Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Nisan '11

 
Kategori
Blog
 

Ortak bahçe

Ortak bahçe
 

İnsanlar vardır… öyle güzel anlatırlar, öyle şeyler söylerler ki.. ah dersiniz ne hoş, ne kadar haktan, haklıdan yana, ne kadar da doğruları savunan bir insan. Sevgi dolu, böylesine hakka, doğruya, insana saygılı… iyi ve iyi niyetli…

Ama bir bakarsınız o aynı insanlar, bazen öyle de şeyler yapar ki, aradaki tezata şaşar kalırsınız. Örtüşmez o söyledikleriyle, yaptıkları…

Mesela bir mahalleye yeni taşınmışsınızdır, siz yenisinizdir, onlar eski... Ne siz onları tanımaktasınızdır, ne de onlar sizi. Tanışmak gerekir… Ve dostça, insanca bir temas için ilk haraket kimden beklenir, eskilerden tabi.

Gerçi bazen bu, duruma göre değişir… Zira yeni bir işe girdiğinizde mesela ilk sizden isterler bir CV, önce sizin bir kendinizi anlatmanızı beklerler. Ama patronlar tabi, diğer iş arkadaşlarınız değil.

Zaten mahallede de, hayatın doğası, günlük yaşam devam etmektedir; işe gidip gelirken, bakkalda manavda, sokakta, apartmanda bir şekilde karşılaşırsınız da mahalle sakinleriyle.

Karşılaştığınızda da karşılıklı bir sıcak selam, ve içten bir merhaba derler size, “yeni taşınmışsınız, hoş geldiniz”... Öyle demeleri beklenir. İçtenlik gerekir.

Sonrasında da derler ki belki… ben filanca, şuyum, buyum, şu işle uğraşırım, şöyleyim, evim şurda, çoluğu, çocuğu vs… her haliyle kendini anlatır biraz... Sizi duygularıyla kucaklar, yardımcı olmaya çalışır, sorar hatta bir şeye ihtiyacınız var mı… ne zaman isterseniz kapımı çalabilirsiniz… çekinmeyin lütfen, bizim bu mahallede çok iyi komşuluk ilişkilerimiz vardır, hepsi de çok değerli insanlardır.

İyi düşünceler içinde olmanıza, yeniliğin tedirginliğini ve bilinmeyenlerini üstünüzden atmanıza destek olmaya çalışır. Yabancılık hissetmeyin, siz de artık bizden birisiniz demek istemektedir… Öyle olması gerekir. İyi insanlar böyledir çünkü, o da iyi biridir ve bilir ki, iyi niyet bunu gerektirir. Yeniye kol kanat gerilir.

Aslında sadece bir “hoş geldin” demek bile, o yeni gelene, ben iyi, iyi niyetli, müşfik, olgun medeni bir insanım anlamına gelir… bunu ve kendini anlatır şu iki kelimecikle…

Böylece herkes kendini anlatmaya başlar… tanışmak odur zaten… anlatacaktır ki, eskiler yeniyi, yeni de eskileri tanısın, herkes kendini de tanıtsın.

O arada sorular da sorulur tabi karşılıklı, ya da sorulmalıdır, “doğru” tanımak için… Onlar sizi, siz onları daha iyi anlamak, bilmek için. Genellikle de öyle olur… doğrusu budur çünkü, “yanılmamak” için. İyi ve bilen insan bilir ki, iyi niyetli bir insan da böyle yapar ancak. Hem şunu da bilir: ya yeni gelen, “siz elinizi uzattınız da ben mi tutmadım” derse… kalkılamaz altından…

Onun için herkes de kendini hep “iyi” anlatır zaten… kendi hakkında kötü birşey söyleyene veya söyletene rastladınız mı? Ben pek rastlamadım şahsen… belki çok özel koşullarda çok ender. O nedenle de söylediklerine değil, yaptıklarına bakılır asıl insanların, kendilerini anlatmaları, ve onları tanımak için.

Çünkü hiçbir şey HERŞEYİYLE sadece O AN anlanamaz.
Hele de “ilk anlarda” hiç anlanamaz… Zira hayatın içinde öyle bazı gerçekler ve durumlar vardır ki, anlamaya çalışmadan, onları anlamak zaten mümkün değil.

Mesela, mahalleye yeni gelen siz olmanıza rağmen, sokakta karşılaştığınızda onlardan beklemeden, önce siz selam verip bir tebessüm yollamış da olabilirsiniz. Ve o tebessümle bile kendinizi bir parça anlatmış da olabilirsiniz, kendiliğinizden.

Ama ya onlar sizin bu içten ve kendiliğinden tebessümünüzü, ve o tebessümle anlattıklarınızı görmezden gelir, hatta gördüğü halde kafasını çeviriverirse mesela… veya hatta tebessümün bile ne kadar saçma, anlamsız, gereksiz, boş bir şey olduğunu ifade edercesine bir havalarda şöyle bir tepeden bakıp size, geçip gidiverirse yanınızdan… ya da bu şimdi bize niye selam verip tebessüm etti ki böyle gibilerinden bir hale girerse… ve de bıktık yani, hep selam, hep tebessüm ne bu böyle tekrar tekrar derlerse... ne hisseder, ne düşünürsünüz o anda ve öyleleri hakkında?

Hatta bunun daha da ötesi olabilir… hani o hoş geldin diyerek aslında size kendilerinin ne kadar iyi, iyi niyetli, müşfik, olgun ve bilir/medeni olduklarını anlatan insanlar… size ilk hoş geldine evinize geldiklerinde, birileri çıkar da ay bu koltuk çok çirkin, hem yüksek... oturamadım, başka koltuk yok mu bu evde derse… veya aman ne kadar çok eşyanız varmış ev üstümüze yıkılıyor sanki, çok boğucu derse… ya da ay şekerim 14 gün oldu siz geleli 8 kere kuaföre gittiniz, bunun 6 sında da bizim mahallenin kuaförüne gitmişsiniz, 18 kere bakkala, 1 kere kasaba, 13 kere de manava gitmişsiniz…

Alakaya dikiz! Ne düşünürsünüz bu durumlarda? Mesala ben en sonuncusu için… “Hmm en iyi ihtimalle bu da bu mahallenin çetele tutucusu anlaşılan… Seyr-ü sefer saymanı!” derdim herhalde. Dediğim gibi en iyi ihtimalle tabii… yoksa bundan başka asıl daha neler neler düşünülür, hissedilir böyle durumlarda, eminim tahmin edersiniz.

Üstelik böyle diyebilen birileri bir de dese ki mesela, aslında yan sokaktaki kuaför daha iyi, burdaki kuaför bizim kuaförümüz, siz oraya gitseniz. Hem siz gittiğinizde bi de öyle uzun kaldınız ki... :)

Şunlar geçmez mi aklınızdan...
Pardon ama… siz? biz?
Hem… Alla-al la’…
Sana ne…
Bir keyfim var, bir de kahyası
İster o kuaföre giderim, ister başka yere
Hatta gerekmiştir kısa kalırım, gerekir uzun
Bu mu kaldı tek sorunun?

Hatta bir düşünürsünüz şunu demek istemişlerdir belki de
Kuaföre gitmeyi bilmiyorsanız kuaföre gitmeyiniz!
Hele bizim kuaföre hiç!
Aneyyy bi yaşıma daha girdim,
Komediye bakar mısınız,
Onların kuaför kuaförse madem,
Niye gitmeyeyim, ben de bu mahallede olduğuma göre?
Hem ayrıca,
Saç nerede yaptırılır peki, kasapta mı?
Koyun can derdinde, kasap et derdinde
Sen neyin derdinde
Hani olsa dükkan senin
Ama öyle değil işte…
Ve de kuaföre gitmenin adabını sen mi biliyorsun şimdi şu halinle
Bu ne fütursuzluktur, hatta ne gaflet ve neye delalet
Ne bu cüret!
Bu ne kendin bilmez, haddin bilmez,
İnsanı, doğruyu, hakkı da bilmezliktir böyle
Ve tabii ki iyiyi kötüyü de…
Demez misiniz?

Yok ama demek ki, herhalde siz bize fazlasınız diyorlar.
Ya da siz bize uygun değilsiniz.
A-a… ne çabuk da karar verdiniz
Müneccim misiniz?
Oysa onlar değil miydi, hoş geldin diyen o iyi insanlar
E hani nerde kaldı o zaman iyilik, misafirperverlik,
Hatta evimde bile işiniz ne o zaman?
Hani siz değerli, olgun, bilir, görgülü, medeni insanlardınız
Sevgi dolu, insana saygılı, paylaşımdan haktan yana?
Hatta insanlar arasında ayrım bile yapmazsınızdır eminim siz
Olsun, bu mahallede size yer yok mu diyorsunuz yani…
Oysa burdayım işte… neye dayanarak yer yok?
Hangi hakla?
Ve yine hangi makbul veya hakça nedene dayanarak?
Bencilliğe ve absürdlüğe bakar mısınız…
Yani böyle bir duruma tek bir ad koymak ne mümkün?

Mesela yani… insanların dedikleriyle, yaptıklarının ne denli farklı olabildiğini anlatmak için diyorum… Bir de eskiler-yeniler sorunumuz var ya burda malum.. o nedenle…
Senaryoya devam edelim:

Aslında zaten, saçlarını yaptırma!
Demeye getiriyorlar yekten
Hadddi yaavvv, bak sen…
Sizden izin mi alacaktım
Hem, bi dakka bi dakka
Sen kimsin ki?
Kendini ne sandığını cidden pek bi merak ettim.
Ya da beni ne sandığını??
Onun için de zaten bazılarını çetele memuru olarak düşünürüz de,
Bazılarını da lüzumsuz işler müdürü, ya da başka şeyler…
Birileri kendi kendini bu görevlere kendiliğinden tayin etmiş ki anlaşılan
Kendilerini de buna hakkı var görmüşse, ki öyle
Onlar da bütün bunları hakediyor demektir
Başka ne düşünülebilir?
Ve buna ne denir?
TDK Büyük Türkçe Sözlük’te yazıyor aslında adı
Ama ben burda söylemeyeyim şimdi en iyisi

Fakat bu arada çok ilginçtir…
Sohbetin aralarında bir yerlerde de derler ki mesela
Burası bir ortak bahçedir.
Haydaaa tut kelin perçeminden
Pardon ama nesi ortak?
Hani nerde böyle bir anlayış?
Öyle düşünmediğiniz ortada işte…
Hem bizim kuaföre gitme diyebil
Hem bizim, sizin… eskiler, yeniler, genç, yaşlı diye böl, ayır
Var mı bunda bir zerafet, izan, ölçü, hakkaniyet, feraset…
Bu mu sizin ortaktan anladığınız?
Ve üstelik bir de o ortak bahçede
Ağaçlara benzetirler ki insanları,
Çok da yerindedir
Aynen katılıyorum ben de
Ve kendileri de birer ağaçtır zaten
Öyle anlatırlar, meyve verirler, hem de ne değerli,
Hep iyi, iyi niyetli ve doğru şeyler üreten
Haktan, haklıdan yana, haksızlığı yeren,
Yanlışı kötüyü haksızlığı eleştiren,
Demokratik, insanlardır onlar
Tıpkı ağaçlar gibi, iyi, faydalı, verimli
Ağaçlar kadar köklü, saygın, onurlu,
Kutsal, dimdik dopdoğru… doğaya, insana koruyucu!
Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu…

Şaka gibi yavv:))

Ama evet, ağaç!
Kesinlikle katılıyorum
Ağaç demeliyim belki ben de
Ağaç işte
Ağaçlar da çeşit çeşit…
Çınar, palamut, gürgen, kayın, meşe…
Çam, ardıç, kavak, servi, salkım söğüt, palmiye…
Sedir..!
Bonzai, bonzai!!
Kaktüs!!!
Hatta zakkum bile bir ağaç
Ne kadar da güzel görünür dışarıdan
Çiçekleri kocaman kocaman
Güpgüzel pespembe ya da renk renk
Oysa…
Zehirli!

Evet, insanlar da tıpkı ağaçlar gibidir
Ama bazan kurtlar sarar, yılan dolanır o ağaçların gövdesine
Ve gelir taşlar onu iyi birileri
Taşladığı kurtlardır, yılandır çünkü, ağaç değil.
Ağaca ve bahçeye zarar vermesin diye…
Ağaçlar bunu bilir…
Eğer bilmiyorsa, zaten ağaç değildir!


Filiz Alev
12.04.2011 

 

 
Toplam blog
: 157
: 3152
Kayıt tarihi
: 03.03.11
 
 

Ekonomistim, emekliyim. İki evlat annesiyim. Müzikle ilgilenirim, bestelerim vardır. Düşünürüm, a..