Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Eylül '08

 
Kategori
Deneme
 

Ortak payda

Ortak payda
 

Asırlar önce denizin sularına gömülmüş kayıp bir kentti yaşadığım yer. Hani çok öncelerde, daha suyun altında can çekişmiyorken hiçbir beden ve hiçbir ruh… Hani daha her şey yerli yerindeyken. Hani o kadar önce ki yüreğime o ilk çizik atılmamışken mesela. Ben daha babasının elinden tutan o küçücük kız çocuğuyken daha. Düşünemezdim o zamanlar babamın dalıp gitmelerinin altında yatan o sıkıntıyı. Yaşam denilen şeyin bir yığın mücadeleden ve bir yığın boşa kulaç atmaktan ibaret olduğunu bilmezdim. Anlamazdım insanların gün içerisindeki o koşuşturmalarını. Şarkıları ayırmazdım daha, içimi acıtmazlardı. Sözlerin altında yatan o derin o ve bir o kadar derinden of çektiren anlamlarla buluşmamıştım. Tanık olmamıştım hiçbir yalana, hiçbir kavgaya. Çirkinlik oyunda mızıkçılık yapmak ya da oyunun ortasında arkadaşları terk edip gitmek demekti benim için. Bir gün hayatın bana birçok kez mızıkçılık yapacağından ve tam her şeyin ortasındayken elimden tutanın beni terk edip gideceğinden haberim yoktu. Oyundu her şey. Hayat boyu böyle devam edecek diye düşünmeyecek kadar kapalıydı gözüm ileriye. Önüme bakmadığım, bakmaya ihtiyacımın olmadığı zamanlarımdı. Önüme baktığımda bir gün kendimi bir sürü belirsizliğin içinde bulacağımdan bihaberdim. Büyüklere bakardım arada bir. Onları da bir oyunun içinde diye düşünürdüm. Ama onların oyunları daha sevimsiz ve eğlencesiz gelirdi bana. Çünkü onlar ben ve yaşıtlarım kadar çok gülmezlerdi ve biz kadar çok konuşmazlardı. Soğuk gelirdi halleri, uzaktılar bana ama yine de sırf onların o soğuk, sevimsiz oyunlarına biraz renk katabilmek için aralarından da hiç ayrılmazdım. Şimdi düşünüyorum da tek tesellileriymişim. Bunu çaresiz zamanlarımda bir çocuk yüzü aramaya başladığımda anladım. Yıllar sonra fark ettim ki asıl oyunun içinde olan onlarmış. Hayat oyunun içinde… Ve bu oyunda en önemli kural daha çok susmak ve daha az gülmekmiş. Zamanı gelip hayat beni içine çektiğinde fark ettim. Meğer o kadar mutlulukla geçen saf, duru yıllar o yıllarda görmemem gereken ama daha sonra olmazsa olmazım olacak olan karanlıklar saklanmışlar benim için bir yerlerde. Bazıları o kadar sabırsızmış ki zamanını beklemeden çıkıvermiş karşıma. Sarmışlar çevremi. Sıkışıp kalmışım aralarında. Dağılmış arkadaşlar… Hani şu sabah olsun da biran önce kavuşayım dediklerim… Sokaklar bizimle can buluyormuş meğer. Araba gürültüsünden ve sinirli büyüklerimizin homurtularından yorulan kaldırım taşları benim ve arkadaşlarımın çığlık çığlığa ama neşeli ve bir o kadar da coşkulu sesleriyle dinlenirmiş ve bizim sayemizde huzur saçabilirmiş etrafına. Etrafa saçtığımız tozlar aslında mutluluk kırıntılarıymış en azından bir anlık da olsa gülümsetebilen insanları. Ne zaman bir sokaktan geçsem kulağım çocuk seslerinde olur hep. Duyamadığımda o sesi, göremediğimde bir çocuk yüzü soğur sokak. Ne kadar kalabalık olursa olsun bir şeyler eksiktir o sokakta eğer bir köşesinde iki kız çocuğu evcilik oynamıyorsa ya da geçen arabalara aldırmadan maç eden oğlan çocukları yoksa. Hatırlıyorum da o yıllarda hayat sokak demekti. Akşam yemeği vakti geldiğinde asılırdı suratlar hemen. En iştahsızımız bile bir an önce bitirmek için tabağını büyük büyük alırdı her lokmayı. Ne kadar çabuk bitirirsen o tabağı hayatla o kadar çabuk buluşurdun çünkü. Oysa şimdi o kadar küçük lokmalarla yiyorum ki yemeği… Sırf hayatın o aman nedir bilmeyen koşuşturmasından biraz daha uzak kalabilmek adına. Eve girer girmez yorgunluktan kapanıverirdi gözler. Gecenin ağır yükünden bihaberdim o yıllarda ve gecenin üçü acıtmazdı canımı hiç. Şimdilerde gecenin üçünde tavana dikilen ve içinde bin bir çeşit kaoslar yüzdüren o gözler, o zamanlarda bir daha asla göremeyeceğim kadar saçma ve güzel rüyalara dalmış olurdu çoktan. Her şey böylesine huzur ve neşe dolu geçip giderken hayat “dur” dedi bir gün bana. “Dur bak sen o oyunları oynarken ben senin için neler biriktirdim bohçamda.” Sonra bir bir çıkardı içinden karanlıkları, yalnızlıkları…Sonra fısıldadı kulağıma yıllarca içimde bir çığlığa dönüşen o cümleyi ’’BÜYÜDÜN!’’ Oysa hiç sormadı bana büyümek ister misin diye. O kadar çok şey biriktirmiş ki bohçasında açtığı günden bugüne bana sunacakları tükenmedi daha. Ama o kadar da acımasız değilmiş ki bunca yalnızlığın, bunca karanlığın arasına ufak hani ağzım tatlansın niyetine ve katlanabileyim diye gidenlere, kalanlara, cevapsız kalan ve kim bilir belki de hayatım boyunca cevapsız kalacak o sorulara ufak tefek de olsa mutluluklar, umutlar ve bol miktarda sabır sıkıştırmış. Ne zamanki açıldı o bohça ve ne zaman ki karşılaştım ilk yalnızlığımla, o ilk kalp sancısıyla büyüdüğümü anladım. O çocukluk yıllarımdan bir hayallerim kaldı elimde. Öyle sıkı sarıldım ki onlara kaybolmasınlar diye… Kaybetmedim evet çoğunu ama çoğunu da zamana teslim ettim. Yenildiler birer birer. Onlar yenildikçe ben de yenildim; ama yenilen bir tek ben değildim hayatta. Benle birlikte, benden daha az, benden daha çok yenilenler vardı. Hayat hepimiz için bir bohça hazırlamıştı. Kiminin ki çok ağırdı taşınamayacak kadar hem de, kimi de kiminden daha şanslıydı hani daha hafifti sırtına yüklenen o bohça. Hayat bana açtı bohçasını bense kalemimle birlikte yüreğimi açtım hayata. O bana anlamsızlıklar sundukça ben kelimelere anlam yükledim hayata. Ayrılıklar çıktıkça karşıma ben kelimelerimi birleştirip cümleler kurdum hayata inat. Hayat benden çocukluğumu aldı ben ondan bu cümlelerimle anlamını…

Şimdi bir bir açıyorum herkesin bohçasını tekrardan. Hepsinde farklı acılar, farklı tatlar… Neden mi yapıyorum? Ortak bir payda bulabilmek adına... Bulduğumu sandığım bu anlamı paylaşabilmek adına. Hiç tanımadığımızı sandığımız milyonlarca insana an az yakınımızdakiler kadar aşinayız aslında. Açıldı bohça döküldü kelimeler. Şimdi ben ben değilim artık. Anlattığım sensin belki de belki de değil. Ne fark eder ki açıldı bir kere yüreğimin ağzı. Şimdi senin yüreğine dokunma zamanı. Senin yüreğinle insanlığın yüreğinde buluşma zamanı. Paylar farklı olsa da o hepimiz için ortak olan o paydaya ulaşma zamanı. İçimde susturduğum o çocuk konuşmalı artık. Yazmasaydım ölecekti belki. Bana bir tek o kaldı. Yazmasaydım onunla birlikte ölecektim ben de. Oysa asıl şimdi yaşama zamanı…

 
Toplam blog
: 32
: 570
Kayıt tarihi
: 23.09.08
 
 

İstanbul Ünüversitesi Türk Dili ve Edebiyatı mezunuyum. 6  yıldır özel bir dershanede edebiyat öğ..