Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Mart '11

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Oscar' dan hisse

Pazar gecesi saatler Oscar Töreni’ni gösterdiğinde, ben de, üzerimde, kırmızı halıya inat, pijamam ve elimde uzaktan kumandam ile hazırdım. E! ve NTV kanalları arasında mekik dokuyup, kendi çapımda stil eleştirmenliği yaparken, yavaş yavaş tüm bedenime sirayet eden uykuya fazla direnemedim. “Tekar yayınına” şükrederek attım kendimi yatağa.  

Rüyamda, kırmızı halının üzerindeydim... Portakal rengi, sofistike bir tuvaletim vardı... Bir yanımda Robert Downey Jr...  

Yok artık, şaka şaka!  

Ertesi akşam, uykusuz kalma stresinden arınmış bir dinginlikle geçtim ekran başına. Duymamış, görmemiş, bilmiyormuş gibi yaparak seyrettiğim tekrar yayını süresince “iyi ki uyumuşum” demekten alamadım kendimi. Pek bir renksiz, pek bir hareketsiz geçmiş tören, meğer hiçbir şey kaçırmamışım.  

Malumunuz, “Zoraki Kral” akademide ödül bırakmadı. Bir nevi Amerika’nın Birleşik Devletleri’nde, bir Birleşik Krallık rüzgarı esti geçti. Geçerken bana da bir parça çarptı... “Annenizi dinleyin” dedi, “Zoraki Kral’ın yönetmeni Tom Hooper teşekkür konuşmasının sonunda. Öncesinde de, yıllar önce, annesinin okuma yaparak dahil olduğu “Zoraki Kral” oyunu sonrasında kendisini arayıp “yeni filmini buldum” deyişini anlattı.  

“Eee, ne yani?” demeyin!  

“Anne sözü dinle, anneler bilir” söz dizilerinin kayıtsız şartsız ispatıdır bu!  

“Hadi ordan”, hiç demeyin!  

Arkanıza yaslanın ve birkaç dakikalığına düşünün... Annenizi dinlemediğiniz zamanları ve bir de sonrasını...  

Bin kere “terli terli su içme” der anneniz ve siz her seferinde içersiniz. “Banyo yapıp sokağa çıkma” der çıkarsınız. “Eldivenini tak, atkını bağla” der bağlamazsınız.  

Sonra...  

Koltuk altınızda derece, “anne, tavuk suyuna çorba yapsana” dersiniz, o da, kılını kıpırdatmama hakkına rağmen, her seferinde yapar.  

Okulda çok sevdiğiniz bir arkadaşınız vardır, kankasınızdır işte. Yediğiniz içtiğiniz ayrı gitmez. Sonra bir gün, annenizle tanıştırırsınız. Kırk tane kulp takar, “hoşlanmadım” der, “gözüm tutmadı” der. “Dikkat et” der. Der de der. Hiç susmayacak gibi gelir. Siz de, o sümüklü arkadaşı savunacağım diye kendinizi hırpalar, annenize düşman kesilir, “senin yaptığın yemeği yemeyeceğim” türü isyansı hareketlere kadar götürürsünüz işi.  

Sonra...  

O cansiperane koruduğunuz arkadaşınız, size bir kazık atar ve elleriniz bomboş, yüreğinizde bir sızı, kalakalırsınız. Bir de üstüne, “ama ben demiştim” türevi cümleler işitirsiniz ki, tadından yenmez.  

Aşık olduğunuzu sanıp, karnınızda kelebeklerle uçuşa uçuşa dolaşmanız elbette annenizin gözünden kaçmaz. Sizin beyaz atlı prens sandığınız, anneniz için sadece kazara öpülmüş bir kurbağadır ve ne yazık ki onu da beğenmez, içine sinmez, yanınıza yakıştırmaz. “Seviyorummm, geberiyorum” diye feryat eder, elin iki günlük zibidisini annenize tercih edersiniz.  

Sonra...  

Aşktan uyuşmuş uzuvlarınız berelenmiş olarak kendilerine gelir ve fonda çalan şarkı muhtemelen “nereden sevdim o zalimi” dir. Karşınızdaki de haklılığının dayanılmaz hafifliğiyle anneniz!  

“Off, karışma” dediğiniz çoğu işinize ne iyi edip karıştığını sonradan anlarsınız.  

Ne zaman karşı çıksa devamında da hep haklı çıkar ve ne hikmetse her “hayır” deyişi hayırlara vesile olur!  

Çünkü, neden ve nasıl bilinmez ama anneler bilir! Ama biz bunu bir türlü bilmeyiz... Tıpkı gecenin bilmem hangi saati “gak” dediğimizde yanımızda bitiverdiklerini bilmediğimiz gibi...  

Sonra...  

“Robert”, dedim, “önce annem sonra sen!”.  

 
Toplam blog
: 22
: 588
Kayıt tarihi
: 08.12.06
 
 

Sabun köpüğüne alerjili organizma! Ankara' nın en sert kışlarından birinde doğmuşum ki zaman ..