikli gılmanlar, yeşil yastıklar, şarap ve bal ırmakları yoktur. Eskatolojik yeni yaşam teokratik bir süreç olup bunun Mesih veya Maşiyah yönetiminde bin yıl  (milenyum) boyunca “yeryüzünde” egemen olacağı öngörülür.


XIV. yüzyıl İtalyan şair Dante Alighieri’nin de “La Vita Nuova” (Yeni Hayat) isimli bir şiir kitabı vardır. Dante’nin büyük aşkı Beatrice’e adanmış şiirlerinde, aşkın gücü ile oluşan düşsel, romantik ve tutkulu yeni bir yaşam söz konusu edilir. Pamuk’un “Yeni Hayat'ında ise, bu dünyada salt kendileri için gerçek ve geçerli olan kendi yeni yaşamlarını inşa etmeye, örmeye, çalışanların başlarından geçen olağanüstü olaylar süreci kurgulanmaktadır.


İmdi, genelde insanın yaşadığı tekdüze bir yaşam vardır: Sıradan insanların yaşadıkları sıradan bir yaşam. Gerçekten, böyle bir dünyada yeni bir yaşama kavuşanlar pek ender çıkar ve azınlıktadırlar. Peki bu nasıl olabilir? Bir insan nasıl olur da yeni bir yaşama başlayabilir?

Örneğin, büyük bir servet gelir bir yerlerden, artık o kişi için bambaşka bir yaşam başlar; veya, aşık olursunuz, bu yaşantınızda bir dönüm noktası olur, acun taptaze, toz pembe görünür; yahut, günün birinde din değiştirirsiniz, yeni bir ortama girersiniz; ya da, yıllar geçtikten sonra, gerçekte bambaşka biri olduğunuzu öğrenirsiniz: anneniz, babanız sizin sandığınızdan bambaşka kimselerdir, bugüne kadar kendiniz ve çevreniz hakkında öğrendikleriniz, bildikleriniz hep yanlıştır.

Yalanlarla kuşatılmış bir dünyadan, gerçek bir dünyaya büyük tinsel çatırtılarla geçersiniz. Kafka’nın 'Die Verwandlung' (Başkalaşım) öyküsündeki gibi -bir sabah bir hamamböceği olarak uyanarak- kendi gerçeğinizle yüz yüze kalarak, başka bir varlık olarak doğarsınız. Kafka’nın söz konusu yapıtında simgesel bir boyut olsa bile, o boyut o ana kadar, yani,  değişim/dönüşüm anına kadar, gerçekle iç içe geçmiş bir sır olarak kalacaktır. İşte Pamuk’un “Yeni Hayat”ında da bu tür hermetik, kapalı öğeler, sırlar, bildiriler, göndermeler göze çarpmaktadır.

“Mısır Prensi” (Prince of Egypt) çizgi filminde de gördüğümüz gibi o devrin en büyük gücü ve uygarlığı Mısır’ın tanrısı sayılan Firavunun oğullarından biri olan Musa, nasıl ki yıllar sonra köle bir halktan geldiğini, gerçek ana ve babasının soylu kimseler değil de basit inançları olan sıradan insanlar, Apirular (İbraniler) olduklarını büyük bir sarsıntıyla öğrenir ve kaçınılmaz bir şekilde yeni bir yaşama adımı atar ise, aynı benzer durum, “Yeni Hayat”taki başkahraman için de geçerlidir.

Şöyle ki, Musa kendi öz halkının arasına döner ve yeni yaşamındaki ilk eylemi bir Mısırlıyı öldürmek olur. Kuşkusuz, bu eylemin, bilinçaltı derinliklerinde gizli, eski yaşamından intikam almaya yönelik bastırılmış derin bir öfke veya nefret dürtüsünden kaynaklandığı söylenebilir. Çünkü eyleminden ötürü hiçbir şekilde suçluluk duymayan Musa, öldürdüğü kişiyi gizlice gömdükten sonra, ceza ve yargılanmaktan kurtulmak için uzun bir yolculuğa çıkarak başka bir ülkeye, Midyan ülkesine (Hicaz) kaçacaktır. (Tevrat, Çıkış 2: 1-23)

Bu bağlamda, Pamuk’un “Yeni Hayat”ında benzer bir asimetrik yönelişi, yaklaşımı görüyoruz. Romanın kahramanı üniversiteli genç, yeni bir yaşamın peşinden koşmaya başlarken, önceden planladığı bir cinayeti işlemekten de çekinmeyecektir. Asimetrik diyoruz çünkü, Musa önce cinayeti işler, sonra yolculuğa çıkar, “Yeni Hayat”taki ismi açıklanmayan başkahraman ise önce yolculuğa çıkar, sonra cinayeti işler.

Sonuçta eski Musa, yeni kimliği ile Moşeh (Mosheh, Moşe) yıllar sonra Mısır’a geri dönecek, bağrından çıktığı, ekmeğini yediği eski ülkesini ilahi lanetlerle çok ağır bir şekilde cezalandıracak, Mısır ulusunu aşağılayacak, kendi halkını da Tanrı tarafından seçilmiş olduklarına inandırarak yüceltecek, ve onları yeni bir yaşama, yeni bir ülkeye, yönlendirecektir.

ROMANIN KONUSU

Dante’nin “Yeni Hayat”ı gibi Orhan Pamuk’un “Yeni Hayat”ı da yazarın kendi özyaşam öyküsü gibi. Romandan çok masalımsı bir öyküyü andırıyor.  Roman, başkahraman birinci tekil şahısın ağzından anlatılıyor. Romanı anlatan başkahraman, veya kısaca anlatıcı, (narrateur, story-teller) Orhan Pamuk ile bir çok yönden örtüşüyor. Yine de başkahraman/anlatıcı ile yazarı tamamen özdeşleştirmek amacında olmadığımı belirtmek isterim.

Teknik Üniversitede mimarlık okuyan, isminin Orhan, Osman veya Kenan olabileceğini tahmin ettiğim anlatıcı [Çünkü romanın başkahramanı sevgilisi Canan ile isimlerinin uyaklı olduğunu belirtir:  Orhan – Canan gibi. Bu bakımdan romanda açıkça isimlendirilmeyen başkahramanın isminin büyük olasılıkla “Orhan” olması gerek. Orhan isminin İbranice benzer seseli “Ornan” veya “Onan” dır. Ornan, “Aranuah” (sağlam olan) isminden gelir. (Tevrat, I. Tarihler 21:15) ] günün birinde bir rastlantı sonucu  -ki aslında bunun bir çeşit tezgah olduğunu çok sonra öğrenecektir-  bir kitap okumaya başlar, ve, ondan sonra olanlar olur: Tüm yaşamı değişir. Ancak, bu değişimin neden olduğu, nasıl olduğu ve ne olduğu romanda açık seçik belirtilmez. Bu bir sırdır. Kitabın adının da “Yeni Hayat” olduğu sonradan okuyucuya açıklanacaktır

Başkahraman anlatıcımız, o “sihirli kitabı” okuduktan sonra, “yabancı bir ülkenin tehlikeli sokaklarına çıkar gibi” yirmi iki yıldır yaşadığı mahallesinin sokaklarına çıktığında, hem büyük bir öfke, hem büyük bir sevinç duyacaktır: Bugüne kadar hep kandırılmıştır. Oysa, bu ülkenin çocuğu değildir o. Her şey değişmiştir. Bu topraklar onun için “yabancı bir ülke”dir. O, bambaşka dünyaların, hayatların insanıdır. Anlatıcı, sırrını ve ruhunu açacağı kişileri de “kitaptaki dünyada yaşayan gölgeler arasından” seçmeye karar verir.. Eski dünya bir süprüntüden farksızdır.

Doğduğu günden beri kendisini bu ülkede yaşayanlardan biri zanneden anlatıcı, yeni “bir hayatı, yeni bir yüzü, yeni bir hikayesi olduğunu tuhaf bir şekilde hissederek” farklı bir kimliğe kavuşmuştur. O artık “kudreti damarlarındaki asil kanda mevcut olanlardan” veya “ne mutlu falancayım diyene” diye haykıranlardan biri değildir. Tapınmak için ayak teri ve kokusu sinmiş halılarda yuvarlanmasına, takla atmasına da gerek yoktur.

Anlatıcı “nereden geldiğini bilmeden, nerede olduğunu bilmeden, nereye gittiğini bilmeden” hiç durmadan sürecek yolculuklara çıktığı takdirde, kitaptaki o büyülü, ışıklı dünyaya ulaşacağına inanmaktadır. Üç ay sürecek  tehlike, kaza ve olaylarla dolu uzun yolculuğunda birbirine benzeyen, camili, Atatürk büstlü, beyaz eşya bayili bir sürü sıkıcı kent, kasaba ve köyden geçen anlatıcı, “kendine benzeyen ötekileri” de sürekli araştırmaktadır.

Bu kendine “benzeyen ötekiler”den “melek” olarak tanımladığı Canan ve tıp okuyan Mehmet ile tanışır. Mimarlık öğrencisi Mehmet de yepyeni biri olmak için tüm geçmişini terk etmesi gerektiğini anlamış, tüm zamanını kitaba, kitaptaki yaşama adamış biridir. Mehmet, bir misyoner gibi, bu kitabı kahvelerde, otobüs duraklarında, sinema kapılarında, vapur iskelelerinde dağıtır.  

 İngilizcide “Canaan” özel isminin Türkçe karşılığı “Kenan”dır. “Kenan Ülkesi” ise Tevrat’a özgü bir deyim olup Allah tarafından İbrahim peygamberin soyuna verileceği vaat edilen ülke, vaat edilen diyar, “arzı mevut” veya cennet anlamına gelir. Günümüzde, Kenan ülkesinin bulunduğu yer  bugünkü İsrail ve Filistin devletinin bulunduğu topraklardır.


Kopyaları elden ele dolaşan bu kitabı okuyan “ruh kardeşleri”nden bazıları sapıtır, kimi yemeden içmeden kesilir, beriki canına kıymayı düşünür, kimisi kötü ruhların saldırısından korunmak amacıyla – “Omen” filmindeki papazın İncil’in sayfalarıyla odasını kapladığı gibi- “Yeni Hayat” kitabın sayfalarıyla tüm odasının duvar ve camlarını kaplar.

Kitaptan “fışkıran ışığı” aldıktan sonra “eski hayatı”nı tümden kafasından atan anlatıcı, kendisini “o ışıktan ülkede gezinirken” bulur. Pamuk, bu temayı da muhtemelen Dostoyevski’den almış olsa gerek. Çünkü, “ışık ülkesi” temasını ilk Dostoyevski’de görüyoruz. Yaşamının son yıllarında ezilen insanlara yardım etmek için “düşünce ve ışık ülkesi”ne giden yolu aramaktan ilk Dostoyevski söz etmiştir.

Buna ek olarak, anlatıcının yüzünün kitaptan çıkan ışıkla aydınlanması bizi İbrani mitolojisindeki eski bir öyküye kadar götürür: Dinsel bir kitap olmanın da ötesinde bir tarih  destanı olan Tevrat’a göre, Allah ile “yüz yüze konuşup” On Emir’i içeren taş tabletleri aldıktan sonra Musa, Sina dağından iner. Ancak, tanrısal ışıktan dolayı Musa’nın yüzü parıl parıl parlamaktadır. Öyle ki, halk ona bakamaz hale gelir. Yüzünden yayılan bu ışığı engellemek amacıyla Musa yüzünü örtmek, kapamak, gizlemek zorunda kalır. Yani yüzünü peçeyle örter.  (Tevrat, Yaratılış 34: 33-35) .

Yine “ışık” ile ilgili benzer bir olay, Fransız mistik filozof Blaise Pascal’ın yaşamında da görülür. Kitabı Mukaddes’i okurken Kutsal Ruh’ un (Ruhulkudüs, Saint-Esprit) bir ateşli ışık gibi bedenine döküldüğünü Pascal da felsefi yazılarında içtenlikle savunur. Kutsal Ruh’un insanlar üzerine dökülmesi Kitabı Mukaddes’e özgü temalardandır. “Yeni Hayat”ın anlatıcısı da kitaptan çıkan kutsal ışığın gücünün ensesinden tüm gövdesine ağır ağır yayıldığını hisseder. “Kitaptan fışkıran ışık” kendisini büyülemiştir. Ancak, romanın son bölümlerinde bu ışığın yaşam değil, “ölüm ışığı”, yeni yaşamın da ölüm olduğuna okur inandırılarak sırlar mühürlenecektir.

Anlatıcının okuduğu ve adı “Yeni Hayat” olan gizemli kitap emekli bir TDDY müfettişi tarafından, 33 muhtelif çocuk kitapçığından faydalanılarak, yazılmıştır. 33 rakamının Masonik terminolojide özel bir simgesel konumu olduğunu burada anımsatalım. Masonluktaki en yüksek mertebe Maşrıkı Azam 33.cü derecedir. İsa 33 yaşında öldürülmüştür. Öte yandan bazı inanlılara göre Tevrat 33 bölümden oluşmaktadır. Bu bağlamda, “Yeni Hayat” kitabının Kitabı Mukaddes’in Eski Ahit veya Tevratı Şerif’i simgelediği, veya, doğrudan Tevrat’a işaret ettiği sonucuna varabiliriz.

ROMAN KİŞİLERİ

Çeşitli isimler alıp birkaç kez kimlik değiştiren, roman anlatıcısının (Orhan) yanı sıra ön plana çıkan Canan ve Mehmet, ismi var cismi yok türden kişiler. Yeni yaşamı arayan bu üç yoldaştan Mehmet bir gün sokakta vurulur; “bal rengi göz”leri olan Canan da ortalıktan kaybolur. Romanda sıkça geçen bu “bal rengi göz” tanımı Halide Edip Adıvar’ın naftalin kokan romanlarında da yoğun bir şekilde göze çarpar. Romanlarında baygın bakışlı kadın kahraman olarak hep kendini anlatan Halide de gerçek yaşamında “bal rengi gözlü”ydü.

Anlatıcının, gazetedeki çıplak kız resimlerini karşısına koyup “otuzbir çekme”si ve bunun birkaç kez romanın farklı bölümlerinde yinelenmesi, romansal içerik, espri ve yazınsallık ile ilgisi olmayan gereksiz bir acarlık. Tematik ile bağlantısı olmayan bedensel edimlerin (mastürbasyon, çiş, dışkı, yellenme gibi) marifetmiş gibi satır aralarına tıkıştırılması, güya gerçekçilik (realizm) adına yapılıyor bile olsa, sevimsiz bir işgüzarlık. Tolstoy, Dostoyevski, Puşkin, Cronin gibi ünlü yazarların hangi yapıtında roman kahramanlarının mastürbasyon, çiş veya kaka yaptığından söz edildiğini duydunuz, okudunuz?

“Yeni Hayat”taki  başkahraman, Dostoyevski’nin ünlü yapıtı “Suç ve Ceza” sındaki başkahraman Rodiyon Raskolnikov gibi katildir. Raskolnikov iki kişiyi öldürmüştür. Bizim mastürbasyoncu katil ise bir kişiyle yetinir. Bizimkisi kendini “başkalarından ayırmak, herkesinkinden daha başka bir amacı olan özel biri olarak görmek” hevesinde olan, kendisiyle, çevresiyle uyuşamayan, topluma karşı nefret duyan bir kişilik olarak görüntü verir.


Raskolnikov işlediği cinayetlerden sonra kendisinin sıra dışı, üstün bir insan olmadığını görerek en büyük yanlışlığın yüceltilmiş dinsel ve siyasal önderler yaratarak bunların peşinden sürüklenmek olduğunu algılar. Gerçek insan, ötekilerden üstün tutulanlar değil, en zor koşullar altında bile yaşama ve insana inançlarını yitirmeyen, etik değerlerinde bir sapma olmadan suça direnen, başkaldırandır. Oysa, Pamuk’un romanında bu tür bir insancıl davranış ve etik bir bildiri  yok.

Romandaki en çarpıcı ve sempatik tipleme “Güdül kasabası” ileri gelenlerinden “Dr. Narin.” Tipik bir taşralı olduğu anlaşılan doktor “eşyaların içine sıkışmış zamanı” anlatırken tüm kitapların “Büyük Kumpas”ın küçük araçları olduğunu, kitabı okuyan oğlunun “hayatın bütün zenginliğine, yani zamanın gizli simetrilerine, yani eşyaların bütün teferruatına” gözlerini kapatan bir çeşit korkuya, ölüm saplantısına kapıldığını iddia etmektedir.

Kendisini arabesk-çocuksu ülkülere kaptırmış milliyetçi-muhafazakar doktorumuz, Allah’a “cihatın aracı silah ve namazın aracı saat” ile ulaşılacağına inananlardandır. Mutluluk,  mutlu olunduğu an duran bir saatle mümkün olabilecektir: Böylece mutluluk sonsuza dek uzayabilecektir. Büyük Kumpas’a karşı başarılı olabilirse Dr. Narin “yeni bir devlet” kurma hayalindedir ve Orhan’a öldürülen oğlunun yerini almasını bile önerir.

Okuyucu  kendini bir türlü bu  otuzbirci, onanist  başkahramanla özdeşleştiremiyor. Çünkü yeni bir yaşamın peşinden koşmasına rağmen düzenin çarkları arasında ezilen ve sonunda gereksiz bir cinayete kadar sürüklenecek başkahraman, halktan kopuk, halka tepeden bakan, bencil ve kibirli bir yaşam felsefesi sergilemektedir. Günümüz küresel toplumuna özgü bencil yaşam, bireyin özgür gelişimini, belki bir yere kadar sağlayabilirse de, bencillik ile kuşatılmış bir ortamın insanın gelişimine karşı ve insanın insan olabilmesine büyük bir engel oluşturacağı, bireysel özgürlüğü özdeksel ve tinsel anlamda yok ettiği ve edeceği ortadadır.

N.B. Bir cinsel sapma olan onanizm kadın partner olduğu halde aşırı şekilde mastürbasyon yapma eğilimidir. Freud, özdoyumun ortaya çıkışını en başta dış dünyanın etkisine ve çocuğun anababa cinsel ilişkisine tanık olmasına bağlar. Aşırı özdoyum patolojik bir nitelik kazanır. Dışarı boşaltma (coitus interruptus) da onanizm kapsamına girer. Onanizm, Tevrat’ta söz edilen Yuda’nın oğlu “Onan” isminden gelir. Onan evli oğlu halde özdoyum (istimna) yapma alışkanlığından bir türlü kurtulamamıştı. (Tevrat, Yaratılış 38: 6-10)

 


 

 
Toplam blog
: 129
: 1871
Kayıt tarihi
: 27.07.06
 
 

1968 yılından bu yana dinler tarihi, mitoloji, sosyoloji, antropoloji, dinbilim, teozofi, metafiz..