Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Eylül '08

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Orhan Pamuk'un edebiyatla ilişkisi benim için platonik bir aşk hikayesi

Orhan Pamuk'un edebiyatla ilişkisi benim için platonik bir aşk hikayesi
 

Orhan Pamuk tartışmalarının herbirinin altına yorum eklemektense, ayrı bir blog haline getirmeyi hem tercih ettim, bu yöntemi sanırım daha çok seviyorum.

Bu sabah özellikle okuduğum iki yazar arkadaşımızın yazılarına birer yorum ve katkı olarak da görülebilir.

Celal Çelik ve Bibliyofil.

Yazılar çok ciddi bir Orhan Pamuk savunması niteliği taşıyorlar. Keşke öyle değil de birer Orhan Pamuk değerlendirmesi olarak kaleme alınmış olsaydı, bence çok daha güçlü yazılar olurdu.

Sn. Celal Çelik, Orhan Pamuk’un sevilmezliği için şöyle bir giriş yapmış.

“Sevmeyenler, Pamuk'un Türkçeyi bilmediğini, Beyaz Kale romanının intihal olduğunu söylerlerdi.”

Bu cümlenin gerisinde konuyla ilgili bir açıklama beklenir, normalde. Ancak, Sn. Çelik konunun bu olmadığını düşünüyor olmalı ki, teğet geçiyor. Açıkçası bir edebiyatçı için yapılabilecek en ciddi eleştiri yukarıda dile getirilen şu iki yargıdır. Sn. Celal Çelik bir savunma metni hazırlar gibi yazdığı yazısında kendisinin ne düşündüğünden bizleri mahrum bırakıyor.

Nobel’den sonra Benim Adım Kırmızı isimli romanı bir kere daha okuma ihtiyacı duymuştum. Çünkü yine o Nobel için, Akademi önünde toplantı sırasında okuduğu metin beni çok fazla rahatsız etmişti. Bir sürü Türkçe yanlışı sadece beni değil, birkaç yazarı da rahatsız etmiş olacak bu metni masaya yatırmışlardı. Benim Adım Kırmızı’yı bir de bu gözle okurken, 1998 yılında ilk okumam sırasında sayısız detayı gözden kaçırmış olduğumu fark ettim.

Türkiye’de bir çok genç yazar, Orhan Pamuk’un yaptığı Türkçe yanlışları yüzünden bir kenara atılıveriyor.

Beyaz Kale olayını masaya yatıran kişi de Yalçın Küçük olmuştur. Bir kitabının arkasına eklediği notlarda intihal olup olmadığını detaylı olarak, cümle cümle, paragraf paragraf karşılaştırmış, kararı da okuyucuya bırakmıştır. Ben Orhan Pamuk’un vicdanına bırakıyorum.

Orhan Pamuk’u bir "yazar" olarak takip ediyorum. Özellikle cümlelerini nasıl kurduğu, romanlarının örgüsü beni ilgilendiriyor.

Sn. Çelik’ten bir alıntı daha yapıyorum.

“Edebiyatla fazla alışverişi olmayan sıradan insanın Orhan Pamuk'un dilini çetrefil bulmasını, kitaplarını okuyamamasını anlarım. Zaten halkımızın büyük çoğunluğunun eline bir kitap aldığında okumaya pek de alışık olmayan gözleri karıncalanır, iki sayfa okuyamadan uykusu gelir. Benim anlayamadığım, işi okuma - yazma, fikir eseri üretmek olan yazar-çizer-gazeteci takımının aynı sözleri söylüyor olmasıdır.”

Orhan Pamuk konusunda en çok ciddiye aldığım eleştirileri Fethi Naci’den okudum. Sn. Çelik’e de tavsiye ederim. Belki de okumuştur. Fethi Naci onu başta (ilk iki romanından sonra) en çok destekleyen eleştirmenler arasındayken, neden bir anda romancı bile göremez hale geldiğini bilmek gerekiyor. Fethi Naci Türkiye’de roman üzerine en çok düşünmüş kişilerden biri olarak iyi bir Orhan Pamuk analizi de yapıyor. Sanırım, Orhan Pamuk da Fethi Naci’nin verdiği dersi en çok alanlardan ve kabul edenlerden biri olmuştur.

Dün akşam son romanını okurken beni rahatsız eden başka bir şey daha oldu. Belediye bandosunun çaldığı Mozart’ın Cenaze Marşı’ndan söz ediyor, bir yerde. Kuşkusuz bütün bestecilerin bir cenaze marşı var. Mozart’ınkinin Amadeus filminin giriş temasına eşlik eden Requiem olduğunu biliyordum. Bizdeki bandolarda Mozart çalındığını sanmıyorum. Neyse…

Kuşkusuz ben de Orhan Pamuk’u kolay okuyabilenlerdenim. Zor okunabildiğini de düşünmüyorum. Ama edebiyatta her kitap okunabilir diye bir şey de olduğunu düşünmüyorum. Örneğin Cortazar’ın Sek Sek isimli romanını kaç defa başlarsam başlayayım, okuyamıyorum. Okuyamıyorum diye de dövünmüyorum.

Orhan Pamuk, Dostoyevski’nin adımlarını izleyen bir yazar. Onun gibi yazmaya, hissetmeye çalışıyor. Bu nedenle de zorlanıyor. Kar’daki havayı ben Cinler’de buldum. Ancak Kar romanıyla birlikte rahatladığını, üzerinde büyük bir ağırlık gibi taşıdığı şeyi attığını yazmıştım bundan beş yıl önce bir başka platformda.

Orhan Pamuk’un sevilmezliği, edebi kişiliğinden değil; Bibliyofil’in yazdığı gibi hiçbir yere ait olmayan politik duruşundan kaynaklanıyor. Türkiye için tabu niteliğindeki Ermeni ve Kürt meseleleri hakkında, sanki Türkiye’de yaşamayan biri gibi yorum yapmış olmasa Nobel’den sonra bu toplum onu baş tacı ederdi. Ama o kalktı, benim de çok fazla eleştirdiğim bir aydın duruşuyla Türkiye’yi eleştirdi. Ne söylediğinizle birlikte nasıl ve nerede söylüyor olduğunuz da çok önemlidir. Bu kuşkusuz Orhan Pamuk’un linç edilmesini gerektirmez. Ama bir Orhan Pamuk karşıtlığı varsa bunun gerisinde yatan şeyin politik söylemden kaynaklanmış olduğunu da görmemiz gerektiğine işaret eder.

Top yekün reddetmekle, ona sahip çıkmak aynı duruşu ifade eder. Ben her ikisinin de yanlış olduğunu düşünüyorum.

Orhan Pamuk sadece edebiyatla yatıyor ve edebiyatla kalkıyor. Edebiyata ne veriyorsa onu da geri alıyor. Onun yaşam biçimi, edebiyatla kurduğu ilişki benim için platonik bir aşk hikayesi. Çok seviyorum ama yaşayamıyorum. Bu bile Orhan Pamuk’u benim gözümde ayrı bir yere koymaya yetiyor.

Yeni kitabı ile ilgili görüşlerimi okumayı tamamladıktan sonra yazacağım.

Uzay Gökerman

Orhan Pamuk'un son kitabı ile ilgili ilk yazım:

Orhan Pamuk'ta bekâret sorunu...


Sn. Bibliyofil'in yazısı http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=131839
Sn. Celal Çelik'in yazısı http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=130200

 
Toplam blog
: 2033
: 1268
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

"Keyif verici bir yalnızlık" olarak gördüğüm yazma serüvenimin en önemli merkezlerinden bir tanes..