Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Haziran '12

 
Kategori
Sosyoloji
 

Osmanlı, Türkiye, AB ve kürtaj

Osmanlı, Türkiye, AB ve kürtaj
 

Uzun söze gerek yok TÜRKİYE dünyanın ortasındadır (Küre sanal ortamdan alıntıdır)


Kim kimin için çırpınıyor?

Yazarımız Oğuz Atay'ın 'Cam kırıkları gibidir bazen kelimeler; ağzına dolar insanın. Sussan acıtır, konuşsan kanatır.' diye anlattığı gibi bir durum içindeyiz. Son yıllardaki kimi gelişmeler karşısında toplum olarak kendi içimize dönmeye başladık. Arada yükselen kimi sesler ile kendinden menkul siyasi muhalefet de olmasa içine düşülen açmazların boyutlarını anlayabilmemiz çok zor. Bu kapsam da ne tarih ne siyaset ne terbiye ne gelecek ne de kendimiz olabilmek yönünden bilincimizi sağlam tutmaya çalışıyoruz. Güçlükler karşısında direnmesini bilen insanoğlu ne yazık ki kendisinden uzakta olan kimi çıkışlara karşı koyamıyor. Oysa kendisi adına kalkışıldığı söylenen kimi düzenlemelerin ise bir oldu bitti biçiminde kotarılmak istendiği yılların içinden geliyoruz.

Kimi keyfi tutumlar ile siyasi ikbal uğruna girişilen bu tür düzenleme çabalarının o çok savunuyan 'ileri demokrasi' kapsamında var olması düşünülen orta yolu bulmak biçiminde gitmediğini görüyoruz. Bu da ister istemez geniş toplumu geriyor. Kendi yağı ile kavrulmaya çalışan sessiz çoğunluk her an korkunç bir ezilmişlik duygusu altında kalıyor. Kendsi adına kalkışıldığı söylenen kimi yaklaşımlar konusunda düşüncesi bile sorulmayan kesimler huzursuzluk içinde izliyor gelişmeleri. İnsan olmak temelinde adalet, iş, eşitlik, liyakat, yetenek, sevgi saygıi hak hukuk, paylaşımcılık, yurttaşlık ve güvenlik gibi yüce değerlerin sorgulanmaya başlandığı bu ortamda kişiler mutsuz.

Bu ortamda ne tek tek kişilerin ne değişik toplum kesimlerinin ne de yürülükteki siyasi ve hukuki dayatmaların gerçekçi olduğunu düşünmek mümkün. Kamuoyundaki genelgeçer kanı hiç değişmiyor: Birileri cebini doldurmak için her şeye uygun bir kılıf uyduruyor. Gerisi laf-ı güzaftır!

Şimdi gelelim atalarımızdan kalan bazı miraslar üzerinde nasıl bir çıkış yolu aranmakta olduğunun irdelenmesine.

Avrupa Osmanlı'dan sonra Türkiye Cumhuriyeti üzerinde de söz hakkı elde etmiştir

AB için Türkiye çantada keklik sayılsa bile bu uğurda katlanması gereken pek çok sınavdan geçmesi gerektiğini anlıyoruz. Bu sınavlar iç hukuk mevzuatı yanında Türk toplumunun hızla çoğalması önde gelen ilk sorunlardır. Ayrıca Osmanlı Devletinin çöküş yıllarında özellikle 1850'lerden sonra Osmanlı Devleti içindeki Gayri Müslimler ile Türkler'den başka etnik kökendeki diğer toplulukların değişik içerikli hukuki sorunları bugün için AB açısından da çözülebilmiş değildir. Bilindiği gibi bu konularda hiç bir ilkenin bir diğerine 'neden bu böyle yapıyorsun' diye sorgulamak gibi bir hakkı da yoktur. Oysa Türkiye ne yazık ki Amerika dahil Batı karşısında 'boynu kıldan ince' imiş gibi bir tavır alış içindedir.
 
Batı'nın ahlâki değerleri ile Batı'nın güdümündeki ülkenin bölünme travması nasıl açıklanabilir?
 
Osmanlı Devletimizi çeşitli desiseler ve savaşlar yolu ile çökerten Batı; içinde bulunduğu güvenlik, ulusal bütünlük, hukuki dağınıklık, üretim ve pazarlamayı da içeren ekonomik birlik sıkıntıları yönlerinden kendisine yaklaşmak zorunda bırakılan Türkiye üzerinde bazı köklü düzenlemeler yapmaya çalışmaktadır. Bu durum kamuoyunda özellikle Batı ahlaki değerlerinin giderek hayata geçirilmesi yanında ülkenin bölünme travmasını da içermekte olduğundan 'teslimiyet' olarak değerlendirilmektedir. Kaldı ki kendilerine çok bel bağlanılan ABD ile çoğu AB ülkeleri toplumsal oluşumlarında tek tip insan, tek bir dil, tek bir kültür olarak mı yaşamaktadırlar? O toplumlarda da kesinlikle egemen bir üst kimlik ile onu bütünleyen tarihi, kültürel ve dini özellikler taşıyan diğer kimlikler vardır. Bu da insanlığın binlerce yıldan beri yaşayageldiği bütüncül bir durumdur.
 
Eşitlikler ve temel hak ve özgürlükler bağlamında kalındıktan sonra toplum hiç bir biçimde çatışmacı bir yöne doğru yol almaz. Eğer bugün Türkiye'de kimi sürtüşmeler ile bir türlü önlenemeyen bölücü terör var ise bunlarım kökeninde ülkemizin başta komşularımız olmak üzere kimi Batılı güçlerce kıskanılmakta oluşu yatmaktadır. Bu kapsamda Türkiye sahip olduğu yer altı ve yer üstü zenginlikleri ile çalışkan insan gücü ile büyük bir güçtür. Ayrıca ülkemiz su kaynakları ve yoğun nüfusu ile de göze batmakta; değişik içerikli desiseler ile parçalanmak ve sömürülmek istenmektedir.
 
Bu yüzden bazı uygulamaları ile eleştirsek bile tek parti iktidarını ülkemizde yeniden uygulayan Hükümet'in AB karşısındaki tavır alışların çok önemli olduğunu düşünüyorum. Kaldı ki Türkiye tarih, kültür, iktisadi durum, tarımsal üretim, su ve enerji kaynakları ile bulunduğu egemen konum bakımından AB'ye yamanmak değil kafa tutmak türünden siyasi çıkışlar da geliştirebilecek bir konumdadır bugün.
 
Batı'ya teslim olmak intihardır
 
Bana göre Türkiye sağlıklı ve güvenli geleceği için Batı'ya olduğu kadar Doğu'ya da yönelmek zorundadır. Bu açılardan geliştirilecek dengeli siyasi açılımlar Türkiye için maddi ve manevi ağırlıktaki en büyük kazanımlar olacaktır. Başta Çin olmak üzere Hindistan, Kazakistan, İran, Azerbaycan, Ukrayna, Özbekistan, Türkmenistan, Pakistan, Arap Birliği ile Rusya karşısında AB mevzuatına kapılmak siyasi ve iktisadi intihardır bence.
 
Osmanlı Devletimizin başına gelenlerden hiç mi ders alınmıyor? Yoksa işin içinde Türk kamuoyunun bilmediği başka durumlar mı var bu konuları yetkililer ile siyasetçiler açıklamak zorundadır. Bir de unutmayalım ki bu millet ne çekti ise 'kapalı kapılar ardında' kotarılan kimi pazarlıklar ile tek yönlü siyasi ve askeri bağlanmalardan çekmiştir.
 
Türkiye'deki iç hukuk AİHM Kararlarına göre 'ehveni şer' olsa gerek
 
AB yetkilileri Türkiye'deki iç hukuktaki düzenlemeler ile kimi siyasi uygulamalar bakımından  Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerini sık sık eleştirmekten geri durmazlar. Okuyabildiğim kadarı ile bu eleştirilerin çoğunda haksız oldukları da söylenemez bence. Bu kapsamda Türkiye'den yapılan başvurulara bağlı olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Kararları  Türkiye'deki yargılamaların nerede ise %90'a yakın bir bölümü yok sayar, tazminata mahkum eder, noksanlıkları en ince ayrıntılarına kadar belirtir ve eleştirir. İşte bu yüzden TC Hükümetleri de TC Yargı erki de alınan bazı idari kararlar ile verilen mahkeme kararlarında AB Yasalarına göre ince ayarlar yapılmasına çalışılır. Ne ki TC Hükümetleri yeniden seçilebilmek ve seçmen odaklarını kendilerine bağlamak uğruna AB ülkeleri yetkilileri yanında Avrupa Konseyi (AK) ile AP yetkililerinin de seslerine kulak vermek zorunda kalmışlardır.
 
AB Uyum Yasaları Türkiye'nin sorunlarını çözebilir mi?
 
TBMM çatısı altında tartışılarak yürürlüğe giren bu çabalarındaki tek amaç Avrupa Birliği (AB) üyelik sürecinde; her siyasi iktidarın keyfine göre çıkarttığı iç hukuk mevzuatını Kopenhag siyasi kriterlerine de bağlı olarak AB mevzuatı ile uyumlu hale getirmektir. Bu bakımdan Türkiye'de yürürlükte bulunan kendinden menkul bazı yasaların ki bunlar içerisinde ayrımcılıktan bazı İslami söylemlere, dokunulmazlıklardan miras paylaşımına, Kıbrıs Sorunundan yaklaşık yirmi günden beri tartışılmaya başlanan yeni kürtaj yasasına kadar binlerce konu sıralanabilir.  Eğri oturup doğru konuşalım: AB Uyum Yasaları Türkiye'nin sorunlarını çözebilir mi?
 
Avrupa Konseyi Genel Sekreter Yardımcısı Maud de Boer-Buquicchio Türkiye'de
 
Avrupa Konseyi Genel Sekreter Yardımcılığı görevini iki dönemdir yürüten Maud de Boer-Buquicchio 11 Haziran 2012 Pazartesi gününden bu yana bazı resmi görüşmeler için ülkemize gelmiş. 'Aile içi şiddetle mücadele' konusundaki Avrupa Sözleşmesi’nin mimarı olan Boer-Buquicchio basından öğrendiğimize göre kadına karşı şiddet toplantıları için bir dizi görüşmeye katılacakmış. Bu kapsamda basına kapalı olarak öncelikle Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’le görüşmüş.
 
Hürriyet Gazetesi'nin haberine göre, Maud de Boer-Buquicchio AK Parti Hükümetini hop oturup hop kaldıracak bazı açıklamalarda bulunmuş. Öncelikle : 'Kürtaj yasaklanıp nüfus artırılmaz” diye genel bir çıkış yapan Maud de Boer-Buquicchio aşağıdaki çıkışları ile de Hükümet'in AB yönünden nasıl görülmekte olduğunun da ip uçlarını vermektedir. Bir yönü ile de onun bu ziyareti özellikle kürtaj konusunda neler yapılmak istendiğini öğrenmek, gerekli uyarılarda bulunmak, aile kurumunun en önemli üyesi olan kadının siyaset içerisinde yer alması bakımından önünde bulunan siyasi iradeyi uyarmak ve kadınların da kendi haklarını alabilmek için gerekli çıkışlarda bulunmalarını öğütlemektedir.
 
Beklediğimiz doğrultuda siyasi irade var
 
'Fatma Şahin ve Sadullah Ergin ile ikili görüşmeler yaptım. Fatma Şahin’in erkek bakanları teşvik etme konusunda ne kadar yoğun çaba sarf ettiğini biliyorum. Bakan Ergin de toplumsal farkındalığın artırılmasına yönelik bütün önerilerimize sıcak yaklaştı. Cinsiyetler arasındaki ayrımcılığın ve aile için şiddetin kötü birşey olduğu çocuklar çok küçükken öğretilmeye başlamalı. Bakan Ergin de, bu eğitimin ilkokulda verilmesi konusunda olumlu. Beklediğimiz doğrultuda siyasi irade var ve bunu önemsiyorum.'
 
Türkiye'de mevcut yasal pozisyonundan geriye gitmek
 
'Avrupa Konseyi’nin kürtaj konusunda bir tutumu yok. Bu iş ulusal yasaların inisiyatifine bırakılmıştır. Ancak benim şahsi fikrime göre bir kadın olarak kendi bedenimin hakimi benim. Kürtajın yasal süresi Avrupa ülkelerinde 10-12 hafta arasındadır. Türkiye’deki tartışma henüz yasalaşma noktasında değil ama tartışılan şey mevcut yasal pozisyondan geriye gitmek demek. Milyonlarca kadını etkileyecek bir karardan söz ediyoruz ve doğal olarak kadınların söz hakkı olmalı. Bu konuda sivil toplumun görüşlerinin dikkate alınması gerektiğini görüştüğüm bakanlara da söyledim.'
 
Kadınların çocuk yapmak isteyeceği ekonomik ve fiziki şartları iyileştirmeli
 
'Hiçbir kadın kürtaj olmaktan mutlu olmaz ve kürtajdan yana değildir. Kürtaj bir travmadır ve son çaredir. O nedenle de zaten zor olan bu konuda hükümetin baskıcı önlemler almasını istemeyiz. Eğer hükümet kadınları çocuk yapma yönünde teşvik etmek istiyorsa bunun önlemlerini almalı. Kadınların çocuk yapmak isteyeceği ekonomik ve fiziki şartları iyileştirmeli. Yani ‘Kürtajı yasaklıyorum’ demek yerine ‘Size çocuk yapmanızı teşvik edecek ortam yaratacağım’ mesajı vermeli. Bu mesaj negatif değil pozitif yollarla verilirse sonuç daha iyi olur. Çünkü kürtajı yasaklarsanız daha az kadın kürtaj olmayacak. Sadece şu olacak; parası olanlar yurtdışına gidip kürtaj olacak, olmayanlar merdiven altlarında. Sonuçta annelerin ve gelecekteki bebeklerin hayatlarını riske atmış olacaksınız. Kürtajı yasaklayarak nüfusunuzu arttıramazsınız.'
 
Kadının bedenine ne yapacağına kimse karışamaz
 
'Cenin taşıdığı sürece anneye aittir. Belli bir noktadan sonra kendisine ait bir yaşamı var elbette. Ama bunun ne zaman olduğuna kim karar verebilir ki? Bir kadın olarak bedenime ne yapacağıma hiç bir politikacı, dini otorite ya da yasa yapıcı karar veremez.'
 
Kadını üreme makinesi gibi görmek yanlıştır
 
Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep Akdağ'ın 'tecavüz sonucu hamile kalan bir kadının doğuracağı bebeğe devletin bakabileceği yönündeki açıklamasını nasıl değerlendirdiniz' sorusuna ise Maud de Boer-Buquicchio şu cevabı veriyor:
 
'Kadını bir üreme makinesi gibi gören bu yaklaşım çok yanlış. Anne olmak, aile olmak çocuğu doğurmak kadar sağlıklı bir ortamda yetiştirmek demektir.'
 
Kadınlar siyasetin içinde büyük roller almak için mücadele etmeli

Ülkemizde kürtaj konusundaki uygulamalar konusunda kamuoyunu değişik tepkilere yönlendirecek hiç bir birikimin bulunmadığı açık. 1983 yılından bu yana da eski yıllarda yasak olan kürtaj belirli kurallar çerçevesinde uygulanagelmektedir. Bu bağlamda gelişen siyasi tartışmalar ve bazı tepkiler nedeni ile kendisine 'sokağa dökülen kadınlara mesajınız nedir' sorusu yöneltilen  Maud de Boer-Buquicchio 'nun verdiği cevap oldukça anlamlıdır:
 
'Seslerinin duyulduğundan emin olana kadar ses çıkartmaya devam etsinler. Ama bir yandan da siyasetin kenarında kalmak yerine karar vericiler arasına girmek için hırslansınlar. Ne yazık ki ülkenizde çok az kadın siyasetin parçası. Türkiye’deki kadınlar aktif siyasetin içinde daha büyük roller almak için mücadele etmeli.'
 
TÜSİAD da gelişmeler karşısında artık 'haykırmak' gerektiğine inanıyor
 
Dün  İstanbul'da Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD)'nin Yüksek İstişare Konseyi (YİK) toplantısında konuşan Başkanı Ümit Boyner, TÜSİAD'ın bazen  ekonomi dışı konularda fazla görüş serdettiğini düşünenlerin olduğunu, ancak 'ekonominin yalnızca ekonomi olmadığını da biliyoruz. AB uyum  sürecinde bu gerçeği yakından anlama imkanımız oldu' yorumunda bulunmuş. Bu çerçevede 'Biz  ekonomi dışında konulara girdiğimizde, siyasi hayatta ortak paydaları aramanın,  toplumsal mutabakatı sağlayacak şekilde meselelere yaklaşmanın, dayatmacılıktan  uzak olmanın önemini vurguladığımızda, hukuk devletine ne pahasına olursa olsun  sahip çıkmamız gerektiğini haykırdığımızda biliyoruz ki, tüm bunlar aynı zamanda  ekonomide rahatlığın, refahın ve özgüvenin sürdürülebilmesi için de gereklidir.  Siyasi reform süreci ile iktisadi başarı arasındaki bu somut ilişki dolayısıyla  bizlerin ekonomi dışındaki konulara kayıtsız kalması düşünülemez.' açıklamaları ile ülkemizdeki son gelişmelere karşı artık seslerinin daha da yükselebileceğini vurgulamış.
 
Bilindiği gibi kurulduğu 1971 yılından bu yana 'Kapalı Ekonominin Krizleri'ne de bağlı olarak değişik alanlardaki sorunlar için 'iş dünyası çözüm üretiyor' diyerek yola çıkan TÜSİAD'ın ülkemizi ilgilendiren pek çok konuda yayınları ve açıklamaları bulunuyor.
 
Eğitim yalnızca siyasetin meselesi değildir
 
'Vergi veren tüm iş dünyası, çalışanlar, düşünenler, protesto etmenin bedelini çok ağır ödeyen öğrenciler ya  da kıyafeti nedeniyle üniversiteye sokulmayan gençler, sansürlenen medya  mensupları, ezilen ve şiddete maruz bırakılan kadınlar, iş güvenliği  standartlarında geride kalındığı için canını kaybeden işçiler adına' açıklama yapmak zorunda olduklarına değinen Başkan Boyner, kendilerine yöenltilen kimi tepkiler de cevap verircesine:
 
'Mesela eğitim yalnızca siyasetin meselesi değildir ki  yaptığımız çalışmaları ve sonuçlarını kamuoyu ile paylaşmayalım. Bu sistemde  okuyacak olanlar, ülkemizi bir üst lige taşıyacak olanlar, geleceğin rekabetçi  dünyasına hazırlanması gerekenler bizim çocuklarımız. Dolayısıyla eğitim konusu  bizim birincil paydaşı olduğumuz bir konu.' çıkışı ile geç de olsa eğitim konusundaki son gelişmelerden de kaygılı olduklarını vurgulamış.
 
Tartışılan kürtaj konusu, tecavüzün  neredeyse doğal karşılandığını ihsas ediyor
 
Kadın Hakları konusunda en az Avrupa Konseyi Genel Sekreter Yardımcısı Maud de Boer-Buquicchio kadar duyarlı olduğu anlaşılan TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner:
 
'Son zamanlarda kadının konumu, toplumsal hayatta layık görüldüğü yer,  kadın söz konusu olduğunda kullanılan dil ve üslup en hafifinden ürkütücüdür.  Anlaşılması zor bir duyarsızlıkla gündemde tartışılan kürtaj konusu, tecavüzün  neredeyse doğal karşılandığını ihsas eden aşağılayıcı beyanlar yalnızca kadınları  değil toplumun vicdan sahibi tüm kesimlerini rencide etmiştir, kırmıştır. Tüm  araştırmalar kadınların iyi eğitimli olmadığı, işgücüne katılmadığı ülkelerin  küresel rekabette nal toplayacağına işaret ediyor. O zaman bu konuya değinmek de  iş insanları olarak bizim görevimiz.' açıklaması ile Hükümet'in kürtaj konusundaki yeni düzenleme çabalarını yakından takip etmekte olduklarını da açıklamış bulunuyor.
 
Bu değerlendirmeler ve tepkiler ışığında Hükümet'in bu ay sonuna kadar TBMM getirmeyi tasarladığı Yeni Kürtaj Yasası tasarısı, sanırım 'dağ fare doğurdu' bir biçim kazanarak yasalaşacak. Gelişmelere bakarak AB karşısında bir türlü kendimiz olamamak bakımından Türkiye yeni bir yol ayrımında çok dar bir dönemece geldi diyebilir miyiz?
 
(Alıntı kaynakları:  hurriyet
 
http://www.tusiad.org/
 
http://www.euractiv.com.tr/
 
http://tr.wikipedia.org/ )

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..