Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Mayıs '09

 
Kategori
Eğitim
 

Örnek insan, Doktor Albert Schweitzer

Çeviren: Pervin Esenkova

(1. Bölüm)

Alsace’ta, Gunsbach Köyü’nde yaşayan Albert Schweitzer, papazın büyük oğludur ve Albert yedi yaşındadır. Bir Pazar sabahıdır. Albert sevinçlidir. Çünkü Pazar günü kiliseye ailecek gidecek ve oradaki orgu dinleyebilecektir. Tam bunları düşünürken arkadaşının evden çıktığını görür ve kendisi de onun peşinden gider.

Arkadaşı Henri'ye, “Ayinden önce biraz oyun oynayalım mı?” der. Henri de “Daha eğlenceli fikrim var. Sapanını getirdin mi? Rep tepesine çıkıp kuş avlayım, ” der. Ve Albert bu fikirden pek hoşnut olmaz ama arkadaşlarıyla Rep tepesine çıkarlar. Çıkarken Albert bunun kötü bir şey olduğunu söylemek ister ama sözler boğazında düğümlenir. Söylemeden Rep tepesine çıkarlar. Arkadaşlarına öldürmenin kötü bir şey olduğunu söylerse, Albert kendisine “korkak” demelerinden çekinir. Rep tepesine çıkarlar ve artık kuş avlayacaklardır.

Nişan alırlar. Tam o sırada inanılmaz bir şey olur her taraf çan sesiyle dolup taşar. Sanki Tanrı’nın ulu sesi Albert’i durdurmuştur. Bu durum, ayin başlamadan önceki çağrış Albert’i sevindirir. Elindeki çakılı sapanı atar gibi gerip, hareketler yapınca da kuşlar uçuşur. Hanri de onu, ‘korkakların korkağı’ diye paylar ama Albert çok mutludur. Ona göre çanlar durmadan aynı şeyi söylüyordur: “Asla öldürmeyeceksin!”

Bu olaydan sonra, başkasının yargısı korkusuyla, cezalık bir şey yapmayacaktır Schweitzer. Çocukları yürüyebilecek kadar büyüyünce, dini ayine götürme adeti vardır. Hep birlikte ayine giderler. Hayalleri Albert’i çok uzaklara sürükler. Yanıbaşında oturan annesi gözucuyla, Albert’in yüzündeki ifadeye bakar. Albert hayallere kapılmıştır. Sünkü Albert’ten, “dur, otur bilmez” çocuktan eser kalmamıştır.

Annesi Albert’i çok sevmektedir. Belki bu kadar çok sevmesi onu kaybetme korkusundan kaynaklanmaktadır. Çünkü Albert, bebekken çok küçük ve cılız bir çocuktur. Misafirler, “Bu çocuk yaramaz” demekteler. Anne bunları düşünürken, bir yandan da Albert’i okşamaktadır. Albert annesinin davranışına çok şaşırmıştır. Annesi daha bu zamana kadar kimsenin yanında onu okşamıştır. Zaten bu olay biraz da sıkıcıdır.

Albert kitabının üzerine eğilerek şarkı söylemeye başlar. Papazın hizmetçisi ürkmüş bir şekilde çocuğun ağzını alışkanlık etmesin diyerek kapatır. Annesi Albert’in sıradan bir çocuk olmadığını bilir. O zamanlar büyükler çocukların düşünce tarzını geçici hevesler diyerek anlamaya çalışmazlar. Bir pazar sabahı Schweitzerler’de büyük patırtı kopar. Buna sebep Albert’in yeni pardösüsüdür. Terzinin gururla diktiği pardösüyü Albert giymek istemez. Çünkü arkadaşları bu kadar pardösüye sahip olamazlar. Bu yüzden babası onu azarlar. Fakat o, babasının iki koca tokadına ve mahzene kapatılmasına rağmen fikirlerinden vaz geçmez. Son sözü Albert söyler. Daha sonra, o sene kışın buna benzer bir hadise daha olur. Annesi onu Strasburg’a götürür. Orada, ona çok şık bir kasket alacaktır. Satıcı kız son moda şapkayı çıkarır. Annesi de şapkayı beğenir. Fakat Albert beğenmez ve arkadaşlarının taktığı gibi bir kasket ister. Satıcı ona modası geçmiş kasket getirir ve onu beğenir. Annesi çocuğun bu halinden biraz utanır tavırlarla mağazadan çıkar.

Albert kendisinin diğer çocuklardan farklı olmadığını göstermek ister. Büyükler, “O bir köylü veya işçi çocuğuna uygun olan elbiseler, papazın oğluna gitmez, ” der. Ama Albert buna katılmaz. Ona göre, niçin başkasının olamayacağı şeyler onun olsun? Bu apaçık haksızlıktır. Okuldan dönerken bir gün, Jorji yendiğinden beri buna kesin olarak inanmıştır.

O gün kalabalıktırlar. Aralarında Jorji de vardır. Jorji, Albert’den büyük ve daha kuvvetli, dediler. Albert de, “Görürüz, ” der. Ceketini çıkarır. Kavga yaparlar ve Albert yener. Kavganın sonunda Jorji, “Eğer sana verdikleri gibi, haftada iki defa bana et verseler, ben de senin kadar kuvvetli olurdum, ” der. Albert’in tadı kaçar. Ve o günden sonra, eti bol yemeklerden nefret eder. Arkadaşları gibi giyinmeye çalışır.

Köyde büyüklerle çocukların bir arada, Schweitzer ailesinde olduğu gibi, tatlı hayat sürdüğü yuvalar pek azdır. Pazar günleri tepelere geziye pikniğe giderler. Yine geziye gittikleri bir gün Albert, küfrederek, atı çeken bir adam görür. Atın bitkinlikten titremesine rağmen, adam hala yürümesi için atı kırbaçlamaktadır. Adam görmüyor mu, atın halini düşünmüyor mu? Diye, düşünür. Akşam yatağına yattıktan sonra, aklına at gelir ve “Allah’ım göklerde olan sen, yaşayan her şeyi koru ve sev. Onları ızdıraptan esirge ve onlara sakin uykular ver, ” diyerek hayvanları Allah’ın himayesine emanet eder.

(2. Bölüm)

Mektepli ve Org Öğrencisi

Albert parlak bir öğrenci değildir. Zaman zaman sonradan üzüldüğü şeyleri yapar. Hiddetli ve canlı küçük bir adamdır.

Albert yolunun üstünde, çok defa ona çok şey öğreten ve onu düşündüren büyüklere rastlar. Bunlardan biri de Moşe’dir. Bütün çocukların alay ettikleri ve sataştıkları, komşu köylü tuhaf bir Yahudi vardır. Hayvan alıp satar. İğrenç bir hali vardır. Ondan başka Musevi yoktu. Çocuklar onu gördüklerinde, dalga geçmek için arabasının etrafını çevirir ve “Moşe Moşe!” diye bağırırlar. Aslında bu durum, Albert için eğlenceli değildir. Bu davranışı, sadece arkadaşlarına uymak için yapar. Moşe, bu durum karşısında hiç bir şey demez. Hatta ona işkence edenlere babacanca gülümser. Albert bu gülümsemeyi hiç bir zaman unutmaz. O günden beri, bu Yahudi’ye hayranlık duyar ve onu gördüğünde durup, saygıyla kasketini çıkarır.

Albert’i düşündüren sadece insanlar değildir. Okumayı öğrendikten sonra kitaplar da onu çok etkiler. Özellikle onu İncil çok etkiler. Aklındaki düşünceleri ne annesine, ne de babasına söyleyebilir. Anlatamaz da. Ama düşündüklerini ifade etmenin başka tarzı da vardır: O da müzik, yani org’dur. Müzikten büyük bir zevk duymaktadır. Müzik yeteneğinin kendisine, iyiliksever bir peri tarafından verildiğini düşünmektedir.

Bir gün sınıftayken öğretmenleri öğrencilerine yeni bir şarkı öğretecektir. Sınıftaki armanyumda tek parmakla şarkıyı çalar. Albert, “Bu ses ne kadar da çirkin. Niçin buna ahenk vermeyi düşünmemişler?” diyerek öğretmenin peşinden koşar. Öğretmenine, “Şarkıya ahenk vermek lazım. Ahenk verilirse, şarkı daha güzel olacaktır, dinleyin, ” der ve sınıfa koşar. Yedi yaşındaki bu küçük yaramaz, bu basit şarkıya kolaylıkla ahenk vermiştir. Öğretmeni daha sonraki derste Albert’in çaldığı müziği tek parmakla çalamamıştır. Albert bu durumdan utanır. Çünkü başkasına çalışarak yaptığı şeyi, o kabiliyetten dolayı yapmıştır.

Albert, sadece sınıfta değil, kilisenin orgunu çalmakta da ustadır. O artık kilisenin korosunda olmakla yetinmeyecek, onlara org ile de katılacaktır. Daha başlangıçta usta bir orgcu gibi çalarken, Günsbah'daki ilk okuluna elveda der. Üç kilo metredeki Münster şehrindeki ortaokula yazılır. Bu uzun yol boyunca rahatlıkla hayeller kurabilmektedir. Hatta sınıfa geldiğinde bile hayellerine devam eder. Gördüğü güzel şeyler hakkında şiirler yazmak ister, fakat akıcı şiirler yazamaz. Resim çizmek ister. O oda olmaz. Onun için en iyisi piyanodur. Çünkü, hissettiklerini müzikle ifade edebilmektedir.

Albert 10 yaşına girdiği yıl okulunu değiştirmek durumunda kalır. Babası Albert ile ciddi bir konuşma yapar. İstikbali için Mülüz'e gidip teyzesinin yanında kalacaktır. Albert buna çok üzülür. Çünkü evden ayrılmak istememektedir.

(3. Bölüm)

Evden Uzak

Albert evden ayrılmış ve teyzesinin yanında kalmaktadır. Teyzesinin kocası okul müdürüdür. Teyzesi evlenmeden önce öğretmenmiş. Bu bakımdan evde her şey göze batmaktadır. Artık Albert istediği zaman dışarı çıkamamaktadır. Günü mecburiyetle doludur. Sabah ve öğleden sonra okul vardır. Hususi ders ve piyano zamanlarından başka, az bir vakti kalmaktadır. Boş vakitlerinde de okumayı çok sevdiği için kitap ve gazete okumaktadır. Teyzesi Albert’in gazete okumasını istememektedir. Çocuklar için cinayet hikayeleri ve tefrika romanlar iyi değil, demektedir. Bir gün yemek yerken, alay ederek kocasına anlatır. Lois, nasihatlardan sonra, “Bir çocuğun ne okuduğunu anlamak kolay” diyerek, birden Albert'e döner ve sorular sorar. Albert, soruların hepsini de cevaplar. Bunun sonunda Albert, gazete okumakta serbest bırakılır.

Albert biraz daha büyüyünce, evin disiplinini biraz gevşetirler. Albert gezmeyi çok sevmektedir. Ayrıca Albert, memleketini ve kiliseyi çok özlemektedir. Buradaki kiliseler Günbah'daki gibi değildir. Günsbah’daki gibi kiliseden, hem Protestonlar, hem de Katolikler yararlanmamaktadırlar. Orada iki mezhep anlaşmazlık olmadan kiliseyi kullanıyorlardı. Bu usul ona dinde hoşgörüyü öğretmiştir.

Aylar sonra Noel tatilinde, ailesine götürdüğü kötü karne anne ve babasını çok üzer. Ayrıca müdür tarafından Albert’e, eğer düzelmez ise bursunun kesileceği bildirilir. Burs kesilince de Albert okuyamayacaktır.

Albert, Noel tatilinde döndükten sonra Weman adında yeni bir hocayla tanışır. Albert artık dersi dikkatlice dinlemektedir. Weman sınıf öğretmeni olduğu için Albert’in tüm derslerinden haberi olacaktır. Albert, bu yüzden Weman’ı kırmak istememektedir.

Albert Paskalya tatilinde eve geldiğinde, Noel’de getirdiği karneden eser kalmamıştır.

Albert sadece lisede dikkatsiz değildir. Müzik hocası da ondan memnun değildir. Hiçbir ilerleme yapamaz gibidir. Hocası en son dayanamayıp, “Sen benim başımın belasısın!” der. Söylediği parçaları duygulu çalamaz. Son olarak Münch kederle, Mendellssohn’un eserlerinden bir defter aldı ve sevdiği bir parçayı arar. “Sana bu kadar güzel parça layık değil!” ama diyerek içini çeker. “Senin duygun yoksa sana ben veremem ki, anlıyor musun?” der. Bunun üzerine Albert birden uyanır ve hocasına çok iyi çalışacağına dair söz verir.

Ders günü gelir ve Albert parçayı mükemmel çalar. Albert’e de güven gelmiştir. Bu günden sonra müzik dersleri daha bir başka geçer.

(4. Bölüm)

Yollar Ayrılıyor

Bir kaç yıl daha geçer. İçine kapalı çocuk, fikirlerini söylemekten korkan çocuk açılmış, koca bir delikanlı olmuştur. En küçük fırsatta, her hangi bir konuda en zorlu tartışmalara girişmektedir. “Önemli şeylerden bahsetmek ve hakikati bulmak, birbirlerine yardım etmek için değilse, insanlar niçin toplanıyorlar?” diye düşünerek, fikirlerinin kendi içinde harcanmasını istememektedir.

Teyzesi ve babası onun bu görüşlerinden dolayı sürekli uyarır. Artık 16 yaşına gelmiştir ve Albert fikirlerini açıkça söylememektedir. Karakterinin sağlamlığı sayesinde, daha büyümeden bütün hayatınca muhafaza edeceği inançlarını olgunlaştırır. Yetişkinlerin sözlerini dinlerken üzülür. Çünkü onlar olgunlaştıkça, ideallerinden vazgeçmektedirler. Albert ideallerinden uzaklaşmayacağına söz verir. Küçük çocukluktan erkekliğe geçiş yıllarında, düşünceleri pek çok iyilik fikirleriyle dolup taşar.

Onu meşgul eden çok şey vardır. Mesela müzik. Artık en ünlü orgculardan biri olan Münç ile çalmaktadır. Genç çocuğun ayin sırasında orgu idare etmeyi yüklenmesi, yalnız hocasını heyecanlandırmamaktadır. Bir müddet sonra Münç’ün koroyu ve orkestrayı yönettiği büyük bir konserde, org kısmını çalmak Albert’e verilir ve Albert başarıyla orgu çalar. Artık Münç’ün kalbinde bir şüphe kalmamıştır. Eğer müziğe karar verirse, bu çocuğun parlak bir istikbali olacaktır.

Albert, müziğe sarılmakla beraber derslerini de ihmal etmek istememektedir. Tarih dersini çok sevmektedir. Küçücük yaştan beri tarihi hikayeleri kendi zevki için okuyup yutmuştur. Albert Schweitzer, Bakolarya diplomasını almak için sözlü imtihanlardan geçmek zorundadır. O gün sıradan giyinilmez, iç çamaşırının üzerine siyah ceket ve pantolon giyilirmiş. Ama Schweitzer’in ailesi kalabalık olduğu için geçimlerini zor yetiştirmektedirler. Bu yüzden Luis amcasından pantolonunu istemiş, ceket olarak da annesinin akrabasından kalan rengin gotunu giyerim, der. Sınav günü gelir ve Albert okula gider. Arkadaşları ona çok güler. Çünkü üzerindeki rengin gotu çok geniş, pantolon da çok kısadır. Albert kendi haline en fazla gülenlerden biridir. Artık sınav anı gelir. Müfettiş başkanlığında hocalar masasına oturur. Hocalar da Albert’in haline güler. Müfettiş gittikçe gaddarlaşır ve Albert’e bütün derslerden soru sorar. Halbuki soruları hocaların sorması gerekir. Bütün dersler biter ve geriye hocanın ihtisası olan Tarih dersiyle ilgili sorulara sıra gelir. Albert soruların hepsini cevaplar ve müfettiş Albert’e hayran olur. Ona iyi bir not vermekle kalmaz. Diplomasına özel başarı kaydını da ekler. Artık Albert mezun olmuş ve Üniversite talebesi olmuştur. Arkadaşları bir diploma ile yetinirken Albert İlahiyat, Felsefe ve Müzik tahsiline başlar. İlk yolculuğunu Paris’e yapar. Babasının bir arkadaşı onu davet etmiştir. Hemen meşhur Vidor'a gider. Vidor, ders almak, hemen hemen imkansız olan bir hocadır. Ne çalmak istiyorsunuz? Dediğinde, Bach, diye cevap verir. Ve çaldığında hoca Ona hayran kalır ve Onu hemen öğrenci olarak kabul eder. Arkasından, ebediyen süren bir dostluk kurarlar.

Okulunu henüz bitmiştir. Albert Alsas’a döner. Eski Üniversite şehri olan Strasburg’un İlahiyat Fakültesi’ne yazılır. Yalnız İbranice öğrenmekle ve İlahiyat derslerine devamla kalmaz. İlahiyat, Felsefe okuyor, armoni dersleri takip ediyor ve Münç tarafından tertiplenen Bach konserlerinde çalmak saadetine de ulaşır. Bu sıralar askere çağrılır. Sevdiği kitapları çantasına doldurup boş zamanlarında okur. Alaska’ya gittiği bir Pazar günü, insanlar birbirlerine yardım etmelidir, diye düşünür. Şimdi olacağı istikameti bilmekte, fakat hangi davaya hizmet edeceğini henüz kestirememektedir. Kendini, 30 yaşına kadar hayatını hazırladığı müziğe, ilme ve papazlık mesleğine vermeyi düşünmektedir.

(5. Bölüm)

Afrika’nın Çağrısı

Yerlerde bir yığın kitap vardır. Felsefe ve İlahiyat doktoru, Strasburg Üniversitesi hocası, papaz Albert Schweitzer, önce İlahiyat Fakültesi’ni, daha sonra Felsefeyi bitirmiştir. Herkes onun Felsefe isteyeceğini düşünürken, İlahiyat’tan doktorasını verir ve İlahiyat Fakültesi’nin müdürü olur.

Schweitzer, Felsefe ve din meslekleri üzerinde eserler yazmakla yetinmez. Genç yaşına rağmen birçok sahada iz bırakır. Meşhur bir alim, tanınmış bir yazar ve ayrıca büyük bir müzisyendir.

İnsanlara yardım etme vaadinden vazgeçmemiştir. Bu amaçla fakirler için para toplayan bir talebe komitesine girer. Bir gün dalgın bir şekilde odasına girer ve masasının üzerinde birinin bırakmış olduğu broşüre göz atarken iyice dalar. Bu broşürde, Kongo’nun kuzeyinde bulunan Gabon misyonerlerin adama ihtiyacı olduğundan, yerlilerin sefalet çektiğinden, bir tek doktorun dahi olmadığından ve doktora ihtiyacın çok olduğundan bahsedilmektedir. Artık Albert’in hedefi önündedir. Afrika’ya doktor olarak gidecektir. Ona ihtiyaç oradadır. Bu kararını arkadaşlarına ve ailesine söylediğinde ise, dalga geçip karşı çıkarlar.

Albert bunları görmemezlikten gelir ve Tıp Fakültesine yazılmak ister. Ama İlahiyat Fakültesi hocasının Tıp Fakültesine yazılaması mümkün değildir. Özel olarak, hükümetten sadece ders dinleyebilmek için izin alır ve Tıp Fakültesini okur. 38 yaşında hedefine ulaşır. Afrika’ya gidebilmek için hocalıktan ve papazlıktan istifa eder. Böylece bir fedakarlık daha yapar. Son yıllarda müzik adına başarılar kazanmasına rağmen, bâkir ormanda artık çalamayacaktır. Konserler çok para getirir. Bu paralarla bâkir ormana hastane yapacaktır. Hastane yapmak ve iki sene işletmek için yeteri kadar para toplar. Afrika’ya tek gitmez. Bu arada Strasburg’da hocasının kızıyla nişanlanmıştır. Nişanlısı da Afrika’ya gitmek için hasta bakıcı eğitimi alır. Gitmeden bir kaç ay önce evlenirler. Onun aklında ne İlahiyat, ne Felsefe, ne de Tıp vardır. Karısı ile gitmeden önce yiyecek, ilaç, hasta malzemeleri ve daha bin bir eşya tedarik etmek zorundadırlar. Orada bu eşyaları alabilecek yerler yoktur.

1913 Şubat ayında bir gün Albert Schweitzer, Lambarene Fransız adasına gidecek 70 sandığı hazırlar ve karısıyla bir kaç hafta sonra meçhule doğru yolculuğa başlar.

(6. Bölüm)

Beyaz Büyücü

Yerliler, Schweitzer’e “beyaz sihirbaz” derler. Lambarene onları candan karşılar. Lambarene, bol yağışlı olan ve dev ağaçları olan bir yerdir. Tahtadan evlerine yerleşirler. Ertesi sabah kendisini zenci bir kalabalığın içinde bulur. Bunlar doktoru görmek için gelmiş hastalardır. Aralarında çok hasta, beli bükülmüş zayıf ihtiyarlar, kol ve bacakları cibarla dolmuş delikanlılar, hayret verecek kadar şiş karınlı çocuklar vardır. Çocuklardan birini alır. Her yeri çıbandır. Bu kadar insana nasıl yardım edebilir? Hastane de yoktur. Bunun üzerine çocuğu tekrar annesine verir. Beklemeleri gerektiğini işaretle anlatır ve bir saat sonra yakıcı güneşin altında sıcağı unutturacak bir süratle hastaları muayene eder. İlaç dağıtır. Yaraları sarar. Karısı da kendisine yardım etmektedir. Doktor uzun zaman açık havada tedavi yapar. Ümitsizlik anında, gördüğü bir kümesi kireçler. Sandıkları oturma sırası yapar. Güneş çinkoya vurduğunda, sıcak, boğucu bir hal almaktadır. Bununla beraber tufan gibi yağan yoğun yağmurdan korunabilmektedirler.

Bir gün hastalardan birinin Fransızca bildiğini öğrenir. Onu da hasta bakıcı olarak alır ve tercüman yapar. Bu adam tercümanlığı, sahilde beyazlar için aşçılık yaptığında öğrenmiştir. Yemek terimleriyle tercüme yapmaktadır. Sol budu ağrıyor üst pirzolası acıyor gibi şeyler söylemektedir.

Doktor biraz da olsa rahatlamıştır. Artık hastane yapmak lazımdır. İki buçuk ay geçmiştir. Avrupa’daki dostlarına ve hamilerine mektup yazar. Mektupta, bu kadar kısa zamanda bir kaç hastanın iyileşme serüvenini bilmeleri gerektiğini yazmaktadır.

(7. Bölüm)

Bakir Ormanda Günlük Çalışma

Bu yerde sefalet, ümitsizlik, hastalık ve ızdıraplar vardır. Hastalarla geçen günler çabuk geçmekte olup, daha şimdiden altı ay geçmiştir. Hastane yapılmalıdır. Sadece muayene etmek için değil, tedavi olacak olan hastaların kalmaları için de hastane şarttır. Hastane yapılıyor ama buranın insanı çalışmaya alışık değildir. Dolaysıyla birçok iş doktora kalmıştır.

Bir gün bir tahtayı taşırken, bir zenciden yardın ister. O da, “Hayır, ben okumuş biriyim, ” diyerek, yerinden bile kımıldamaz. Üniversite profesörü olan Doktor, “Oh, bir de benim okumuş olmaya vaktim olsa, ” diyerek yoluna devam eder.

Halk ilaçları nasıl kullanacağını bilmemektedir. Tedavi aşamasında zorluklar çıkarır. Hastalara verdiği hapların şekerli olmasından dolayı, hepsini birlikte yutmalarından, merhemi yemelerinden korkmaktadır. Günleri çok yoğun geçmektedir.

(8. Bölüm)

Esir ve Filozof

Oradaki misyonerler ilk başlarda, Albert’in vaaz vermesini istemezler. Ama Albert, sonradan vaaz vermeye başlar ve Ayinler yaptırır.

Sene 1914 Ağustos akşamı Tamtamlar köyünden diğer köylere haber ulaşır. Habere göre, beyazların ülkesinde savaş başlamıştır. Misyonerlerin kabilesi, beyaz sihirbaza karşı savaşıyorlarmış. Yerliler bu haberden bir şey anlamazlar. Kısa süre sonra hastaneye geldiklerinde durum anlaşılır. Kapının önünde silahlı bir asker vardır. Doktoru esir almışlardır. Doktor, kimse ile konuşamaz, derler.

Doktor, artık yerlilere yardım edemeyecektir. Yeniden doktorsuz kalacaklardır. Doktor, esir oluşunun ertesi günü fikirlerini yazmaya karar verir. Adını, sonraları bütün dünyaya duyuracak eserleri yazmaktadır. Kitabında, 'Her birimizin, nefes alan her şeye sorumluluğu vardır. Biz bu sorumluluktan kaçınmamalıyız. Hayatımızı ancak, başkalarına hizmet ettiği zaman anlam kazanır. Dünya ancak, diğerlerini sevmek ve saymakla ilerleyebilir, ” demektedir. Fransız makamları orada, Ona ihtiyaç olduğunu kabul ederler ve gündüzleri serbest bırakırlar.

Harbin 2. Noel’inde yerliler doktora, ne kadar insanın öldüğünü, niçin anlaşamadıklarını ve birbirlerini yemediklerine göre, niçin bu kadar insanı öldürdüklerini, sorarlar. Doktor bir şey diyemez.

1917 yılın Eylül ayında birden ikametgahları değişir. Artık esirdir. Vapurla Fransa’ya esir olarak toplama kampına götürülür. Esaret 1918'de biter ama esaret, onların bütün kuvvetini almıştır. Albert, doğduğu yere döner. Döndüğünde, annesinin harpte hayatını kaybettiğini öğrenir. Eski kuvvetine ulaşamaz. Ayrıca para sıkıntısı da vardır. Hastane için borçlanmıştır. Bu nedenle, köyüne papaz olmayı minnettarlıkla kabul eder. 44 yaş dönümünde küçük kızları Burda dünyaya gelir. Dünya hem sanatkarları, hem alimi unutmuşa benzer. Fakat bir gün İsveç’ten Upsal Üniversitesinden “Felsefeye dair” konferans vermek üzere davet edilir. İsviçre’ye gider. Orada biraz eski kuvvetine ulaşır. Konferansta, bakir ormanda kaleme aldığı düşüncelerinden bahseder.

İsveç’te kaldığı zamanda Afrika’dan ve oradaki insanların ihtiyaçlarından bahseder. Bunun üzerine Afrika’ya para akar. O kadar ki, parası olmayan kadın, en sevdiği yün battaniyesini verir.

Avrupa’nın diğer şehirlerinde de konferans verir. Üniversiteler onu konferans vermesi için sırayla çağırırlar. Cenevre’de kendisine “fahri doktorluk” verilir. Üç sene boyunca sürekli konferanslar verir. Karısı sağlık nedenlerinden dolayı gitmez.

1924'ün yılbaşında harekete hazırdır. Tekrar hasta bakıcılarıyla Lambarene’ye ulaşırlar. Hastane kullanılmadığı için harap olmuştur. Ancak acil hastaları ameliyat edebilirler. Kendisi daha çok hastanenin inşaatıyla uğraşırken, yardımcıları hastalarla ilgilenirler. Avrupa’daki dost ve hayranlarına yardım etmeleri için mektup yazar ve yardım yağmaya başlar. Ve üçüncü haftada yeni hastane için uğraşılar başlar.

Doktorların büyük bir kısmı, hastanenin gönüllü personeline katılmıştır. Başka birçok doktor ve birçok hasta bakıcı da katılmıştır. Onlar hastalarla ilgilenmektedirler. Kendisi de hasta yakınları ve iyileşmiş hasta yakınlarıyla hastaneyi kurmaya başlamıştır. Yapılış aşamasında Albert'e Prag Üniversitesi’nden “fahri doktorluk” payesi verilir.

Artık kurak mevsimden yağışlı mevsime gelinmiştir. Bu arada yavaş yavaş hastane yükselmektedir. Nihayet 1927 Ocak’ta hastane taşınmaya başlar ve bir vapur yanaşır. Bu vapur İsveçli doktorların hediyesidir.

Doktor Pazarları vaaz vermektedir. Onun vaazına, Lambarene’nin başka bir köşesindeki insanlar, hatta insan eti yiyenler bile gelmektedir. Hastanesi, tam istediği gibi olmuştur. Akıl hastaları içinde yer vardır.

Doktor, vaazlarında herkesin anlayabileceği şekilde konuşur. Konuşmalar, tercümanlar sayesinde daha iyi anlaşılır. Adalet ve iyiliğin dışında, gerçek saadet yoktur, der.

1927 yazının bir günü, doktor dördüncü yılın sonuna girmektedir.

(9. Bölüm)

Bakir Ormanın Mimarı ve Hakimi

1924 Şubat’ının bir Cuma günü Afrika’ya gidecek gemi ile Albert, tüpler, şişeler ve boş demir kutularla dolu sandıklarla Fransa’dan hareket eder. Gümrükçülere bunların ne işe yarayacakları konusunda izahat verir ve ilaçların listesini gösterir. Gümrükçüler bu eşyalara, ticaret eşyası diye itiraz ederler. Bu itiraz yetmezmiş gibi, bir de dört çuvalda basılı bulunan mektuplara itiraz ederler. Albert, bu mektuplara cevap yazacak zaman bulamamış, sadece üzerlerine bazı notlar düşmüştür. Vapur ile yolculuk ederken, Albert bunlara cevap yazma fırsatı bulur.

Albert, Lambarene’ye indiğinde, hastaneden eser kalmadığını, her tarafı ağaçların kapladığını görür. Bütün işlere başından başlayacaktır. Bu sahne, Albert’in cesaretini hiç kırmaz. Özellikle hastane binasının üstünü kapatabilmek için, yerlilerden yardım ister, değiş tokuş yapar. Bu arada kendisine yardım etmek isteyemeyen bir yerlinin hastasına bakmayacağını söyler. Yerliler bunun üzerine O’na gülerler. Çünkü O, böyle bir şey yapamaz.

Hastane inşa edene kadar birçok hasta ölür. O zamanla yarışır ve hiçbir zaman ümitsizliğe düşmez. Onun için bir yazar, “Soğuk beyinli, sıcakkanlı adam” der. İşte onu bu meziyetleri ile demir gibi sert iradesi kurtarır. Çünkü o, hastaneyi kurmak ve hastalara yardım etmek istemektedir. Bu arada, Avrupa’dan yardıma bir genç doktor ile bir hastabakıcı gelir. Avrupa’dan istediği yardımlar da gelmeye başlayınca, Albert, büyük bir hastane yapar. Çalışmaları üzerine Prag Üniversitesi kendisine “fahri doktorluk” verir. Albert’in büyük bir cemaati vardır. Bu cemaat arasında hayvanlar da bulunmaktadır. O hayvanlarla da çok iyi geçinir. 1927’de oradan ayrılır.

(10. Bölüm)

Başkalarının Hizmetinde Bir Hayat

Gider gitmez konferanslara başlar. İsveç, Danimarka, Hollanda, Belçika, Almanya gibi ülkelerde konferanslar verir ve yardım toplar. Yine Lambarene yolunu tutar. Bu defa karısı da gelir.

Schweitzer, boş zamanlarında yine bir kitaba başlayacaktır. Yayınevine verdiği sözünü yerine getirir. Kitabı aynı vapurla göndermek üzere bitirir. Albert, sadece insanları sevmekle kalmaz, hayvanlarla da ve koşmaktadır.

Doktor bir kaç sene sonra yine Avrupa’ya gider. Yine konferanslar verir. Yüzlerce kişi oturduğu yere akın eder. Tekrar Lambarene’ye gider. Nobel Barış Ödülünü alır. Ödülünü ancak 1954 yılının Sonbahar’ında Oslo'ya eşiyle gelir ve alır. Bu ödülü yeni hastane yaptırmak için kullanır. Karısı hastalanınca, Avrupa’ya döner. Bütün bakımlara rağmen 79 yaşında hayata gözlerini kapatır.

Bu gidişler devam eder. Görüldüğü gibi son on yıllık süre içinde de, Doktor Schweitzer, hastanesi ve siyahiler için durmak, yorulmak bilmeyen çalışmalarına devam eder.

Sonuç:

Albert Schweitzer, insanlığın bir yüz akıdır. Dolaysıyla, anısı önünde saygı ile eğilinmelidir.

Hacer Özel

 
Toplam blog
: 425
: 3089
Kayıt tarihi
: 06.12.06
 
 

Gazi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi..