Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Ekim '11

 
Kategori
Deneme
 

Ortaya karışık 4

Ortaya karışık 4
 

gülümseyen baykuş


Annelerin, anneannelerin kızlarına ''gez-toz-eğlen'' diye öğüt verirken oradaki 'toz' kelmesi ile neyi kastettiklerini merak etmekteyim. Bence o tozda çok farklı arzular vuku buluyor. Bu meşhur annelerden birinin kızlarına ''Üst tarafa ucundan azcık dokundurabilirsin, ama alta asla!'' şeklinde nasihatte bulunduğunu bilirim. ''Üst tarafla grekoromen güreşi oynama'' hususunda da izin çıkmıştır hatta. Yani güreşteki gibi üst taraf cıbıldak olabilir, ama evlenmeden alt tarafa hamle yapmak yasak hesabı. Ne anneler var. (İlahi Meryem Teyze ya.)

Aylar önce değineceğim demiştim, sözümde duruyorum. (Ki bu verdiğim her sözde duracağım anlamına gelmez.) Yüzde 96.56'lık bir oranla, bir kadının saçının başının, tipinin en kötü olduğu iki gün, üniversiteden mezun olduğu ve evlendiği gündür. Çok netim ve eminim bu husustan. Bu önemli olayların gazına gereğinden fazla gelmekten olsa gerek, hiç denemedikleri o saç tipi, ağır makyaj ile birleşince ortaya farklı ve her zamankinden daha ilginç bir kadın çıkıyor. Feysbuk'ta çok rastlıyorum, milletin mezuniyet fotoğraflarının altında mutlaka birkaç tane 'Bu sen misin?' yorumu var. Bir erkek hoşlandığı kadından soğumak için direk mezuniyet ve evlilik fotoğraflarına baksın. Ki evliyse ondan hoşlanmasın lütfen. Teşekkürleer.

Saçlarımı kısalttıktan sonra iki adet kulağım olduğunu gördüm. Aynada poposunu görmüş kedi gibi odamda heyecanla zıplamaya başladıktan sonra kulak memesinin yumuşak bir şey olduğunu fark ettim. Sonra ne yaptım, üç kişi üzerinde yaptığım detaylı araştırmanın ardından kulak memesi sahibi olmayan insanların yüzde 100'ünün kulak memesi sahibi olmadıklarını bilmediklerini gördüm. Sinirden ''Nasıl yok, senin de yok!'' diyeni bile gördüm. İnsanın kulak memesinden bihaber olması ile ayakkabısının kaç numara olduğunu bilmemesi aynı ilginçlik düzeyinde beni garip düşüncelere sevkediyor, olduğum yerde kalakalıyorum. Birlik ve beraberliğe ihtiyacımızın olduğu bu günlerde kendimi çok yalnız hissediyorum.

''Tanrım eğer yoksan, bunca sene bizi oyaladığın için Allah belanı versin.'' diye sitem eden bir tanıdığım var.

Amerikan filmlerinde kısa ve beyaz saçlı, yaşlı bir kadının oturma odasında televizyon seyrettiği bir sahne vardır. Her filmde yoktur bu tabii ki, ama birçok filmde gördüm ben. Gecedir ve ışıklar kapalıdır. Sadece televizyondan gelen ışığı görürsünüz ve karaltılar içinde gözlüklü teyzeyi. Sadece izlemektedir. Kamera önce arkadan kanepe ile yaşlı kadının kafasının arkadan çekimini alır, sonra sadece televizyon, sonra önden gözlüklerine televizyon ışığı vurmuş kadın. Yalnız bir sahne bu, sadece televizyon sesi ve karanlık. Bence huzurun tanımıdır o kanepe. Mutluluğun tanımıysa anlarda gizli: Sevgilinin dudağında, ellerinde, okşadığın saçında; bahçeli bir evde, bir hafta sonu bir araya gelen mutlu ailelerin, onların çocuklarıyla oynanan oyunların, çocuk seslerinin ışıltısında… Huzur uzun, mutluluk kısa. Ölümse çoğunlukla ansızın.

Tuvalet kapısında hatun beklemek genelde erkeğin göğsünü kabartan bir durumdur. Beklerken diğer bekleyen erkeklere bakıyorum da, hepsinde bi kabarık göğüs, bi tripler böyle, bi 'sen benim hatunu bi görsen' havaları… Ulan hatun içerde neler neler yapıyor, sen orada göğsünü diğer bekleyen erkeklere geriyorsun gerim gerim. Ben göğüs gereceğime kendim komple vücut olarak gerilirim, beklediğim hatunun yaşıyla, güzelliğiyle alakası yok, bir başkası benim düşündüklerimi düşünüyor mü derim içimden. Çünkü içimden tüm bekleyenlere g.tlü göbekli hatunlar çizerim, tuvaletten hatunun çıkışını, erkeğine kavuşuşunu hayal ederim. Bekleyenlerden bana da böyle hatunlar çizen var mı diye gerilirim.

10 gün sonra intihar etmeye karar verdiği için 'Nasıl olsa hayatımın son günleri' diyerek hayatının en güzel günlerini yaşayan bir tanıdığım var. 10 günün sonunda, yeniden 10 gün sonra intihar etme kararı vermesini ve bunu her 10 günün sonunda tekrarlayarak hayatı bu kafada mutlu yaşamasını tavsiye ettim. Sustu. Mantıklı bulmuş olmasını diliyorum.

Rospu. Bunu görünce akla ilk gelen şey kelimenin yanlış yazılıp yazılmadığı mı, kelimenin doğrusu mu? Peki senin safran bolu mu? Zaten bungalovda sivrisinek aramak, samanlıkta iğne aramaya benzer. Hatta samanlık daha iyidir, en azından iğneyi bulamazsan pek bir zararını görmezsin. Borsa ne zaman düşse ellerini başına koymuş üzgün broker fotoğrafı kullanan haberlere de gıcık oluyorum zaten. Bir de, fotoğraflarda en sağda ya da solda çıkmamak için herkesin önüne geçip oturanlar var ya, ah siz yok musunuz. Sizi gidi çakallar.

Çok fena, gıllıgışlı rüyalar görüyorum. İçinde yüksek dozaj gerilim, romantizm, biraz da erotizm var. Artık başucumda kağıt-kalem ile uyuyorum. Rüyadan uyanınca olayları sırası ile yazıyorum, ilerde kardeşime çektireceğim bunları. Ama önce uykulu uykulu daha güzel yazabilme kursuna gitmem lazım. Uyanınca yazdığımı okumakta zorlanıyorum. Her şeyin bir kursu var, bu da vardır kesin.

Bu ülkede birisi 'Benim yüzümdeeen!' diye bağırdı mı insanların %86.54'ünün aklına aynı film ve aynı sahne gelir.

Kafamda bazen ilginç fikirler beliriyor ancak bir türlü anlatamıyorum. Böyle yürüyen bir sivrisinek gibi. Ya da gülümseyen bir baykuş. Ofisteki kahvaltı tabağındaki üçgen peynir ve iki zeytinle gülen yüz yapmak gibi. Anneannenin epilepsi ellerinden öpmek gibi. Yaptığı yemeğin fotoğrafını çeken erkeğin o andaki masum duyguları gibi. 'Kim o?' sorusuna 'Hiç kimse!' diye cevap vermek, rüyada görülen ak sakallı dede ile ancak berbere gidebilmek gibi. Çay bardağının tabağında biriken çayın, bardağın altında yarattığı kur(u)tulunmak istenen ıslaklık gibi. Öte yandan hayat, memat meselesi mi? Yoksa hayat meme meselesi mi? Hem, taze b.ka daha mı çok siner konar sanki?

Geçenlerde yine çocukluğuma iniyorum, okulun ilk günlerinde ant içme törenlerinde çok korktuğum aklıma geldi. Türklük, doğruluk, çalışkanlık diye lafa başladığın bir ayin halıhazırda yeteri kadar karmaşık diyarlara sürüklemişken genç dimağları, o kadar iddialı ve şaşalı lafın ardından 6 yaşındaki varlığını Türk varlığına armağan etmek ve ant içmek, ki yemin ederim desem bir nebze az korkardım herhalde, beni çok ürkütürdü. '…durmadan yürüyeceğime'den sonra gelen 'ant içerim' kısmını söylemez, örtmenim kızmasın diye dudaklarımı oynatırdım. Sonra boynumda suluk, elimde domates-biber-tulum peynirli beslenme çantamla korku içinde sınıfın yolunu tutar, okuma-yazma bilmeme rağmen akşama kadar deftere sağa sola yatık çizgiler çizerdim.

3000 parçalık bir yapboz aldım kendime, kış hediyesi. Prensip olarak önce çerçeveyi oluştururum. Kenardaki parçaları ayırırken haliyle 3000 parçaya da dokunmuş olurum. Ve her defasında iki adet parça yan yana kalmış olur. Makine malum tabloyu 3000 ayrı parçaya ayırırken, iki parça yan yana kalmayı, ayrılmamayı başarmış olur. Yine öyle olmuş, buldum o iki keretayı. İnsanlar yapbozun iki parçasının yaptığını yapamıyorlar ya ona üzülürüm. Ki, bu ne alaka şimdi onu ben de anlamadım...

 
Toplam blog
: 53
: 1499
Kayıt tarihi
: 17.10.08
 
 

*Liberal muhafazakar, oldukça postmodernist ve meritokrat bir gezgin  *Kuleli - Galatasaray - Boğ..