Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Eylül '07

 
Kategori
İnançlar
 

Oruç tutmuyor olmanın dayanılmaz ağırlığı

Oruç tutmuyor olmanın dayanılmaz ağırlığı
 

Bugün Ramazan’ın ikinci günü ve benim oruca alışmak gibi bir sorunum yok. Benim sorunum daha çok ortama rahatsızlık vermeden kendi beslenme alışkanlığımı nasıl devam ettirebileceğim. Oruç tutan insana rahatsızlık verme meselesi elbette çeşit çeşit olabilir. İlk akla gelen, oruç tutanın gözünün önünde yemek yiyip, rahat rahat sıvı alımına devam etmek. Yani onun ibadet edişini zora sokmak. Gerçi oruç tutan arkadaşların oruç tutma sözleşmeleri arasında, etrafında kimse yemeyecek ve içmeyecek diye bir şart yok. Yani örneğin bir Frenk memleketinde yaşasalar ve etraflarındaki herkes normal günlük yaşamına devam etse de, kendileri inançları gereği oruç tutmakla yükümlüler.

İbadete saygı gerekçesi ile bende kendi günlük yaşamımdan fedakârlık ediyorum. Daha doğrusu istemesem de etmek zorundayım, çünkü işyerimde toplu öğle yemeği seanslarına ara veriliyor ve çaycı elinde çay tepsisi ile servis yapamıyor. Bunu günümüzün gelişen siyasi tablosu ile ilişkilendirmeye çalışanlar olabilir ama hiç merak etmeyin o kadar basit değil. Çünkü ben kendimi bildim bileli bu durum böyle. Hatta benim gibi sosyal dokusu bir nebzede olsa ılımlı ve hoşgörülü bir şehirde değil de, iç Anadolu ve doğu Anadolu illerinden birisinde yaşıyor iseniz niyetsiz oruç tutma zorunluluğuna sahipsiniz demektir ve bu durum yüzyıllardır böyle. En azından Ömer Hayyam’dan beridir böyle olduğunu biliyoruz.

Bu da aslında oruç tutan insanlara dair ikinci bir rahatsızlık yaratma riskinizin bulunduğunu gösteriyor, o da yanlarında ya inançları olmayan ya da inançları zayıf insan bulunmasından rahatsızlık duymaları. İnançsızlığın bulaşıcı bir rahatsızlık olduğundan çekiniyorlar herhalde.

Orucun İslam ibadetinin beş şartı arasında özel bir yeri olduğunu düşünmüşümdür hep. Günlük yaşam içinde kimse henüz bana şahadet edip etmediğimi sormadı, namaz kılmıyor olmamı kimse sorun etmedi, zekât verip vermediğimi kimse gözetlemedi. Hac meselesinin sorgulanacağı döneme ise henüz ulaşmış değilim. Ancak işin işine oruç girince olayın rengi değişiyor. Bir cadı avı meltemi hafiften de olsa esmeye başlıyor.

Şu ana kadar özellikle üniversitelerde, İslam’ın diğer şartlarını yerine getirmediği için öğrenciler arasında sorun olduğunu duymadım ama ramazan aylarında, özellikle taşra üniversitelerinde oruç tutmayan öğrencilere yönelik bir gerginlik her zaman yaşanır.

Bunda büyük olasılıkla, bu ibadet şeklinin yılın önemli bir dönemini kapsaması ve günlük yaşamın tamamına hâkim olmasının etkisi var. Özel bir atmosfer yaşamın her anına damgasını vuruyor ve yoğun ibadet şekli tarafları yani ibadeti gerçekleştirenle gerçekleştirmeyeni fazlasıyla açığa çıkarıyor. Diğer ibadet şekilleri yaşamdaki farklılıkları çok fazla gün yüzüne çıkarmasa da, oruç dönemi tam bir elektroliz etkisi yapıyor.

İnanan kişi için arınma, kendine çeki düzen verme, iman tazeleme dönemi olarak düşünülen ve yılın uzunca bir süresini kaplayan oruç ibadeti, diğer yanıyla günlük yaşamın farklılıkları bir potada eritme etkisini ortadan kaldırıyor. Farklılıkların etkileşim süreci sona ererken, aksi yönde törpülenen özellikler sivrilmeye, birbirine bulaşan renkler ayıklanmaya başlıyor. Örneğin tanışmamız sonrasında çok iyi ahbap olduğum, iyi anlaştığım, gittikçe ısındığım insanların ramazan döneminde, “aaa sen oruç tutmuyor musun” bakışları altında, mesafeyi yeniden ayarlama operasyonuna girişmesini çok kez yaşamışımdır.

İbadetin şeklinin insan psikolojisine etkisi de oldukça belirleyici açıkçası. Orucun diğer ibadetlerin aksine sinir boşalmasına etkisi oldukça düşük ya da tam tersi yönde bir etkisi var. Belki orucun bozulduğu anlarda gerginliğin boşalmasından bahsedilebilinir ama kim ne derse desin işin içine mide ya da bastırılması gereken maddi dürtüler girince manevi dürtülere fazlaca yer kalmıyor. Yani namaz gibi, yaratıcı ile baş başa kalma, günün belirli zamanlarında onun varlığının sürekli farkında olma ve isteklerini sürekli hatırda tutmaya yarayan ibadet şekli ile, insanın varlık kaygısına düştüğü ve beyni ile değil midesi ile düşünmeye başladığı ibadet şekli arasında oldukça fark var bence.

İnanç sistemim fazlası ile zayıf olsa da, orucun anlamsız bir ibadet olduğunu iddia etmek istemiyorum. En azından bu tip bir fikre inananın kendisi tarafından karar verilebilinir. Yani tıp dünyası, “oruç tutmak sıhhi anlamda bir fayda içermez aksine inanılmaz zararları tetikler” dese bile, inanan insan için bu çok fazla bir anlam ifade etmez. Çünkü inanç sahipleri tarafından ibadetler bu dünyadan çok öbür dünya için yapılır.

Ancak orucun ruhani bir ibadetten çok fiziki bir eğitim aracı olduğunu düşünüyorum yine de. Bazı ibadetler öbür dünya, bazı ibadetler ise bu dünya için yapılıyorsa, oruç tutmak kesinlikle bu dünya için yapılan bir ibadet tarzı. Dünyadaki aç olanların farkına varmak ve onların yaşadıklarını hissetmek, paylaşmak, bölüşmek, bedeni dinlendirmek (doğru olduğu için söylemiyorum yalnızca öyle inanıldığı için söylüyorum), ağızdan anüse kadar tüm sindirim sistemlerini arındırmak (bir önceki parantezin aynısı) gibi işlemlerin dünyevi olduğu kesin. Elbette görev yapma ve istenileni hem de zor bir süreçten sonra yerine getirmenin huzuru ve o huzurun maneviyata hizmeti ayrıdır ancak burada sebepten değil sonuçtan bahsediyoruz.

Belki de, oruç daha fazla dünyaya yönelik bir ibadet olduğu için içine insanın özellikleri fazlaca sızıyor ve gerek insanın, gerekse de toplumun yaşamında bir gerginlik yaratıyor.
 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..