Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Mart '12

 
Kategori
Tarih
 

Osmanlı Devletinin sömürgeleşmesi -3 – 93 Savaşı sonrası Berlin Antlaşması

Osmanlı Devletinin sömürgeleşmesi -3 – 93 Savaşı sonrası Berlin Antlaşması
 

Kırmızı çizgi Ayastefanos antlaşmasına göre Bulgaristan sınırlarını gösteriyor.


Rusya ve Osmanlı Devleti barış imzalarını atmıştı. Rusya’nın çabasına değmişti, savaştan çok kârlı çıkmıştı, Bulgaristan çok geniş topraklar elde ediyordu, fakat bu durumdan hoşnut olmayan İngiltere, Fransa ve Balkan topraklarını kaybetme kaygısıyla Avusturya, Rusya’yı Berlin’de yeni bir antlaşma imzalamaya zorladılar ve ikna ettiler.

13 Haziran 1878’de başlayan Berlin Konferansı sırasında Osmanlı heyeti neredeyse hiç söz almadı ve bütün konuşmayı, antlaşmayı diğer devletler yaptı ve Osmanlı delegeleri 13 Temmuz 1878’de şekillenen son metnin altına, gösterilen yere imza attılar. Bu çok aşağılayıcı bir durumdu.

Delegelerin sesi çıkamıyordu, çünkü Osmanlı yalnızca savaş alanında yenilmemişti, bu devletlere kapitülasyonlarla bağlıydı. Hepsine para borcu vardı. Borcunu ödemek için daha fazla borç almak zorundaydı. Ekonomi böyle işliyordu. Çok değil, 20 yıl önce kendi kendine yetebilen bir ülke iken, parayı gören padişahların ve beceriksiz paşaların savrukluğu, ihtişam merakı yüzünden 300 milyon altın borç altına girilmişti ki o sırada devletin bütçesi yıllık 18 milyon altındı.

Berlin antlaşması ile Sırbistan, Karadağ ve Romanya bağımsızlığını kazandı. Bulgaristan özerk bir statü kazandı. Bosna-Hersek Avusturya’ya, doğuda Kars, Ardahan ve Batum Ruslara, Kutur ve civarı İranlılara bırakıldı. Yunanistan’a Teselya’dan toprak verildi. Kıbrıs Adası kâğıt üzerinde Osmanlılarda kalmakla birlikte, gerçekte İngilizlere bırakıldı (bu sözüm ona İngiltere’nin Osmanlı Devletine yaptığı yardımın bir ödülüydü. Bir süre sonra İngiliz bayrağı Lefkoşa’da Osmanlı bayrağı yerine dalgalanmaya başlayacaktı). Osmanlı Devleti Rusya’ya 802 milyon 500 bin frank tazminat ödemeye mahkum edildi. Bir takım dümenlerle Tunus da Fransızlara bırakıldı.

Son olarak bu antlaşma ile Osmanlı Devletinde Ermeni sorunu başladı!

(Günümüzde bir takım çevreler II. Abdülhamit zamanında hiç toprak kaybedilmediğini iddia ederler. İşte gerçek görülüyor. İleride daha da toprak kaybedilecektir)

Bu duruma göre Rusya Osmanlı Devletini, İngiltere, Avusturya-Macaristan, Sırbistan, Karadağ, Bulgaristan, Yunanistan, Romanya, Fransa ve İran yararına yenmiş oluyordu. Osmanlı Devleti Rumeli’de daha az toprak kaybedecek diye bol keseden topraklarını dağıttı. Rusya’nın tek kazancı, tazminat ve doğudaki topraklar oldu.

Nasıl olmuştu da daha 22 yıl önce, Osmanlı’nın konum olarak Kırım’da, Fransa ve İngiltere’nin yardımıyla da olsa yendiği Ruslar, 11 ay içinde Tuna’nın karşı kıyılarından Yeşilköy’e gelmişlerdi?

Osmanlı ordusu yetersizliği nedeniyle yenilmedi. Araç, gereç ve silah bakımından, sayı olarak Rus ordusundan aşağıda değildi. Asker yiğitçe ve fedakarca savaştı. Ordunun başındaki Paşalar iyi ve güçlü paşalardı. Ama Osmanlı ordusu ile Rus ordusu arasında çok önemli bir fark vardı: Rus Çarı cephedeydi. Osmanlı Padişahı, Ormanlı ordularının başkomutanı ise saraydan dışarıya çıkmıyordu ve genç yaşında savaşı saraydan yönetmeye kalkmıştı. Rus Çarı savaşın gidişini yakından izliyor, savaşan komutanlarıyla doğrudan konuşabiliyor ve gelişen durumlara göre eylem yapıyorlardı. Osmanlı Padişahı II. Abdülhamit ise sarayın penceresinden dışarıya baktığı zaman, Üsküdar kıyılarını, Kız Kulesini, Çamlıca Tepesini ve Boğaz Köprüsü’nü (bakalım nasıl tepkiler alacağım) görüyordu. Pencereden biraz öne doğru eğilirse belki Süleymaniye’yi de görebilirdi, ama o kadar. Böyle olunca, değişen durumlara göre çabuk karar vermek olanağı ortadan kalkıyordu. Örneğin Gazi Osman Paşa Plevne’ye ilk vardığında Tuna’yı geçip Rusları hazırlıksız yakalamak istemişti. Ama bilgi İstanbul’a gidip orada karar verilip emir olarak geri dönene kadar Ruslar Plevne’yi kuşatmışlardı bile. Denebilir ki Osmanlı ordusunu Ruslardan çok “sarayın ve Abdülhamit’in bilgisizliği, inadı ve kaygıları yendi.” (Makedonya’dan Orta Asya’ya, Enver Paşa, Şevket Süreyya Aydemir, Remzi Kitabevi, s.73)

Berlin Antlaşması yeni sorunları da beraberinde getirdi. Kapitülasyonlar devletin altını oyuyordu. Ermeni sorunu başlamıştı. II. Abdülhamit çok gençti, iyi yetiştirilmemiş ve bilgisizdi. Tarih bilgisi zayıftı. Örneğin, o sıradaki Fransız imparatoru III. Napolyon’a Napolyon Bonapart diyordu. Bunun gibi çok hatalar yapıyordu. Sıradan bir insan böyle hatalar yapabilirdi, ama bir padişah yapmamalıydı.

Daha sonraki dönemlerde aynı zayıflığın sonuçlarını bütün devlet ve devletin bütün insanları birlikte çekmek zorunda kaldılar.

’93 Harbi diye bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonun başlangıcı olarak sayılabilir. Çünkü, Osmanlı Devletinin Avrupa devletleri arasında kabul görmesinin nedeni, Avrupa’da toprak sahibi olmaktı, aynı zamanda Osmanlı Devletinin kurulmasında da etkili olmuştu. Çünkü Osmanlılar İstanbul’u ve Anadolu’yu ele geçirmeden önce Avrupa topraklarında yayılmış ve güç kazanmışlardı. Şimdi bu kaynak dibinden kesiliyordu. İstanbul, aynı Bizans’ın başına geldiği gibi, artık güvenli bir devlet merkezi olmaktan çıkıyordu. Daha sonra 1912 Balkan Savaşı ile son darbe gelecekti. Düşman, düşmanlığını yapıyordu ve yapacaktı. Adım, adım yıkıma gitmenin tek sebebi vardı: Kötü yönetim ve kötü yönetimin anlamsız, geçerliliği kalmamış takıntıları. Yönetim, yönetimi kaybetme kaygısıyla kendini yenileyemiyordu. Her yeniliğe karşı çıkıyordu. Değişen dünyada değişmeden yaşayabileceğini sanıyordu. Ama olmuyordu ve olmadığını görmemekte ısrar ediyordu. II. Abdülhamit ve İstibdat yönetimi bu anlayışın üzerine tuz ve biber ekti. Yapılması gereken ileri bir hamle idi, ancak iyi bir görüşle olaylar düzeltileceğine, daha kötüye gitti.

Devam edecek (umarım).

 

 
Toplam blog
: 153
: 18932
Kayıt tarihi
: 27.09.09
 
 

Antakya 1955 Doğumluyum. O.D.T.Ü. Mimarlık Fakültesi 1982 Mezunuyum. O zamandan beri firmalarda m..