Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Mayıs '19

 
Kategori
Eğitim
 

Ortalamanın Sonu

Bu çalışmada Harvard Üniversitesi Eğitim Enstitüsü öğretim üyelerinden Todd Rose tarafından orijinal adı “The End of Average” olan ve Palome Yayınlarınca Tufan Göbekçin tarafından Türkçeye “Ortalamanın Sonu” olarak çevirisi yapılanan eserin kritiği yapılmaya çalışılacaktır.

Yazar bu kitapta tez olarak neredeyse bütün hayatımızın temel değerlendirme ölçütü olarak algılanan “ortalama” düşüncesine köklü eleştiriler getirerek insanın farklı ve biricik olduğu düşüncesini ileri sürmektedir. Ortalama kavramının eğitim sisteminden, ekonomiye; sağlık sisteminden teknolojik gelişmeye birçok alanda nasıl egemen anlayışa dönüştüğü ve bu yaklaşımın olumsuz sonuçlarını da gözler önüne sermektedir.

İnsanoğlunun en yalın gerçeklerinden biri, diğer insanlardan farklı ve “biricik” olduğudur. Bu yalın gerçek karşısında bilim insanlarının veya politikacıların çoğunluğu insanları ortalamaya göre değerlendirmekte, kararlar almakta ve uygulamaktadırlar. Bu algı ve anlayışın oluşmasında Avrupalı bilim insanlarının katkısı büyük olmuştur. Yazar bu konuda özellikle iki isimden ve fikirden söz eder: Adolphe Quetelet’in ortalama insan fikri ve Francis Galton’un sıralama fikri.

Yazar ortalamacı bakış açısının çıkış hikayesini ve günümüze kadar geliş serüvenini çarpıcı örnekler vererek anlatmaktadır. 1880’lerde Amerika’da tarım ekonomisinden sanayi ekonomisine geçişte Frederick Winslow Taylor’ın, ortalamacılığın temel öğretisini benimseyerek, işletmelerde verimsizliği sistemli biçimde ortadan kaldırabileceğine inanarak yaptığı çalışmaları örnek olarak vermektedir.  Taylor, matematik öğretmeninin ev ödevlerini standart hale getirme yönteminden ilham alarak, her endüstriyel işlemi standart hale getirmek için kullanabileceğini fark etti. Buradan hareketle standartlaştırılmış bir sistemi amaçladı ve sonrasında bunu, eğitim sistemi başta olmak üzere tüm kurumlarda kullanmaya başladı. Todd Rose ise basit bir önerme ileri sürmektedir. Hiç kimse “ortalama” üzerinden değerlendirilemez. Bu bakış açısı ile insanın fiziksel özellikleri, sağlığı, zihinsel çabaları, elde ettiği akademik sonuçlar, iş hayatındaki kariyeri, sosyal hayattaki konumu gibi alanlarda “ortalama”ya göre değerlendirmeler yaparak doğru sonuçlara ulaşılamaz. Ortalamanın üstünde veya altında yer almak sağlıksızlık belirtisi olarak algılanamaz.  

İş dünyasının yakından tanıdığı ve 20. yüzyıla damgasını vuran Frederick Taylor tarafından geliştirilen Taylorist yaklaşım bildiğimiz gibi tüm yönetim modellerinin temelini oluşturur. Bu model insanı değil sistemi temel alır ve bu modele göre ortalama bir insan iyi düzenlemiş bir sistemde hiç hata yapmadan kendisine tanımlanan görevi mükemmel bir şekilde yerine getirir. Sistemin iyi çalışması için, iyi bir sistem analizi, planlama ve koordinasyon gerekmektedir. Bu da yöneticilerin en önemli görevidir. Bu sistemde insanın hiç önemi yoktur. Sadece ortalama özelliklere sahip olması ve kendisine verilen görevleri yapması yeterlidir. Dolayısıyla ortalamanın dışında olanlar, sistemde yer bulamadıkları için sistem dışına itilirler. Bir süre sonra ya ortalamada kalmayı öğrenirler ya da farklı alanlara dağılırlar.

Dünya üzerindeki eğitim sistemlerinin “ortalama” düşüncesini merkeze aldıkları görülmektedir. Öğrenciler için tasarlanmış standart eğitim programları, bu programlara göre akademik başarının sıralanması, ortalamanın üzerine çıkanların ödüllendirilmesi ve ilerleme imkanının sunulması, altında kalanlara ise kısıtlama ve küçümseyici bakışla bakılması gibi olumsuz sonuçları orta çıkmıştır.

Tüm eğitim sistemleri insan yetiştirmeyi kolaylaştırmak üzerine planlanmıştır. İşe alımlarda kullanılan kişilik testlerinden, eğitim programlarına kadar her şey sistem ve o sistemde çalışacak ortalama insan içindir. Bu model 20 yüzyıl için ideal bir modeldir. Günümüzde hala bu sistemi her alanda kullanıyoruz.

Bir bilim insanı olan Peter Molenaar, 2000 yıllardan sonra ağırlıklı ortalamaya dayalı normları temel alan psikolojik araştırmaları terk ederek, ortalamacılığın ölümcül kusurunun farkına vardı. Bunun yerine bireysellik manifestosunu yayınlayarak “bireyin bilimi” tezini ileri sürdü. Dünyada standardizasyon ve ortalamaya dayalı bakış açısının yavaş yavaş değiştiğine tanık oluyoruz. Bireysel yetenek ve performansı bir tek skalada veya birkaç skadala da sıralamak son derece mantıklı görünmesine rağmen 2015’den itibaren Google, Deloitte ve Microsoft gibi dünyaca ünlü şirketler insan kaynaklarını oluşturmada sıralamaya dayalı işe alım ve değerlendirme sistemlerini ya değiştirdiler ya da tamamen terk etmeye başladılar.

Ortalama Çağı’nda şirketler ve okullar başta olmak üzere sosyal kurumlarımız bizi insanların değerini notlar, IQ skorları ve ücretler gibi basit skalalar üzerinden karşılaştırmaya teşvik etmeye ve zihinlerimizi şartlandırmaya başladı. Fakat bu tek boyutlu düşünme, herhangi bireysel niteliğe uygulandığında başarısız olur. Bunu aşmanın karşısında Todd Rose “Dalgalılık Prensibi”ni önermektedir. Dalgalılık insanın sadece fiziksel özellikleriyle ilişkili değildir; yetenek, zekâ, karakter ve yaratıcılık gibi hemen her insani özellik dalgalıdır. İnsan tek boyutlu değil, çok boyutlu olarak değerlendirilmek durumundadır. İnsan yeteneklerinin dalgalı olduğu sonucu haliyle bireyselliğin öne çıkmasına da neden olacaktır. İnsanın dalgalı profilinin farkına varması, bütün potansiyelinin anlamasına ve tek boyutlu yetenek anlayışlarının tuzağına düşme ihtimalini azaltacaktır. Daniels dokuz ayrı ölçüte göre, en az dördünde ortalama ölçülere sahip pilotların oranının %2’den az olduğunu ve hiçbir pilotun tüm ölçülerinin ortalama olmadığını saptamıştır (akt. Rose, 2016, s. 91). Bu duruma göre standart pilot kabini yapıldığında pilotların uçuş sürecinde sürekli sorun yaşayacağı aşikârdır. Son yıllarda hem pilotlar hem de şoförler için vücut yapısına göre ayarlanabilir koltuklar geliştirilmiştir.

Modern eğitim sisteminin ortaya çıkışıyla birlikte okullar, öğrencileri ortalama, ortalamanın üstü veya ortalamanın altı “genel yetenek” kategorilerine ayırma misyonunu üstlendi. Yapılan araştırmalar kişilik ve karakter şöyle dursun bireysel zekanın ve yeteneğin bile dalgalı olduğunu ortaya koydu. Ortalama başarıya göre öğrencileri seçtiğimizde bir alanda başarılı olan öğrenci diğer alanda da başarılı olabilir mi? Örneğin, matematik dersinde 100 üzerinden 90 akademik ortalamaya sahip öğrenci müzik, resim ve beden eğitimi gibi alanlarda da aynı başarıyı yakalayabilir mi? Teorik olarak mümkün değil. Çok iyi fizikçilerin iyi sporcu, çok iyi müzisyenlerin iyi edebiyatçı olması çoğu zaman imkânsızdır. Bir iki alanda başarılı olmak mümkün iken her alanda aynı başarıyı göstermek mümkün değildir. Ortalamaya göre seçip yerleştirdiğimiz bireyler bu duruma göre hatalı bir süreçten geçip meslek seçmekte, ödüllendirilmekte ya da belirli alanlara yönlendirilmektedir.

Okullarda öğrenciler daha ilk sınıflarından itibaren notlandırılmaya ve orta öğrenci için tasarlanmış standart eğitim programlarına göre hazırlanmış ölçme araçlarıyla sıralanarak değerlendirilmektedirler. Ortalamanın üzerinde performans gösterenlere ilerleme imkanı verilirken; altında kalanlar veya başarısız olanlar çeşitli kısıtlamalara, hatta toplum dışına itilebilmektedirler. Bu bakış açısıyla uygulanan eğitim sistemlerinin başarısız olduğu söylenemez. Başarılı sonuçlar aldığı da söylenebilir. Sıralama sonucunda istenen alanlara ve mesleklere öğrencilerin yerleştirildiği de doğrudur. Bu şekilde mezun olan öğrencilere diplomalar dağıtılarak kariyer elde etmelerinin önü de açılmıştır. Ancak günümüz dünyası daha fazlasını beklemektedir. Yükseköğretimde diplomalar yerini yeterlilik belgelerine; öğrencilerin kendi eğitim yolunu seçmelerine izin vermek gibi gelişmelere bırakmaya başladı. Yükseköğretimde, fabrikaları model alıp hiyerarşi ve standardizasyona değer veren bir sistemden, her öğrencinin kendine en çok uyan eğitimi alabileceği dinamik, tercihli, ilgi ve yeteneğe dayalı bir sisteme geçişe dair gelişmeler de mevcut.

Okullar ortalama öğrenciler için tasarlanmış durumda. Sağlık hizmetleri ve hastaneler ortalama hastalar için yapılmış durumda. İş adamları iş tanımlarını ortalama kariyer yolunda ilerleyen çalışanlarla doldurmaya çalışıyorlar. Hükümetler ortalama insana hizmet etmeye yönelik siyasi programlar ve projeleri uygulamaya koyuyorlar. Bir yüzyılı aşkın süredir, kurumlarımızı yönetmenin en iyi yolunun ortalama insana odaklanmak olduğuna inandırıldık. Ancak rakamları irdelediğimizde, inanılmaz bir gerçekle karşılaşıyorsunuz: Kimse ortalama değil. Yani herkes için kurgulanmış olan toplumumuz gerçekte kimseye hizmet etmiyor.

Oysa şimdi geçmişten ve mevcut alışkanlıklarımızdan farklı bir çağda yaşıyoruz. Sanayi toplumu değiliz artık. Yapay zekanın dünyamıza girdiği bir yüzyıldayız. İnovasyon çağındayız. Dünya Ekonomik Forumunun geleceğin meslekleri raporunda, inovasyon profesyonelleri, eğitim içerik sağlayıcıları, insan ve kültür uzmanları, büyük veri analistleri gibi meslekler öne çıkmaya başladı. Bütün bu meslekler alışkın olduğumuz ortalama kavramını da yerle bir ediyor. Çağ ilerledikçe ortalama da değişiyor.

Bugün geçmişten farklı olarak ortalamanın dışında kalan, sıra dışı olarak görülen veya göz ardı edilen insanlara daha çok ihtiyacımız var.  Büyük veriyi analiz etmek için stratejik düşünmek ve bütünsel bakmak zorundasınız. Eğer ortalama bir bakış açısıyla bakarsanız büyük veriyi analiz edemezsiniz. Diğer yandan eğer içimizde merak güdüsü olmazsa nasıl başka insanları ve kültürleri tanıyabiliriz? Sadece bize verilen işi yaparsak nasıl meraklı olabiliriz?

Eğitim sistemimizin çok önemli sorunları var. Bu sorunların arasına ortalama almayı da koyabiliriz. Sistem ortalama almak, ortalamaya göre ölçme ve değerlendirme yapmak üzerine kurulmuştur. Sistemin varlığı için ise tek tip müfredat, tek tip eğitim materyalleri ve tek tip  işlenen konular temel alınarak standartlaştırılmış tek tip testlere göre sınav yapmak gerekmektedir. Frederick Taylor’ın meşhur “Bilimsel İşletme Kuramı”nın ilkeleriyle de tutarlılık gösterir. Burada gözden kaçan durum, öğrencilerin standartlara uygun olmaması durumudur. Standartları sözel ve sayısal gibi iki ana öğrenme alanına endeksli hale getirdiğinizde, dilsel, görsel, uzamsal, sanatsal ve bedensel zekâ özelliklerine sahip öğrencileri harcamanız ya da yeterlikleri ve yeteneklerinin çok altındaki eğitim kurumlarına yönlendirmeniz anlamına gelir. Standart testlere dayalı yapılan 100 soruyu 3 saatte çözme yönergesi, testleri en kısa zamanda ve en doğru çözen çocuklar daha zekidir, varsayımının bir sonucudur. Bu varsayım Thorndike’a aittir. Eğitim sistemimizde varlığını sürdüren egemen görüş budur. Oysa testleri kısa zamanda çözen çocuklar kısa süreli belleği daha çok gelişmiş olanlardır. Birçok bilimsel icat kısa süreli belleğin değil, uzun süre düşünme, tartışma, araştırma ve tam öğrenmenin bir ürünüdür. Einstein atomu 10 saniyede parçalamadı!

Sonuç olarak her öğrencinin biricik olduğu gerçeğinden hareket ederek öğrenme hızı, yeterlikleri, yetenekleri, ilgileri ve hedefleri birbirinden farklıdır. Bu farklılıkları bir potansiyel ve zenginlik olarak algılayan toplumlar ilerlemeye devam edeceklerdir. Hiçbir insanını zayi etmeyen toplumlar kazanacaktır.

 

“Ortalama Çağı’nın bize dayattığı sınırlamalara ihtiyacımız yok artık. Sisteme uyum sağlamak yerine bireyselliğe değer vermeyi seçerek ortalamacılığın tiranlığından kurtulabiliriz. Önümüzde parlak bir gelecek var ve bu gelecek ortalamanın son bulduğu yerde başlıyor.”  

Todd ROSE

 
Toplam blog
: 19
: 717
Kayıt tarihi
: 05.04.14
 
 

1971 Kayseri doğumlu. 1994 Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi lisans, 2013 Gelişim Üniversite..