Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Ekim '15

 
Kategori
Öykü
 

Ormandaki güneş ışığı

Ormandaki güneş ışığı
 

...


Bir varmış bir yokmuş, Tanrı’nın kulu çokmuş. Onca kulun içinde bir ormanda yalnız yaşayan minik bir kız varmış. Minik kız, iyiliğiyle ünlü yüce gönüllü bir hükümdarın ülkesinde yaşarmış. Bu hükümdarın sarayının hemen yakınlarında yaşlı bir değirmencinin onlara ekmek sunmak için çalıştırdığı küçük bir değirmen ve alabildiğine uzanan ülkenin en büyük ormanı yer alırmış. Ormanın diğer ucunda da küçük kızın yaşadığı eski bir kulübe varmış.

Minik kız, her sabah henüz güneş doğmadan değirmenden gelen taze ekmek kokusuyla gözlerini açarmış. Koskoca ülkenin hükümdarıyla aynı değirmenden ekmek yediğini bilmek nedense ona farklı bir güven duygusu aşılar, gönlünü ferahlatır, yalnızlığını bir nebze olsun unuttururmuş.

Ormanı, ağaçları, çiçekleri, doğaya ait ne varsa kucaklayan, her birini birer arkadaş yerine koyarak yaşamını zenginleştiren kızın çok mutlu bir hayatı varmış. Bu nedenle, her sabah taze ekmek ve süt almaya gitmek için ormanın içinden geçmek onun için ayrı bir keyifmiş.

Neşe içinde hoplaya zıplaya giderken yolu üzerindeki böğürtlenlerle konuşup tombul ve şirin mantarlarla şakalaşmak çok hoşuna gidermiş. Önlüğünün ceplerine dallardaki fındıklardan doldurur, tavşanı için biraz da meşe palamudu toplamayı ihmal etmezmiş.

Küçük kız, neredeyse her biri birbirinin aynı, huzur içinde geçen günler yaşarmış. İşte bu günlerden birinde çınar ağacının tepesinden kendisine; ‘’Bugünkü dersimize geç kalma sakın!’’ uyarısını yapan gözlüklü Bilge Baykuş’ a neşeyle cevap verirken onu görmüş. Ormanın en yaşlılarından çınarın geniş gövdesinin altında öylece yatıyormuş. Ulu çınarın gölgesinden fırsat bulup güneş ışığının pek de giremediği belli olan yosunlu toprağın üzerindeymiş. Kızın bakışları sabitlenmiş, gülümsemesi dudaklarının kenarında öylece kalakalmış. Bir süre baktıktan sonra usulca yanına yaklaşmış.

Gördüğü şey, işlenmiş ve oldukça sağlam görünen ağaç dallarından oluşan kendi yaşlarında bir çocuk gövdesiymiş. Kız, biraz da çekinerek bu ağaçtan yapılmış çocuğun yanına çömelmiş.

Onu yakından incelerken birden aklına ormanın derinliklerinde yaşayan büyücü kadın gelmiş. Bugüne dek hiç görmediği için sevindiği ancak adını ormandaki dostlarından sıkça duyduğu büyücü kadın... Anlatılanlara göre daima siyahlar giymesinin ve korkunç görüntüsünün dışında pek de diğer büyücülere benzemeyen bu kadın, aynı zamanda iyi bir ağaç ustasıymış.

Geceleri tüm orman uykuya daldıktan sonra ay ışığının yardımıyla elindeki bastona dayanıp iki yana sallanarak yürür, sabaha dek ağaçların dallarını ve kütüklerini araştırırmış. Kendisine uygun olanları toplayarak kulübesine götürdüğü ve onları işleyerek çeşitli eşyalar hatta insan figürleri yaptığı söylenirmiş. Bu kadarla kalsa iyi... Usta büyücü, yaptığı büyüler yardımıyla da kimilerini canlandırır, tıpkı birer insan olmalarını sağlarmış. Uzun yıllardır orman sakinleri arasında bu ‘’ağaç insanlar’’ dan söz edilmekteymiş.

Tüm bunları biraz da ürpererek hatırlayan kız, son derece zararsız ve masum görünen Ağaç Çocuk’ un orada öylece yatmasına dayanamamış. Bin bir güçlükle kucaklayarak boyu neredeyse kendisinden iki karış uzun bu yeni dostunu kulübesine kadar zorlukla taşımış. Tek odalı minik kulübeyi bahçedeki birkaç odunu getirerek ısıtan kız, bir çırpıda yapıverdiği yatağa yatırmış misafirini. Yorgunluktan ve çıtır çıtır yanan odunların da etkisiyle yerde, onun ayak ucunda derin bir uykuya dalmış.

Ertesi gün, sabahın ilk ışıklarıyla canlanıp kendine gelen Ağaç Çocuk’ un ‘’Günaydın Güneş Işığı’’ diye seslenen tok sesiyle sıçramış küçük kız. Ağaç Çocuk, ‘’Bana mı seslendin?’’ diye şaşkınlıkla soran kıza, ‘’Camdan giren güneş senin üzerindeydi. Bir süre seyrettim ikinizi. Birbirinize ne kadar da benziyordunuz.’’ diye cevap vermiş.

Kız, o günden sonra kendisine ‘’Güneş Işığı’’ diye seslenen arkadaşını yadırgamamış. Aksine çok sevmiş. Ağaç Çocuk da o küçük kulübede rahat ve mutluymuş. Bir daha eski yaşamına dönmenin sözünü bile etmemiş.

Güneş Işığı’ nın yalnızken her gece canlandırdığı -belki de gerçekten yaşadığı- bir hayali varmış. Tanıdığı günden sonra bu hayaline Ağaç Çocuk’ u da dahil etmiş.

Gün boyu sobanın yanındaki tahta sandalyesinin üzerinde oturup çalışarak iki beyaz melek kostümü ve ikişer tane de kanat dikmiş. Bundan böyle her gece tek başına yaşadığı hayali tam anlamıyla gerçek olacakmış.

Nihayet akşam olup ortalık kararmış. Yatma vakti gelince Güneş Işığı her zamanki gibi yatağının kenarına ilişmiş. Bu kez yanında Ağaç Çocukla birlikte gözlerini kapatıp beklemişler. Evet, işte ikisi el ele gökyüzüne doğru yükselmeye başlamışlar bile... Gözlerini hiç açmamışlar. Ta ki yedi kat göğü aşıp meleklerin yanına ulaşana dek. Gözlerini açtıklarında etraf sanki ay ışığı ile yıkanmaktaymış. Işıl ışıl, öylesine aydınlıkmış. Kanatları birbirine değercesine meleklerin arasına karıştıklarını görmüşler. Onlarla birlikte çok hoş saatler geçirmişler. Bu gerçekten güzel bir duyguymuş. Yıllarca hemen her gece gerçekleşen bu alışkanlık, ikisini de çok mutlu edermiş.

Masal bu ya, gel zaman git zaman, Güneş Işığı gökyüzüne yükselirken elini tuttuğu Ağaç Çocuk’ ta bir ağırlık hissetmeye başlamış. O, solgun ve çok yorgun görünmekteymiş. Yüzünde, ellerinde ve vücudunda yer yer çatlaklar oluşmaya başlamış. Artık gökyüzüne çıkarken zorlanmakta, Güneş Işığı’ ndan daha fazla destek almaktaymış. Arkadaşının durumuna üzülen fakat belli etmek istemeyen küçük kız, onun bu yaşamdan ayrılma zamanının geldiğini hemen hissetmiş.

Bir sabah gözlerini açtığında küçük dostu yokmuş artık. Şaşırmamış. Sakince kulübesindeki üç beş parça eşyasını toplamış ve minik bavuluna yerleştirmiş. Ormandan ayrılma vakti gelmiş.

Kulübeden çıkmış, yürümeye başlamış. Neredeyse yolu yarıladığında birden durmuş. Gökyüzünden ayaklarının dibine bir çift melek kanadı düşmüş. Ağaç Çocuk’ un kanatları... Küçük kız, koca ormanda elinde bavulu, ayaklarının dibinde duran melek kanatlarıyla baş başaymış. Usulca omuzlarını öne doğru eğmiş ve kendi arzusuyla o da kanatlarından vazgeçmiş. Şimdi ayaklarının dibinde, diğerlerinin üzerinde bir çift kanat daha duruyormuş. Ve artık o da bir melek değilmiş.

Güneş Işığı, bir iki adım attığında, önündeki yağmur birikintisinde elinde bavuluyla kendi yansımasını görmüş. Yaşamı boyunca kendisini gördüğü en hüzünlü anmış bu. Suya yansıyan o görüntüye bakmış bakmış ve meleklerden ödünç aldıkları dostluklarını asla unutmamak üzere hafızasına yerleştirmiş.

 
Toplam blog
: 28
: 1805
Kayıt tarihi
: 31.07.13
 
 

İ.Ü Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü ..