Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Ekim '11

 
Kategori
Deneme
 

Ortak yaşam dersi

Hayatımın iki yılını Adapazarı'nda geçirdim. Üniversite'ye (daha doğrusu meslek yüksek okuluna) gittiğim yıllar. On yedi, on dokuz yaş arası.

İlk yıl Sapanca'daydım, orasını da Adapazarı'ndan sayıyorum ben. Tek başına kaldığım bir kira evim vardı. İki katlı bir ev, Sapanca'daki tüm evler gibi. Üst katta ev sahiplerim otururdu. Kendi halinde Karadenizli bir aileydi. Babaanneyle birlikte yaşıyorlardı. Yaşadığım iki yıl boyunca hemen her evde tanık olduğum bir durumdu bu. Dedeler erken ölmüş, babaanneler kalmış, torun torba aynı evde yaşayıp gidiyorlardı.

İlk zamanlar tam olarak yalnız kalmadım evimde, önce halam geldi bir ay falan, sonra babaannem. O da bir ay kadar kalıp gitti. Alıştığıma kanaat getirdiler sanırım. Bense en başından hazırlıklıydım yalnızlığa. Küçük yaştan beri severdim evde yalnız kalmayı, korkuyu aklıma bile getirmezdim, şimdiki gibi.

Zaman ilerleyip okulda arkadaş edinmeye başlayınca, en güvendiklerimin evine gidip kalır, onları da evimde misafir eder oldum. Sonuçta yalnızdım yine de, ev tamamıyle bana aitti. Düzeninden, yönetiminden sadece ben sorumluydum. Bu da büyük bir keyifti.

İkinci yıl Adapazarı'nın içinden bir ev tutmaya karar verdim. Çünkü her gün sabah akşam yirmişer dakikamı yolda harcıyordum. Hem çok güvenilir sağlam arkadaşlıklar kurmuştum hem de İstanbul'dan lise arkadaşım da bu yıl aynı okulu kazanmıştı. Böylece üç kişi birleşip bir ev kiralayabilirdik.

Biraz maceralı oldu, ama oldu sonunda. Tıpkı Sapanca'daki gibi iki katlı müstakil, üst katta ev sahiplerimizin oturduğu şirin bir ev bulduk. Bu kez Karadenizli değil Bulgar göçmeni bir aileydi ev sahibimiz. Hepsi canayakın, neşeli, güler yüzlü insanlardı. O insanları çok sevdim. Çok mutlu oldum o evde ben.

Sorunlar da yaşadım elbette. Bazıları gelip geçici, sudan sebeplerdi. Bazıları ise, önemsiz gibi görünüp aslında bana hayatı öğreten tartışmaları yaşatanlardı. Kolay değil tabi üç insanın bir evde ortak yaşam sürdürebilmesi. Bu insanlardan birini yıllardır tanıyor olsam bile, kolay olmadı.

Ortaklaşa iş görürdük evde. Yemeği, temiziliği birlikte yapardık, sıraya koyduğumuzu hatırlamıyorum, bir şekilde ayarlar uydururduk zamanlarımızı.

Mükemmeliyetçi bir annenin yetiştirdiği bendeniz, en büyük şamarını yedim hayatın, o evde. Öyle kesin kurallarım vardı ki, sanki herkes bu kurallara uygun yaşamak zorundaymış gibi dikte ederdim karşımdakine. Yani, zaten ben herkesin bizim gibi yaşadığını, davrandığını sanırdım. Başka türlüsünü bilmezdim.

Yer bezi yer kovasında, cam bezi cam kovasında durmalıydı, amacı dışında hiç bir yerde kullanılmamalıydı o bezler.

Sabah kalkar kalkmaz ilk iş yatak toplanmalıydı.

Kahvaltısız evden çıkılmamalıydı. İki elin kanda olsa iki lokma da olsa evde yenmeliydi.

Tencerenin kapağı tezgaha asla kapanmamalı, ters çevrilmeliydi ki tezgah kirlenmesim.

Giysiler oraya buraya gelişigüzel atılmamalı, tersleri çevrilerek yerine yerleştirilmeliydi.

Offf... Ne zor bir yaşam değil mi?

Bana göre değil, ben hâlâ böyle yaşıyorum. Sadece artık başkalarının farklı olduğunu biliyorum, o yıllardan beri kimseye karışmamayı öğrendim. Önce küçük küçük başlayan tartışmalar sonunda büyüdü çığ gibi oldu ve bir gün öyle büyük bir tartışma yaşandı ki diğer iki kişiyle aramda, kabullenmek zorunda kaldım. Sadece kabullenmekle kalmadım, öğrenmek zorunda da kaldım, herkesin bizim aile düzenimizdeki gibi bir yaşamı olmadığını. İyi bir ders oldu bana.

Yalnızken istediğin gibi davranıyorsun, ama ortak yaşam buna asla izin vermiyor.

Ne zaman Adapazarı'ndaki o evi aklıma düşürsem, ilk bu ders geliyor hatırıma. 

 
Toplam blog
: 314
: 1210
Kayıt tarihi
: 07.08.11
 
 

Üsküdar İstanbul doğumluyum ve halen burada yaşıyorum. Okumak, yazmak ve seyahat etmeyi çok seviyor..