Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Haziran '13

 
Kategori
Kişisel Gelişim
 

Oscar ödülüne aday mısınız?

Oscar ödülüne aday mısınız?
 

Hayatın, tek başına bir anlamı yoktur. Hayat, bir anlam yaratma fırsatıdır. Anlamı, ancak onu yaratırsan bulursun.

Osho

 

Herkesin, hayata dair söyleyeceği birkaç sözü mutlaka vardır. Fakat çoğu zaman, " hayatın anlamı ne ?" sorusuna vercek bir cevap bulamaz, kem-küm, eh işte! birşeyler düşünüp ifade etmeye çalışırız. Herşeyi bilen insan, neden bu soruyu cevaplamakda aciz kalıp, zorlanır? İçinde yaşayıp da ne anlama geldiğini bilememek, sıradan, klişe sözlerle geçiştirmeye çalışmak, hiç de insanlığa yakışır bir davranış değildir.

 

Birgün boyunca, evinizde, işyerinizde, çarşıda, pazarda yetişkin insanları dikkatlice izlerseniz, dik bir duruşu olan canlı, gülümseyen bir yüze sahip insanlara az rastlayacaksınız. Bir de çocukları izleyin. Cıvıl cıvıl hareketli, ordan oraya koşturan, istediğini almak için herşeyi denemekten çekinmeyen, ağlayıp bağırıp tepinebilen, Sevip sevmediğini avaz avaz bağırıp söyleyecek cesarete sahip olan, korkusuz minik hayat kahramanlarını.. Hepimiz çocuktuk, biz de onlar gibiydik. Ne değişti, ne oldu da hayatı omuzlarımıza aldık, taşımaya çalışırken belimiz büküldü, yüzümüz düştü? Hangi karanlığa bakakaldık da, gözümüzün feri söndü? "Sorumluluk" kendimiz olma sorumluluğunu aldık. Öncelikle yeme içme, barınma, üreme gibi ihtiyaçların karşılanıp, hayatta kalabilme sorumluluğunu aldık ve orada takılı kaldık.. Tek derdimiz, hayatta kalabilmek, hatta çağımızda abarttık lüks bir şekilde hayatta kalmayı hedefledik. Şimdi  hayat= karın doyurmak,barınmak oldu. Eeeee! ilk insanın da amacı buydu. Sadece hayatta kalmak. O halde " anlam yaratma fırsatı " olan hayatı ıskaladık. Ne istediğimizi bilmiyoruz. En büyük yanılgımız da bu. Hayatta kalabilmek bir zaruriyettir, zaten bunun içinde yaşamak, ihtiyaçların giderilmesi kaçınılmazdır. Öyleyse insan çocukluğundaki gibi mutlu olabilmek için, zaruriyet dairesinin içinde olup, hem dışında kalmayı nasıl becerebilir?  Bu ancak ve ancak zihninin farkında olup, nasıl yönlendirebileceğini bilmesiyle olur. Ama başkalarını yönetmeye çalışmaktan, kendimizi yönetmeye fısatımız yok ki. Başkalarını suçlayıp, eğitip değiştirmeye çalışıyoruz ya, bütün zamanımızı alıyor. Vaktimiz yok. Tabii sürekli dışarıya uzattığımız dilimiz, elimiz, gözümüz hayatımızı korkunç bir karmaşaya çevirip, içinde kendimizi kaybediyoruz. Oysa dışardakilerin  aklı da var, fikri de. Duyularımız aracılığıyla edindiğimiz  düşünce ve inançlar sadece bizim içindir. Onları sadece biz biliriz. Hayata dair gördüğümüz o resimler sadece bizim zihnimizdedir. Onları biz meydana getirdik ve can verdik. Dışarıdaki Ahmet'ler, Ali'ler, Ayşe'ler bitmez ki..O isimlere takılıp kalmak, sadece gerçekten emin olduğumuz tek şey olan, kendi ismimizi unutmamıza sebep olur. Dışardan geldiğini zannettiğimiz, düşünce ve duygularımızı sadece kendimiz doğurur ve büyütürüz. Onları kendi inanç süzgecimizden geçirdikten sonra, doğru-yanlış, iyi-kötü diye isim takarız. Halbuki, bir dağ başında boşluğa seslenip, söylediklerimizin yankı yapıp bize geri dönmesinden başka bir şey değildir. Dışarı çıkıp geldikten sonra, bize geri gelen sesi tanımayıp, kim konuştu diye etrafımıza bakar durur, suçlu ararız. Neden bazımız mutlu iken, bazılarımız çöküntü içinde yaşar dururuz. İnanın sorumlusu yaşadıklarımız karşısında, zihnimizde meydana getirdiğimiz resimler (düşünceler) dir. Hayatımdan bir örnek vermek istiyorum. Komşumun çocuğu ile benim çocuğum aynı yaşta(12) ve yüzmeyi de aynı derecede birlikte öğrendiler. Geçen gün baktım, komşum çocuğunu yüzerken bırakmış, alışverişe gideceğini söyledi.  Nasıl yani dedim, çocuğun denizde yalnız. Olsun, dedi yüzmeyi biliyor. Düşündüm kaldım. Ben böyle bir davranışta bulunamam. Komşum rahatlıkla bırakıp giderken, ben niye rahatsız oluyorum.? Çünkü o, zihninde kötü senaryoyu seyretmiyor ve yüzme biliyor olması onun için yeterli oluyor , birşey olmaz diyebiliyor. Ben ne yapıyorum? Yüzme bimesi yeterli olmuyor, deniz bu herşey olabilir, ya boğulursa! diye korkup bırakamıyorum. Çünkü,zihnimde o senaryoyu seyretmek beni rahatsız ediyor. İkimiz de anneyiz, bizi farklı kılan ne ? DÜŞÜNCELERİMİZ. işte kararlarımızı, hep bu filmler (düşünceler ve inançlarımız) yönlendiriyor. Halbuki senaryoyu yazan da, yöneten de, oynayan da biziz. O zaman kendimizi, yine kendimiz yönetiyoruz. Filmin anlamlı olup olmaması da bizim tecihimiz oluyor. Hayata anlam katan kendimizken, bunun farkında olmadan bilinçsizce, onu bunu suçlayarak hayatımızı heba ediyoruz. Madem kendi sonuçlarımızı kendimiz meydana getiriyoruz, bunu en iyi ve olumlu nasıl yapabileceğimize odaklanalım. Yazdığımız senaryoları, kaliteli ve anlamlı kılarak, hayatımızın içine  yerleştirdiğimiz kameraları, çektiğimiz filmin bütününü görecek şekilde yerleştirip, sıkı bir yöntimle, başarılı ve tatminkâr bir filmin başrol oyuncusu olabiliriz. Hayallerimizi, resimlerimizi istediğimiz yönde değiştirebiliriz. Oynadığımız rol oscar ödülüne aday olabilir. Fakat önce hangi filmde oynayacağımıza karar verip, gerektiğinde de değiştirebileceğimizi bilmemiz gerekir. Eğer memnun değilseniz, sadece zihninizdeki filmi değiştirin, oynadığınız rol de değişecektir.

Ödülünüz ise istediğiniz hayat olacaktır...

 

SEVGİLERİMLE.  

  

 
Toplam blog
: 57
: 4512
Kayıt tarihi
: 19.12.12
 
 

Kainatta nokta, nokta da kainat olan "İNSAN" İnsanı keşfetmek için cıkılan yolda bir yolcu sadece. ..