Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Mayıs '12

 
Kategori
Güncel
 

Ortak mal bilinci

Urfalılara yakıştırılan bir fıkra var... İngilizlerin Urfa’yı işgaliyle ilintili...

İşgalin başladığını duyan köylüler ağanın konağının önünde toplanmış ve ağalarına seslenmişler;

-Ağa ağa, gurbanın olak ağa, İngilizler torpahlarimiza girmiş, n’edek?”

Ağa;

-Dogri söylersiz, dogri söylersiz ema, bu torpahlarin bir sahebi var; dövleti var, hökümatı var, behçisi var; elbet bi çarasına bahar!”

Aradan bikaç gün geçer. Herhangi bir hareketlilik görmeyen köylüler, ağanın kapısını bir daha çalarlar;

-Ağa ağa, duşman, şehre dogri ilerliyo; ya vallah bi çare!”

Ağa yine;

-Dövletin askeri var, behçisi var... Biz ne yapah? Mukadderat neyse o olur!”

Üç - beş gün bekleyen ve yine bir tepki görmeyen köylüler ağanın kapısına dayanır;

-Ağa ağa, habarın ola, duşman isot tarlalarına girmiştir!”

Hemen dışarı fırlayan ağa, öfkeyle bağırır;

-Demek eyle ha!.. Herkes tüfengine sarılsın! Cihad, bütün Muhammed ümmetine farz
olmuştur. Hücummm!..”

* * *

Bu fıkranın işgal dışındaki bölümü bir yakıştırma olsa gerek. Anlatılmak istenen, Urfalıların acı bibere düşkünlüğü; Urfalıların acı biberi çok sevdiğidir. Ne var ki, fıkranın başka bir anlamı, hem de önemli bir anlamı daha vardır. O da, fıkradaki ağanın, kendi tarlasından başka bişeyi, hatta kendi acı biberinden başka bişeyi düşünmediği; ortak mal bilincinin, ortak yurt bilincinin olmadığıdır. O bilince sahip olmadığı gibi; o günün İstanbul hükümetinin ve padişahının neyle meşgul olduklarından, kimin oyuncağı durumunda olduklarından da haberi yoktur.
* * *

Bizim insanımızın (varsılının da yoksulunun da, kentlisinin de köylüsünün de) evi, avlusu, bahçesi tertemiz, pırıl pırıldır. Sofrasına oturup ekmeğini paylaşabilirsiniz. Mis kokulu yataklarında uyuyabilirsiniz. Aklınıza kir - pas gelmez, bit - pire gelmez.

Ama bu tertemiz insanlarımızın, aynı özeni yaşadığı semtlere, köylere, kentlere, çevreye gösterdiğini söylemek zor. İrili ufaklı yerleşim birimlerindeki yol kenarları, evlerin önleri, evlerin arasında nasıl kalmışsa kalmış olan tek-tük boş alanlar, evlerin arasından geçen dereler kağıt ve kartonlarla, plastik ve cam şişelerle, teneke kutularla, naylon torbalarla doludur. Ağaçlıklar, pınar başları, akarsu ve göl kıyıları, piknik alanları da birer çöplük görünümündedir.

Doğamız ve çevremiz akıl almaz bir bilgisizlik ve duyarsızlıkla kirletiliyor.

Evine, avlusuna gözü gibi bakan bu temiz insanlar, evden çıkınca bambaşka oluyorlar. Ürettikleri çöpleri sağa-sola atmakta bir sakınca görmüyorlar. Uyarmaya kalksanız da boşuna. “Belediyenin işçisi mi yok!” diyorlar.

Ha fıkradaki Urfalı ağa, ha bunlar!.

Bu temiz insanlar, “benim” diyebildiklerine gözleri gibi bakıyorlar; seviyorlar ve koruyorlar. Ama ne yazık ki, “bizim” olandan habersiz. Sahip çıkması gereken ortak mallarını sevmiyor, korumuyor. Ortak mal bilincinden yoksun.

Bu yanlış anlayış ve tutum yalnız yerel ve bölgesel düzeyde değil, ulusal ve küresel düzeyde de sergileniyor. Oysa yollarımız, pınarlarımız, derelerimiz, çaylarımız, ırmaklarımız, göllerimiz, denizlerimiz, otlaklarımız, koruluklarımız, yaylalarımız, ormanlarımız, dağlarımız, tepelerimiz, kayalıklarımız, bizimdir. Geçmişin izleri, kalıntıları bizimdir. Toprağımızın altındaki de üstündeki de bizimdir.
Ortak mallar ortaklaşa kullanılır. Ortak mallardan ortaklaşa yararlanılır. Ortak mallar gezilir, görülür, sevilir. Ortak malları korumak herkesin görevidir.

Etliye sütlüye karışmayanlar, nasıl etsiz ve sütsüz kalırsa; ortak mallara sahip çıkmayanlar da, günü gelir, hayvanını otlatacak otlak, kum getirecek çay, avlanacak dağ, yüzecek göl, balık tutacak deniz bulamaz.

Daha kötüsü, yurt bulamaz...

Ortak mallara kimse benim diyemez, dememeli. Ortak malları kimse satamaz, satmamalı. Ortak malları kimse kiraya da veremez, vermemeli.

Ama bizim yurdumuzda bütün bunlar oluyor. Topraklarımızın altındakileri sattılar; bitti. Şimdi de üstündekileri büyük bir gayretle satıp bitirmeye uğraşıyorlar.

* * *

Geçen yıl bizim dağa çıktım. Bir tel örgü gördüm dağın başında. Bir başka gün bir köye gidiyorduk arabayla. Yol üstündeki yamaçlarda tel örgüler gördüm. Uzakta harıl harıl bir buldozer çalışıyordu. Ne olduğunu sordum. Meğer dağımızı ve meralarımızı 49 yıllığına “kiraya” vermiş hükümet! Kimin aklına gelebilir bu! Hayvanları otlatacak yer kalmadığını söylediler. İlçemizin alt yanından geçen çayın üstüne HES kurmuşlar. Su kurumuş. Koca çay bir kuru dereye dönmüş. Gürül gürül akan koca çay sus-pus olmuş. Ne balık, ne de başka canlı kalmış. Çayın karlı, köpüklü suyundan içen çınarlar, dişbudaklar kurumuş. Çay kıyısındaki köylüler, picamalı çay karpuzu yetiştiremiyormuş şimdi. Çay, kum da üretmiyormuş artık. Ev yaptıranlar daha uzaklardan ve daha pahalıya kum getirtmek zorunda kalıyormuş.
Şaştım kaldım!.. Nasıl olur, diye öfkelendim... “Devlet var, hükümet var!” dedi yanımdakiler. Devletin ve hükümetin ne yaptığından habersizdiler. Devletin ve hükümetin kimin çıkarı için çalıştığından habersizdiler.

Ha Urfalı ağa, ha bunlar!..

Mehmet Karakuş

 

 


 

 
Toplam blog
: 6
: 1437
Kayıt tarihi
: 15.05.12
 
 

1955 doğumluyum. Evliyim. Özgür adında bir kızım, Umut ve Ufuk adında iki (ikiz) oğlum va..