Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Ağustos '18

 
Kategori
Tarih
 

Osmanlı Borçları ve Düyun-u Umumiye İdaresi

Osmanlı Borçları ve Düyun-u Umumiye İdaresi
 

İstanbul'daki Duyun-u Umumiye binası


1881 ile 1939 seneleri arasında Osmanlı Devletinin diğer ülkelere olan borçlarını yani dış borçlarını takip eden ve düzenleyen kuruma Duyun-u Umumiye adı veriliyordu.
 
Osmanlı’da, daha Fatih Sultan Mehmet döneminde, yani 15. Yüzyıl’da  altın  ve gümüş darlığı başlıyor. Avrupa’da coğrafi keşiflerden  sonraki  altın  ve gümüş  bolluğunun bir sonucu olarak Osmanlı piyasaları “Duka”, “Real” gibi yabancı paraların istilasına uğruyor. Osmanlı akçesinin değeri düşüyor. Piyasada “kalp” paralar çoğalıyor. Mal fiyatları yükseliyor. Enflasyon artıyor. Bitmeyen askeri harcamalar  hazineyi sarsıyor. Devlet, 1550’den sonra akçeyi sürekli küçültmek zorunda kalıyor. Para darlığı “tefeciliğe” ve “faizciliğe” yol açıyor. İslam şeriatı en çok yüzde 15‘lik bir faize izin verirken Osmanlı’da uygulamada yüzde 30 ile yüzde 60 arasında faizle borç verip  zenginleşenler oluyor. (Sinan Meydan, Para Pul Olunca)
 
İlk kez Kırım Savaşı sonrası 1854 yılından itibaren dış borçlanmaya giden Osmanlı Devleti, 1874 yılına gelindiğinde 15 ayrı ülkeden dış borç almıştı. Bu süre zarfı içinde ise 239 milyon lira borç olmasına rağmen hükümetin elinde sadece 127 milyon lira bulunmuştur. Osmanlı Devleti ilk borçlanmasını ise Kırım Savaşı zamanında savaş giderlerini karşılamak amacıyla yapmıştır.
 
500 yıldan fazla güçlü bir devlet olarak hüküm süren bir yapının, özellikle padişahın danışmanlarının etkisiyle, Fransız ve Yahudi kökenli Avrupa bankerlerinin eline düşünce 20 yılda finansal olarak sonu geldi.
 
Lozan Antlaşması ile Duyun-u Umumiye kurumunun vergi denetleme görevi son bularak yalnız borçların alacaklılara paylaştırılması görevi devam etti...
 
Osmanlı Devleti çöktükten sonra bu topraklarda kurulan yeni devletler ve Türkiye arasında bu borçlar paylaştırıldı. Ancak borcun büyük bir kısmı Türkiye'ye kaldı. Bu borçlar ancak Cumhuriyet döneminde bitirilmiştir.
.
Osmanlı Ekonomisinin Dış Borç Batağına Batışı
Osmanlı Devleti, 1854 yılında başlayan borçlanma batağı sürecine 1875 yılına kadar dayanabildi. Öyle ki 1874-75 yılı bütçe geliri 25.104.928 lira iken, 5 yıla ait dış borç ödeme taksiti 13.200.000 liraya ulaşmıştı. 1854-1875 yılları arasında Batılı devletlere 220 milyon sterlin borçlanılmıştı ama ele geçen para yalnızca 116 milyon sterlindi! Bu dış borç taksitinden başka iç borç taksitleri de bütçe üzerinde ayrı bir yük oluşturuyordu. Nihayet iç ve dış borç taksitlerini devlet bütçesi ödeyemez hale gelince dönemin Sadrazamı Mahmut Nedim Paşa bir tebliğ yayınladı. Bu tebliğde, hükümetin bütçe açığından dolayı borç ödemelerinde bir değişiklik yapıldığı belirtiliyordu. Faiz ve yıllık ödeme taksitlerinin yarısını para, kalan yarısının da yeni basılıp dağıtılacak %5 faizli hisse senetleriyle ödenmesi öngörülüyordu.
 
Osmanlı İmparatorluğu’nun 19. yüzyılda dış borç çıkmazına doğru ilerleyişini etkileyen pek çok faktörden söz edilebilir. 16. yüzyılın ortalarında başlayıp derinleşen 17. ve 18. yüzyıl mali bunalımı, çok büyük gelir yetersizliği yaratmıştır. Bunun yanı sıra yenilgiyle sonuçlanan savaşlar, kapitülasyonlar, imparatorluğu sömürgeleşmeye götüren ticaret anlaşmaları, elde edilemeyen vergi gelirleri, Osmanlı tüketim modeli ve kapitalist Avrupa ülkelerinde oluşan aşırı sermaye birikimi de imparatorluğu borçlanmaya iten iç ve dış faktörlerdir. Bu gelişmelerin sonucunda İmparatorluk ilk kez 1854 yılında dış borç almış ve bu süreç çok kısa sürede borçların ödenemeyeceğinin ilanıyla sonuçlanmıştır. (Binhan Elif  Yılmaz)
 
Düyun-u Umumiye İdaresi’nin Kuruluşu
Avrupa’dan gelen bu alacaklı temsilcileri ile Osmanlı Devleti tarafından görevlendirilen memurlar bir komisyon kurarak devletin borçlarını ödeme şekillerini ve bir sistem kurarak bu işlerin takibi için çalışmalar yapacaklardı.
 
1881 ile 1939 seneleri arasında Osmanlı Devletinin diğer ülkelere olan borçlarını yani dış borçlarını takip eden ve düzenleyen kuruma Duyunu Umumiye adı veriliyordu. II. Abdülhamit döneminde açılan Duyunu Umumiye’nin sözlükteki temel anlamı “Genel Borçlar” olarak geçmektedir. Yabancı devletlerden oluşan bu idareyle Osmanlı topraklarındaki tütün üretimi gibi bazı kalemler bizzat yabancı devletler tarafından yönetilerek bunların gelirlerine el konulmuştur. 1881 yılında bu kurum kurulduktan sonra Osmanlı Devletinin Mali ve ekonomik birçok alanında etkisi olmuştur.
 
İlk kez Kırım Savaşı sonrası 1854 yılından itibaren dış borçlanmaya giden Osmanlı Devleti, 1874 yılına gelindiğinde 15 ayrı ülkeden dış borç almıştı. Bu süre zarfı içinde ise 239 milyon lira borç olmasına rağmen hükümetin elinde sadece 127 milyon lira bulunmuştur. Osmanlı Devleti ilk borçlanmasını ise Kırım savaşı zamanında savaş giderlerini karşılamak amacıyla yapmıştır.
 
Osmanlı borçlarının yönetimi için bir kurum oluşturulmuş,” kısaca “Düyun-u Umumiye İdaresi” denilmiştir. Böylece ilk dış borçlanmasını 1854 yılında gerçekleştiren Osmanlı, II. Abdülhamit ’in padişahlığı döneminde kurulan Düyun-u Umumiye İdaresi ile borçlanma serüveninde yeni bir sayfa açıyordu.
 
Düyun-u Umumiye ’nin Osmanlı Ekonomisi Üzerindeki Etkileri
Düyun-u Umumiye’nin Osmanlı ekonomisi üzerindeki en önemli etkisi, Osmanlı maliyesi üzerine kurduğu ayrıntılı ve etkin denetim nedeniyle Osmanlı tahvillerinin riskinin azalması oldu. Alacakların güvence altına alınması nedeniyle Osmanlı İmparatorluğu Avrupa para piyasalarında daha elverişli şartlarda ve daha düşük faizlerle borç bulmayı başardı. Ama bu durumun bir ters etkisi de olacaktı. Kurulan ayrıntılı ve etkin denetim sayesinde artık net fon akımlarının yönü değişmiş ve yüksek oranlarda artı-değer Osmanlı ekonomisine kazandırılmak yerine kesintisiz biçimde Avrupa’ya aktarılmaya başlanmıştı.
 
İdare’nin Yapısı
Düyun-u Umumiye İdaresi görünürde Osmanlı İmparatorluğu’nun bir kurumu, gerçekte ise hükümet yerine yalnızca alacaklılara karşı sorumluğu bulunan bir yapılanmaydı. Zamanla adeta Osmanlı ekonomisi denetleyen ikinci bir maliye durumuna geldi. Örneğin 1912 yılında Maliye Bakanlığı’nda yaklaşık 5.500 memur çalışırken, Düyun-u Umumiye İdaresi’nde tam 9.000 memur bulunmaktaydı. Osmanlı ekonomisi üzerindeki etkisi zamanla o derece güçlendi ki, Osmanlı İmparatorluğu’nun gelirlerinin yaklaşık üçte biri idare tarafından tahsil edilmeye başlandı.
 
Merkezi İstanbul’da bulunan Düyun-u Umumiye İdaresi’nin en yetkili organı olan İdare Meclisi’ adi. Toplam üye sayısı 7 olup, bunlardan 5’i Avrupalı tahvil sahibi temsilcisi, 1’i Osmanlı tahvil sahibi temsilcisi, 1’i de iç borçlar temsilcisi statüsündeydiler. İstanbul’da kurulan 4 merkez müdürlükleri ile bölge müdürlüklerinden oluşan taşra teşkilatları da genel müdürlüğe bağlanmıştı. 1898’in sonunda bölge müdürlüklerin sayısı 26’ya, il ve ilçelerdeki müdürlüklerin sayısı ise 720’ye ulaşmıştı.
 
İdare, kendisine verilen gelirlerin toplanması, tahsili, işletmesi ve tespit edilen plana göre alacaklıların borçlarını ödenmesinden sorumlu idi. Bu işte belli başlı olan görevliler şunlardı: Aşar memurları, gümrük memurları, şıra memurları, satışlardan alınan kârları toplayan memurlar ve kaçakçılığı önlemek için görevlendirilen kolculardı. Bu memurların çalışma şartları, görev ve yetkileri her bir kısım için ayrı nizamnameler hazırlanarak belirlenmişti.
 
Teknoloji devleri, ürettiklerini gelişmemiş ve az gelişmiş ülkelere ihraç ederek gelir ve giderleri dengelemede zorlanmadıkları için bütçe açığı vermezler. Sürekli bütçe açığı veren devletler, zamanla açıklarını kapatamaz duruma gelirler. Bu durumda, sürekli dünya finans çevrelerinin kapısını çalarlar. Geçmiş, gecikmiş borçlarını ödeyemeyen devletler, mali sıkıntıya düşerler. Osmanlı Devleti, yaptığı ticaret anlaşmalarında, ayrıcalık yaptığı devletlerce yıllarca sömürülmüştür.
 
500 yıldan fazla güçlü bir devlet olarak hüküm süren bir yapının, özellikle padişah, Fransız ve Yahudi kökenli Avrupa bankerlerinin eline düşünce 20 yılda finansal olarak sonu geldi.
 
Lozan ve Osmanlı Borçlarının Bitişi
Kurtuluş Savaşı başarıyla sonuçlanıp İtilaf Devletleri Türkiye Cumhuriyeti’ni tanımak zorunda kalınca Lozan Konferansı’nda Osmanlı borçları ve Düyun-u Umumiye yeniden gündeme geldi. Ankara Hükümeti daha Kurtuluş Savaşı devam ederken Osmanlı Devleti’nin bıraktığı borçları bazı koşullarla kabul ederken, Düyun-u Umumiye ’yit tek taraflı olarak tamamen reddediyordu. Çok uzun tartışmaların sonunda Lozan Antlaşması ile Osmanlı borçlarının, hem Balkan Savaşları’ndan, hem de 1 Ağustos 1914’den sonra Osmanlı Devleti’nden ayrılan devletlerarasında, her birinin aldığı arazinin geliri ile orantılı olarak paylaştırılması kabul edildi. Lozan Antlaşması’nın yürürlüğe girdiği tarihten sonra, 1 Temmuz 1925’te, Fransız Dışişleri Bakanlığı’nda toplanan komisyonda Ankara Hükümeti toplam 129,6 milyon lira olan Osmanlı borçlarının % 65,2’sine denk gelen 84,6 milyon TL’yi ödemeyi kabul ediyordu.  Daha sonra başka borçların eklenmesi ile bu tutar 107,5 milyon liraya ulaşmıştır.
 
Lozan Antlaşması’nda anlaşmaya varılan bir diğer konu da 1928 yılında kurulacak olan Paris Komisyonu idi. Komisyon, Lozan Antlaşması uyarınca çeşitli devletlere paylaştırılan Osmanlı borçlarını bu ülkelerden tahsil etmekle görevliydi. Paris Komisyonu’nun göreve başlamasıyla Düyun-u Umumiye İdaresi işlevini yitirmeye başlamıştı.
 
Lozan Antlaşması ile Duyunu Umumiye kurumunun vergi denetleme görevi son bularak yalnız borçların alacaklılara paylaştırılması görevi devam etti... Osmanlı Devleti çöktükten sonra bu topraklarda kurulan yeni devletler ve Türkiye arasında bu borçlar paylaştırıldı. Ancak borcun büyük bir kısmı Türkiye'ye kaldı. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ise, Osmanlı borçlarından kendi payına düşen son kısmını 25 Mayıs 1954’te ödeyerek bu yükümlülüğünden kurtulmuştur.
 
İnsanlar gibi kuruluşlar, devletler de üretmeden tüketir; giderlerini belli bir programa bağlamadan yaparlarsa borçlanmak zorunda kalırlar. Diyeceksiniz ki günümüzde borçlanmayan devlet mi var? Gelişmemiş ve az gelişmiş ülkelerin, borçlanmadan yatırım yapmaları zordur. Borcu, tüketim malları ithali için alan devletler, üretime dönük bir ekonomik politika sürdüremediklerinden zor durumlarla karşılaşmaları kaçınılmazdır.  
 
Eğer bir insan, bir aile, bir topluluk bir devlet, şahıstan ya da kurumdan devletten borç almaya başlar; aldığı borçları yatırıma dönüştüremezse mali sıkıntı çekmesi, küresel ekonomik güçlerin yaptırımlarıyla karşılaşması kaçınılmazdır. Tarih bunun binlerce örneğiyle doludur. Aldığı krediyi ödeyemeyen borçludan, finans kuruluşları, yüksek faiz alırlar Yüksek faiz yükünün altına girerek kurtulabilen olmamıştır. Bu tarihi bir gerçektir. Eğer bir taraf büyük kazanıyorsa dünyanın bir ucunda birileri de kaybediyor demektir. Bu asla değişmez. Kısır döngüdür. Birileri kazanacaksa birileri kaybedecektir. Bu şahıs da olsa, şirket de devlette olsa böyledir. Osmanlı İmparatorluğu borçtan batmıştır.
 
Sonuç
Bireyler de toplumlar da şirketler de devletler de “Ayaklarını, yorganlarına göre uzatmak zorundadır.” Ne var ki küreselleşme, artık ne yorgan bıraktı ne ayak bıraktı. Her bireyin bir ya da birden çok kredi kartı var. Kredi kartı karşılığı varsa iyi de… Yoksa faiz üstüne faiz. Şirketler, devletler; aldıkları krediyle yatırım yaparak üretime dönüştüremezlerse gelişmeyi, kalkınmayı gerçekleştiremezler. Açıkçası, ulusal kaynaklarını, ulus yararına kullanan devletler; emperyalistlerin tuzağına düşmeden gelişmelerini, kalkınmalarını sürdürebilirler.
 
İnsanların, gelirlerine göre harcama yapmaları gerekir. Toplumlar da devletler de öyle. Gelirinden, ürettiğinden fazla tüketen toplumlar, borçlanmak zorunda kalırlar.”Ayağını yorganına göre uzatmayanların borçları gün geçtikçe artar. Oysa borç yiyen, kesesinden yer. Borcun bir gün ödeneceği bilincinde olmayanlar, alacaklı kapıya dayanınca ne yapacaklarını şaşırırlar. Borcu, borçla kapatmaya çalışırlar. Bankaların kredi kartları da borcu, borçla kapatmaya uygun düzenlenmiştir; çünkü borç yükseldikçe bankanın ilgiliden alacağı da artacaktır. Cebinde onlarca kartı olanlar. Vadesi gelen bir borcunu, diğer bir kredi kartıyla ödemeye çalışınca borçlar biriktikçe birikir. Borç bini aşınca baklava, börek yenir. Kredi kartlarıyla toplum borçla yaşamaya alıştırıldı.
 
 
 
 
Toplam blog
: 391
: 2555
Kayıt tarihi
: 04.12.12
 
 

Hüseyin BAŞDOĞAN, 1942'de Malatya- Arapgir'de doğdu.Arapgir Ortaokulunu, Diyarbakır Öğretmen Okul..