Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Haziran '09

 
Kategori
Müzik
 

Ormanın Ardıdaki Dev Hayri Dev

Ormanın Ardıdaki Dev Hayri Dev
 

Hayri Dev'in Fransa'da afişe olmuş ve cura çalarken


                                                ORMANIN ARDINDAKİ MÜZİGİN DEVİ

Araştırmacı yazar Yusuf Erkan’la, Kibyra’da (Gölhisar)buluşuyoruz ve Çameli’ne doğru yola çıkıyoruz.  Yusuf, üç telli ısmarlamış. Üç telliyi yapan Bayram ustayla buluşuyoruz. Curanın, köyde olduğunu söylüyor. Köye gidiyoruz.

Taşımalı eğitime geçen okula giriyoruz; o da ne? İçerisi, atölye: Oyma  işinden, resim ve tabelacılığa kadarA her türlü işin ürünleri ve malzemeleri duruyor.

  H.E: “Bunları kim yapıyor?”  

  Bayram Dev :”Ben yapıyorum, hocam; Gölhisar’da görmediniz mi  bazı dükkan duvarlarına  resimler yapmıştım.

  H.E: “A! O resimleri gördüm, sizin miydi?”

Yaptığı curayı, Yusuf’a verdi. Eline alır almaz tellerine dokundu. Tiz bir ses atölyenin duvarındaki afişe taşıdı beni.

HE: “Bu afiş de ne?”

B.D:”Babam ve onun öğrencisi Medyu. “

Bu dev afişten başka bir afiş daha var, o da babasıyla birlikte çekilmiş bir köylünün resmi. Ben ve arkadaşım, onu da soracak oluyoruz, ‘gelin babam hepsini size anlatır’ diyor. Bir eve varıyoruz.  Bizi, gözleri gülen bir köylü karşılıyor. O Hayri Dev’di. Yusuf’un elindeki curayı aldı, “güzel olmuş” dedi. Tellerini konuşturmaya başlıyor ve ağzından ezgiler dökülüyor.

             Tepeliğine pullar takmış pullar,

             Savranına pullar takmış pullar,

             Kaytanına pullar takmış pullar,

   H.DEV: “Bu oyun havası, Masıt kırıkları diye geçer; çünkü köyün eski adı Masıt. Şimdiki adı Gökçeyaka.” Aradaki boşluktan yararlanıp, hemen soruyorum:

     H.E: “Atölyedeki o afişler ne Hayri ustam?”

     H.D: “Bir gün buraya, Fransız araştırmacı Jérome Clear geldi. Konuştuktan bir süre sonra beni, Fransa’ya çağırdı. Orda; afişteki adıyla, DE BOUCHE A OREILLE olan ‘Yayla müzik festivali’ne katıldım. Bundan sonra yedi defa daha Fransa’ya çağrılı olarak, gittim. Birer kez de Belçika ve Hollanda’ya gittim.”

     H.E: “Yalnız mı gittin?”

     H.D: “Hayır, Kapızlı Hasan ve  Kemancı Akkulak da  bir defalığına gittiler.”

     H.E: “Peki neler yaptınız orda, başka?”

     H.D: “Konser verdim. Birisinde, kalkıp oynadığımda, salon alkıştan yıkılmıştı. Onlarca okula ders verdim.”

     H.E:  “Nasıl yani, senin yabancı dilin var mı?”

     H.D: “Hayır, beni izliyorlardı. Film çekiyorlardı.”

      H.E: “Bir çeşit, fırsat eğitimi yani.”

      H.D: “Evet.”

      H.E: “Peki diğer afişi anlatır  mısın?”

      H.D: “O afiş Jérome  CLEAR’in eşi yapımcı Gulya Mirzoeva bu köyde  ‘Ormanın Arkasında’ belgeselini çekmişti. Bu insanlar, her yaz aylarında, özellikle öğrencim Medyu  beş yıldır, geliyor.”

          Tekrar curayı çalmaya başladı. Ve bir açıklama yaptı:

          Oğlan ve kızların karşıdan karşıya,’ boğaz ‘ havasıyla anlaşmasına örnek:

                   Ayakkabılarında  pulları var

                   Terliklerinde pulları var

          Karşıdan kızlar cevap verir:                             Oğlanın yanıtı:    

                   Öf  öf!                                                     Darılırsa darılsın;

                   Ocak başı dağıldı                                        Gelsin    bana sarılsın.

                   Gülsüm Ali’ye darıldı

       

       H.D: “Bir zamanlar, burada çok güzel bir kız varmış. Teni o kadar açıkmış ki yediği kara üzüm boynundan geçerken, görünürmüş. İşte onun için yapılmış türkü”:

               Kırmızı güller yanağında

               Yıldız çarpmış yanağında

               Kızlar gelsin yanıma

     H.D: “Yörükler Develerle taşımacılık yaparmış buralarda, Onlar için yapılmış bir kırık Deve Çanı Gaydası.””

             Develeri katar katar

              Ih desen yatar

              Çanları gavşak gavşak

              Onu çeker eşek

   H.D: “Karşı dağlardan arkadaşlar ayna tutarlardı. İşim her ne olursa olsun, bu eğlenceye katılırdım. Çok mısır ekmelerini bırakıp, gittim. Bilirsiniz, toprağın ekim tavı geçmemesi gerekir.”

        Curayı bırakıp, eline çam düdüğü alıyor. Mart ayının ilk haftasında çamın burçlarından yapılan, ney sesini andıran bu düdüğü çalmaya başlıyor. Oyma ustası ressam oğlu Bayram, curayla kendisine eşlik ediyor. Bitirince sormaya devam ediyorum.

   H.E: “Katılmasanız ne olur? Ayrıca, ezgiler neden kısa kısa?”

   H.D “Saygısızlık olur. Bir daha ki eğlenceye çağırmayabilirler. Yirmi gün sonra Bostancı Gösteri Merkezinde, programımız var. Gitmemek olmaz. Oyun havalarının kısalığına gelince;ortaya oynamaya çıkan oyuncu, diğer oyun havalarına da oynamak istediği için kısa tutulsun ki diğer oyunculara da sıra gelsin,değil mi yani.”

 H.E: “Ülkemizde katıldığın program var mı?”

 H.D: “Emre Kınay’ ın ,TRT 2 ve bölgesel TV’lerin programına katıldım. Köyüm adına kurduğum folklor ekibimle Türkiye birincisi olduk.”

 Kendisine şiir kitabımdan birini imzalayıp veriyorum, çok mutlu oluyor. Kalkıp beni öpüyor. Oğlu Bayram Dev’e de yanımda bulunan resimlerimim, fotoğraflarından, imzalıyorum.Vedalaşıyoruz. Son sözü; ‘bu güzellikler ormanın ardında  kalmasın’ diyor.

     1933 doğumlu  Hayri DEV’ in bize özel dinletisinden, sarhoş olmuş gibi ayrılıyoruz. İnsanoğlu, ilk önce bedenini kullanıp, dans etmiş, enstrümanı olmadığı için boğazından çıkan sese parmaklarıyla baskı yaparak boğaz’ dediğimiz ezgi türünü kullanmışlar. Bu gelenek Burdur yöresinde halen kullanılmakta. ‘Boğaz’,en iyi üç telli cura ile icra edilmekte olduğunu, dinleyerek gördük. Hayri Dev’in de ormanın ardında yaşayan Teke yöresinde hayatta kalmış birkaç ustadan biri olduğunu biliyoruz. Nesli tükenmek üzere olan bir değer olarak ona saygım daha da artıyor.Gerçekte n  de ormanın ardında yaşayan bir müzik devi  olduğunu düşünüyorum.Fransa ,Belçika ve Hollanda bu  otantik değerin farkına varmış ve değerlendirmiş.Umarım bu değerler yok olmadan, özellikle halk eğitim merkezleri bu ustaların önüne öğrenci koyarak çam düdüğü,  sipsi ve curada yeni ustalar yetiştirebilirler. Kendisine başarılar ve ömürler diliyorum.

14 yıl önce yaptığım bu röportajdan sonra Hayri Dev’in Avrupa yolculuğuna devam ettiğini biliyoruz. UNESCO Yaşayan Kültür Mirası onurunu verdi.

Hayri Dev’in farkı Teke kültürünü üretim ve tüketim sürecinden kaynaklanan nesnel koşulların bir sonucu olan yöre ezgilerini hiç bozmadan değiştirmeden aktarmasıdır. Yani o bir icracıdır aslında. Bestelediği, yaptığı bir türkü yoktur. Yapılanı icra eder. Eğer Avrupalı sanat adamları ayağına kadar gelip tanışmasaydılar. Eminim biz bu kadar değerlendiremezdik. Neden mi hemen kuş uçumu 25 km uzaklıkta Teke kültürüne uygun TRT ‘de 17’şer  türküsü olan ne Kadir Türen ne Emin Demirayak tanıtıldı. Belki de tek suçları 27 yıl önce ölmüş olmaları. Şu günlerde popüler olan “Erik Dalı” oyun havası Kadir Türen’e aittir örneğin. O türkü bile anonim diye sunuluyor.

      Hepsi de iyi ki bu coğrafyada yaşamışlar. Hepsi de ışıklar içinde kalsın.

  Halil Erdem

                                                                                                                             

 
Toplam blog
: 61
: 699
Kayıt tarihi
: 19.06.09
 
 

Gazi Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Kastamonu Eğitim Yüksekokulu Sınıf Öğrt. bitirdikten sonra A...