Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Nisan '09

 
Kategori
Tarih
 

Ortadoğu’ya Osmanlı Tarihi açısından bir bakış...

Ortadoğu’daki bugünkü yabancı etkisini anlayabilmek ve cereyan eden olayları sağlıklı bir biçimde yorumlayabilmek için özellikle yakın tarihi iyi bilmek gerekir. Olayların kökü Asr-ı Saadet’e, “Abbasiler’e ve Selçuklular’a kadar dayanıyorsa da”, bütün bir tarih yerine sadece ondan bir kesit olan Osmanlı dönemini incelemek bile insaf ve ibret sahipleri için, sanırız yeterli olacaktır. Zira, zihniyetin hiçbir zaman değişmediği görülmüştür. Papa II Urbanlar, Papaz Piyer Lermitler, Çar Deli Petrolar, Yahudi Teodor Herzl’ler dün neyse bugünde aynen öyledirler.

O Cihan devleti ki, bütün fitne ve fesadın mihraklarına karşı bağlı olduğu Yüce inanç uğruna, sorumluluk alanında yaşayan, bütün insanlar arasında din, dil, ırk, mezhep gibi hiçbir fark gözetmeden, kanı kadar para da dökerek sadece bu bölgede değil, dünyanın dört bir yanında adalet, güven ve emniyet unsuru olmuştu.

Bir bölge düşününüz ki, üç kıta arasında bulunsun, tarih medeniyet ve dinlerin merkezi olsun, petrolü, pamuğu, Nil’i, Fırat’ı ve Süveyş kanalıyla ticaret, iktisat ve askeri bakımdan daima bir numaralı önem taşısın da bu bölgenin insanı rahat bırakılsın. Mümkün müdür? Tablo işte karşımızda: bir günümüzde bütün acılığıyla cereyan eden olaylara bakınız, bir de sulh, sükun ve huzur dolu eski günlere.

Osmanlı neler yapmıştı? O İlay-ı Kelimetullah aşkına çağlar kapayıp, çağlar açan cihangir insanların yaptıklarını tek tek anlatmaya imkan var mı? Yalnız şu kadarla ifade etmek gerekirse eğer, Onlar her şeyden önce adildiler; beraberlerinde bulunanlar kendi aralarında daima merhametli, din düşmanlarına karşı ise gayet şiddetli idiler. Ve her bakımından da güçlü idiler.

Bu öyle bir güçtü ki, bugün Fransızı, İngilizi, İsraili, Rusu ve Amerikalısı ile pek çok yabancı unsurun bölgedeki icraatını, Filistin meselesini, Irak’taki iç savaşını, Lübnan problemini, kısaca Ortadoğu’nun daha doğrusu Müslüman’ın dramını daha iyi anlayabilmek için Osmanlı Devletinin sadece denizlerdeki faaliyetlerinin bir bölümüne isterseniz bakalım.

Her tersanede 50.000 işçi çalıştıran, bir anda 137 kadırgayı ve kalyonu kızağa koyup imal eden atalarımız dünyanın en büyük kalyonları ile denizler de hüküm sürmüşler. O kalyonlar ki, 3300 mürettabı ve en az 50’si 40’ar okkalık demir gülle atan “Balyemez” isimli toplarıyla birlikte birer yüzer kale misali İslam’ın denizlerde hakimi oldular.

Kendine ve inancına dokunulmadığı sürece herkesle dost olan, hatta onlara himaye ellerini uzatan Osmanlı’lar aksi şekilde hareket edenlere karşı da müsamahasız olmak zorundaydı. Atlas Okyanusundaki Azor takımadalarından, kuzeyde İzlanda, İrlanda ve İngiltere’ye kadar Rıza-i Bari için seferler yapan bu şanlı donanmanın 17 asırdaki sadece Cezayir Beylerbeyliğine ait donanması bütün İngiliz donanmasından daha büyüktü.

Öyle ki önceleri İngilizleri gözetip, koruyan Atalarımız, daha sonra Plymoth, Baltimor ve Bristol limanlarına sefer yapmak zorunda kaldılar. 1624-1631 yıllarında Sicilya adalarını fethedip İngilizlerin Amerikalılarla ile ticaretini kontrol ettiler. Bir müddet sonra da Amerika kıtasına, Kanada’ya kadar sefer yaptılar. Güneyde Hint Okyanusunun, Ekvator çizgisini aşıp doğuda Sumatru, Malezya, Singapur ve Filipinler’e kadar gittiler.

Donanma öyle güçlü idi ki, bundan iki asırdan daha az bir süre önce (1793’de) 11 gemisi Osmanlılar tarafından zapt edilen ABD’nin o günkü başkanı G.Washington çok kuvvetli bir donanma kurdurdu. Ancak sadece Cezayir donanması ile bile baş edemeyeceğini anlayarak 5 Eylül 1975’de anlaşma yaparak Osmanlı’ya düzenli olarak vergi vermeyi taahhüt etti.G. Washington ile Osmanlı Devletinin temsilcisi Cezayir Beylerbeyi Hasan Dayı’nın karşılıklı imzaladıkları “Türkçe Metinli” antlaşma 22 maddeliktir.

Almanya İmparatorunu, Venedik Doçunu, Rusya Çarını ve emsalini yıllık vergilere bağlayan Cihan Devleti asırlarca sadece ve sadece Ortadoğu’nun değil, dünyada da yardımına başvurulmak için (Fransa, İngiltere, Almanya ve Kırım gibi...)sırası geldiğinde bir hami: din ve vicdan hürriyetinin timsali, sulh ve sükunun bekçisi oldu.

Ancak bu O’na ve insanlığa çok görüldü. Harp meydanları düşmanları için çıkar yol değildi ve siyonistlerin sürekli gayretleri, bankacılığın yaygınlaşması, ticaret usullerinin değişmesi, para ayarlamaları, yeni ham madde kaynaklarına olan ihtiyaçlar... gibi faktörlerle birlikte bütün İslam dışı güçler bir araya geldiler. Israrlı gayretler birbirini takip etti. Ödemeler dengesinde bozulmalar görülmeye başlandı, israf arttı. Toplumda asırlardır bağlı bulunan değer hükümleri yerine her şeyde taklitçilik benimsenir olmuştu. Yüce hedefler yerine laleler, şiirler, saraylarda avunma hastalığı baş göstermeye başlamıştı.

Devletin unsurları olan eyaletler, valilikler, emirlikler, bölgecilik, ırkçılık, kavmiyetçilik... gibi batın icadı bölücü fikirlerle zehirlendi. Gün geldi, gün görmüş Hükümdarlarına atılan bombalar alkışlandı, gün geldi hilale karşı haç ve siyon yıldızı ile birlik olundu.

Netice de sürekli baskılar, kışkırtıcı faaliyetler ve çeşitli entrikalar ile günümüze gelindi. Osmanlı’nın ahı bir tutmaya görsün, şimdi her biri ayrı telden çaldırılan, değişik dünya görüşlerine sahip, bölük pörçük devletçiklerin oluşturduğu bir Ortadoğu çıktı karşımıza... Osmanlı gitti ama huzur bir türlü gelmedi. Ortadoğu bir türlü iflah etmedi.

Osmanlı’dan günümüze kadar Ortadoğu başı kesilmiş horoz gibi can çekişmeye devam ediyor. Egemen zulmün kendisi, koruyucusu ve kollayıcısı ABD şemsiyesi yerine, Ortadoğu insanı mutlak hakikat (zırhını) hücrelerine varıncaya kadar kuşanmadıkça ölümünden beter can çekişmeye devam edecektir.

 
Toplam blog
: 108
: 2366
Kayıt tarihi
: 05.04.08
 
 

1972 Haziranında  Eskişehir'de doğdum. Edirne'de ikamet ediyorum. Duygu ve düşüncelerimi yazıya d..