Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Haziran '16

 
Kategori
Ramazan
 

Osmanlı’da Ramazan

Şu günlerde sıcaklarında bastırması ile ramazan günlerimiz bizleri bir hayli halsiz bırakıyor. Yapılması gereken birçok işimiz olmasına rağmen hem oruç olmamız, hem sıcaklar ve hem de manevi duyguların öne çıkması ister istemez bizlerin daha farklı manevi programları yapmamıza sebep oluyor. Acaba dedim; Osmanlılarda “Ramazan Ayı” nasıl geçiyormuş diye küçük bir araştırma yapıyım dedim ve atalarımızın bu mübarek ayı doya doya yaşadıklarını gördüm. Eminim bizlerde bu güzel adet ve göreneklerden istifade eder ve bu mübarek ayı dolu dolu yaşarız diye ümit ettim.

Osmanlılarda  daha Ramazan ayı gelmeden bir telaş başlarmış. Aileler beraberce turşularını, eriştelerini hatta reçellerini bile imece usulü yaparlarmış ki bu satırları yazarken rahmetli annemin etrafındaki komşular ile bunları yaptıklarını hatırladım. Hatta hala özellikle de küçük yerleşim yerlerimizde bu adetler devam etmektedir. Bu tip faaliyetlerin komşuluk ilişkilerini ne derece arttırdığını yazmamıza gerek bile yok.  Şimdilerde ise yan komşumuzun bile ne yazık ki kim olduğunu dahi bilmiyoruz.

Hele Ramazan ayı geldiğinde büyük konaklarda verilen iftar ziyafetleri akla durgunluk verecek cinstenmiş. Günler önceden hazırlıklar yapılır, konağın içi ve dışı süslenir, gelen misafirler en güzel şekilde ağırlanırmış. Bu ay için özel zemzem suyu getirtilip, top atışıyla birlikte zemzem suyu ile oruçlar açılırmış.

En görkemlisi de Osmanlı Sarayındaki iftar yemekleri imiş. Çok özel misafirler için iftar sofraları kurulduğu gibi, davetsiz misafirlerin de gelebileceği günler varmış. Tamamen halkı ile iç içe imiş…

Teravih namazlarına çok itina ederlermiş ve gittikleri misafirlikte dahi namazlarını eda ederlermiş.  O günden bu güne gerçekten Türkiye’mizde de teravih namazlarına karşı hep dikkat etmişiz ve en güzel şekilde eda etmişiz…

Ramazanda fakirler hep düşünülmüş, yardım ve bahşişler verileceği zaman zarflara koyarlarmış, ya da bir kağıda sarıp gizlice vermeleri büyük adettenmiş. Şimdiki gibi verirken herkese ilan etmek adetlerinde yokmuş…

Çocuklar da asla unutulmamış, ilk defa oruç tutacaklara değişik hediyeler verirlermiş, tam gün oruç tutamayacak çocuklara da öğlene kadar tutturup adına da  “tekne orucu” derlermiş ki bu âdetimiz hala devam etmektedir.

Özellikle de Beyazıt, Çemberlitaş, Sultanahmet meydanlardaki çeşmelerden bedava şerbetler akarmış, insanlar kana kana içsinler diye, adeta bir panayır havasına bürünürmüş bu muhteşem ayda o meydanlar.

En güzeli de zenginler tebdili kıyafetlerini giyip, tanımadıkları bakkal ve manav dükkanlarına girer, veresiye defterlerini çıkarmalarını isterlermiş, rastgele baştan,  ortadan ve sondaki sahifeleri yırtıp miktarını ödeyip “Allah kabul etsin” deyip sessizce giderlermiş, borcunun silindiğini duyan kişi de kimin ödediğini bilmediği için minnette duymazmış, düşünsenize bu adetimizin şimdide devam ettiğini, ne güzel olurdu değil mi? Ya da iftardan sonra evimizi şereflendirdiniz ve gidiyorsunuz deyip sessiz ve gizlice fakirlere bir de “diş kirası” verilmesi ne kadar asaletli bir durum…

Eğlencelerde ihmal edilmemiş, yaz aylarında Hacivat – Karagöz gibi tiyatrolar, orta oyunları düzenlenirmiş, meddahlar halkı gülmekten kırar geçirirmiş.

Ramazan pidesi taa o zamanlardan günümüze gelmiş, yazarken bile pidenin kokusunu hissediyorum şimdi. Tatlıları yazmıyorum bile.

O meşhur davulcularımız artık mani söylemeseler bile hala varlar, bu adetimizin devam etmesini isterim, bazıları gürültüsünden rahatsızım deseler bile…

Padişahların huzurunda yapılan ilmi dersler ki bunlara “Huzur Dersleri” derlermiş, padişah da dizini kırarak oturur ve o ulvi derslerden istifade ederlermiş. Günümüzde de çoğu camilerimizde öğle ve ikindi namazlarından önce ve sonra bu tip derslerin yapılmasına devam edilmektedir.

Bu güzel eskimez adetlerimizi devam ettirmemiz gerekiyor, hem kendimiz hem de geleceğimiz için. Böylesine manevi iklimden beslenen atalarımızın çocukları olarak bu tip adetlerimizi devam ettirmeli ve yaşatmak boynumuzun borcu diye düşünüyorum. Bizler devam ettirelim ki çocuklarımızda bunları bilsin ve devam ettirsin. Yoksa manevi iklimden bihaber bir nesil geliyor haberiniz ola…

 
Toplam blog
: 233
: 209
Kayıt tarihi
: 12.12.13
 
 

Prof. Dr. Hamdi Temel, 1966 yılında Sorgun'da doğdu, İlk ve orta öğretimini Sorgun'da tamamladı v..