Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Haziran '12

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Orissa

Orissa
 

Sri Jagannath Express Puri’ye nasıl vardı hatırlamıyorum. Uyuya kalmışım bir güzel. İstasyon görevlisinin sesiyle uyandırıldığımda, trenin bomboşluğunda asılı kalıyorum bir an. Nasıl yani? Tek bir yolcu yok, tek bir satıcı yok, tek bir dilenci yok. Günün ilk ışıklarıyla renklenmiş bulutlara karşı geriniyorum kocaman, Puri istasyonunun sessizliğinde. Satıcıların, dilencilerin taarruzuna uğramamak ne büyük keyif ama...

Güneye gidiyor olmanın farkı Orissa’da başlıyor bile. Hatta daha da önce, trende başlıyor. Bihar’ın, savaş dönemini çağrıştıran köhne trenlerinden sonra, Sri Jaggannath Express, numaraları okunur tabelaları, “emergency exit” işaretleri ve paslanmaz çelik askıları ile pırıl pırıl parlıyor.

Denizin ve uzun kumsalın varlığından mı, yoksa satılması yasal olan bhang (kuru marihuana yaprakları )’dan mıdır bilemiyorum, ama Puri havası buram buram rehavet kokuyor. Öylesi bir rehavet ki sıcak verandada, beyaz kemerlerin çerçevelediği tel tel çam iğneleri arasından, deli deli köpüren dalgalara bakarak, sonsuza kadar oturabilirim hissiyle oturuyorum.

Ne çok özlemişim denizi ve dalgaların sesini... Yazık ki denizin rengi özlediğim renk değil. Nerede o denizlerin kraliçesi Ege’nin, Can Yücel’in deyişiyle “fena mavi”si?... Puri sahillerine, boz bulanık kahverengi suların dalgaları kavuşuyor. Yine de dalgaların serin serin ayaklarıma dolandığı, uzun mu uzun kumsalda yürümek keyifli, ta ki balıkçılar köyü girişindeki, köy ahalisinin umumi açık tuvalet haline getirdiği alana gelene kadar. Balıkçılar köyü birbirinin içine geçişmiş bambu ve saz evlerden oluşuyor. Tabii ki köy halkı için, yanı başlarında engin bir deniz varken, rüzgârda uçup gidecekmiş gibi duran bu evlere banyo yapmak abesle iştigal bir durum olsa gerek.

İçi oyulmuş tahta muza benzeyen, tipik balıkçı kayıkları, köy sahili boyunca renk renk, sivri sivri dizili, savaşa hazırlanmışcasına... Dalgaların savaşına... Bu yüksek dalgaları aşarak denize açılmak da, sahile varmak da balıkçıların günlük, çetin mücadelesi. Dalgaların tepesinde tüy kadar hafifmişcesine yükselerek dans eden kayıkların ağırlıkları, kıyıya vardıklarında onları kalaslarla kumsala taşıyan balıkçıların şekilden şekile giren yüz ifadelerinde belli oluyor.

Günün son ışıkları izlerini kumsaldan usulca silerken, dalgaların sesiyle özdeşleşen balıkçılar köyü, bir hareket yumağına dönüşüyor. Kayıkların ardı ardına kıyıya vuruşu, el birliğiyle kumsala taşınışı, kumlara bulanmış balıkların ayrılması, satış pazarlıklarının yapılması, dev dantel yelpazeler gibi açılarak tamir edilen balık ağlarının ertesi sabaha hazırlanması... İnsanın başını çoşkuyla saran bir yumak. Tabii ki arada, sürekli “para”, “çikolata”, “kalem” nidalarıyla dolaşan çocuklara dayanmanız gerekiyor. Onları susturmanın tek yolu, onlarla konuşmaya başlayarak fotoğraflarını çekmek.

Her akşamüstü tekrarlanan bu dinamik ritüeli tüm renkleri ve sesleriyle kendi akışına bırakıp, kumsalın daha sakin olan bölgesinde, eve dönüş öncesi son bir çay keyfi için toplanmış kumsal satıcılarının sohbetine katılıyorum. Bana da bir kadeh çay ikram ediyor sevgili Tanket. O, Puri sahillerini yirmi beş yıldır her gün arşınlayarak incik boncuk satıyor. Turistlerle konuşa konuşa İngilizce, Almanca ve Fransızca öğrenmesine öğrenmiş, ama okuma yazma bilmiyor. Tam ben, “Where is my banana queen?” (Muz kraliçem nerede?) diye sorarken, kendisi arkamda beliriveriyor. Kanak (ben ona muz kraliçesi adını taktım, başkaları ise çikita diyormuş) minyon mu minyon, güzel mi güzel, küpesi, kolyesi, bilezikleri tastamam bir muz satıcısı. O da sahilin on altı yıllık gediklisi. Muz dolu koca hasır sepeti, güleryüzlü başının üstünde o kadar zerafetle taşıyor ki sanki taşıdığı altın ile süslü bir taç...

Tabii bunca zamanı bu sahilde geçirince, Tanket ve Kanak, doğal olarak, istemeden birer sahil muhtarı olmuşlar. Hafızalarında bir yığın Puri hikâyesi. Kumsal satıcıları arasında tek bayan olan Kanak, bunca senedir onca bayın şaka yollu takılmasına alışmış, o da onlara takılıyor. Hep beraber gülüşerek ayrılıyoruz sahilden, dalgaları gecenin gizli dostluğuna bırakarak.

Sahil boyunca kişiliksizce yapılaşmış Puri, yüzünün kırışık çizgilerini merkeze ulaşan dar sokaklarda gösteriyor. Bu kaldırımsız sokakları sınırlayan evlerin girişleri sokak seviyesinden bir, bir buçuk metre daha yukarıda. Dik ve dar basamaklarla çıkılan dar verandalarda vakit geçiren yaşlılar ve çocuklar ise gemi güvertesinden bakan yolcular gibi izliyorlar geleni geçeni...

Bu yıpranmış sokakların ucundaki Puri merkezi, Jagannath Tapınağı önünde başlıyor ve de bitiyor. Lunaparkta çarpışan arabalar arasına düşmüş gibi insanı serseme çeviren bu trafik meydanından canımı kurtarmaya çalışırken Jagannath’ın gökyüzüne çarpan mimarisinin gücüyle yükseliyor ruhum. Tüm kastlara açık oluşuyla Hinduların en önemli hac merkezlerinden biri olan Jagannath’ın kapıları Hindu olmayanlara kapalı. Gün batımı puja törenleri için Hindulara yüreğini açarken, beni bir prenses edasıyla selamlıyor yüksek duvarların üzerinden. Ağır ağır koyulaşan derin maviliğin içinde, yanan ışıklarla beraber, tüm takılarını takmış bir prenses, ışıl ışıl...

Puri’ye bir saatlik mesafedeki Konark Tapınağı ise her ne kadar vaktinde Portekizler ve Müslümanlar tarafından tahrip edilmiş olsa da hala heybetli, taştan bir kraliyet... Konark (güneş açısı) Tapınağı 13. Yüzyılda öylesine konumlandırılmış ki şimdi mevcut olmayan ana kısımdaki tanrı heykeli, her mevsim, her gün, güneşin ilk ışınlarıyla uyanıyormuş. Tapınağın ayakta kalmayı başaran kısımları sembollerle dolu, muazzam bir taş işçiliği sunuyor. Yedi taş atın çektiği tapınak yirmi dört taş tekerlek üzerinde tüm ağırlığıyla yükseliyor. Her bir tekerlek güneş saati olarak sekize bölünmüş ve her bölümün içine günün ve gecenin eylemleri işlenmiş. Üç bölümden oluşan tapınak gövdesi, en altta çocukluğu temsil eden hayvan figürleriyle, ortada gençliği temsil eden cinsel içerikli sahnelerle ve en üstte yaşlılığı temsil eden tanrı ve tanrıça figürleriyle bezenmiş. Orta bölüm, bir cinsel eğitim kitabı gibi her türlü cinsel ilişki pozisyonunu ve eş kombinasyonunu sergiliyor. İnsanın en temel doğasının böylesine özgürce bir kutsal ibadet mekanında sergileniyor olması, yaşamı ve ölümü her yönüyle kabullenmeyi içselleştirmiş Hindu felsefesinin yansıması olsa gerek. Bu cinsel sahnelerle beraber, Dans Tanrıçasına ait bölümdeki rakkaselerin de oldukça erotik figürlerini işleyen taş ustalarının, vakti zamanında nasıl bir ruh hali içinde çalıştığını düşünüyorum bir yandan. Dans eden taş figürler öylesine canlı ve enerji dolu ki tapınak gerçekten de dans ediyormuşcasına kıpır kıpır. Taşların arasından sızan müzik, gökyüzünü saran helikopter böceklerinin vızıltılarına karışırken, tanrıçalar vur patlasın, çal oynasın...

2007, Orissa

 
Toplam blog
: 78
: 427
Kayıt tarihi
: 01.11.11
 
 

Yaşam yolculuğu hepimizi farklı duraklarda indiriyor. Bu duraklara varmak için çeşitli eğitimler ..