Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Aralık '12

 
Kategori
Dünya
 

Osmanlı'nın Balkanlar'daki çözülüşü

Osmanlı'nın Balkanlar'daki çözülüşü
 

Muhteşem Süleyman yönetimindeki Osmanlı İmparatorluğu (Alıntıdır)


Osmanlı Devletimiz önce Balkanlar'da çözülmeye başlar. Bu çözülmeden yaklaşık seksen yıl sonra Orta Doğu'daki başkaldırılar onun bir bütün olarak parçalanmasına yol açar. Çözülmenin ilk odaklandığı alan Mora Yarımadasıdır. Bu konudaki sosyolojik tarih içerikli ayrıntıları bir kaç kaynak ile Rumeli'deki belgesel çekimlerimdeki gözlemlerime göre irdelemeye çalışacağım.

Orta Doğu'daki çözülmenin nedenleri ile bu çözülüş doğrultusunda bugün yaşanılan bunalımlar için Filistin, Mısır, Irak, Kuzey Irak, Musul - Kerkük Petrolleri, Türkiye'nin su kaynakları, İsrail, İran ve Kıbrıs bağlamındaki komploların değerlendirilmesi ise ileride yapılacaktır. Sorunun öznündeki nedenler Osmanlı toplum ve devlet düzeninden kaynaklandığı gibi Avrupa ile Rusya'nın bu konuda giriştiği kışkırtmakar ile savaşlardan da kaynaklanmıştır, diyebiliriz.

Fransız Devrimi Osmanlı'nın açmazlarını bularak çöküşü hızlandırır

Osmanlı'ya göre Rumeli olarak adlandırılan Rumeli toplumları Bizans'ın ağır vergileri ile yönetim baskıları yüzünden huzur ve barış özlemi ile doludur. İstanbul'un 1453'teki fethinden önce gerçekleştirilen meydan savaşlarının ardından Anadolu içlerinden özellikle Konya ile Karaman çevresinden getirilen Oğuz Türkleri ile iskan edilmiştir. Yüz yıllar içerisinde dahili ve harici pek çok nedeni ile Osmanlı Devleti'nin Rumeli'ndeki yönetimi ne adaleti ne düzeni ne de halkın huzur ve güvenini sağlayamaz duruma düşer. Ticaret ve adalet düzeni bozulur. Fransız Devrimi'nin de etkileri ile yerli azınlıklarda uyanmaya başlayan ve bazı kültürel farklılıkların dayatıldığı 'ulusçuluk akımı' da bu süreçte etkili olmaya başlar. Her toplumsal çöküş gibi Balkanlar'daki çözülme de birden bire patlak vermez.

Ne ki Fransız Devrimi ulusal eğitim, eşitlikçi hukuk, geliştirilmeyen sanayileşme ve ticaret bakımlarından Osmanlı düzenini de ayrıştırmaktan uzak kalmaz. Bu da toplum içerisindeki Batı destekli kesimlerin siyasi emellerine ulaşabilmeleri için önemli bir basamak oluşturur. Gelişen etnik ya da 'yeni bir ulus kurmak' düşüncesi bu süreçte Haçlı çağlarından gelen 'Türklerin Anadolu'ya sürülmesi' düşüncesi ile birleşince ortaya çıkan mezalimin şiddetini arttırdığını görülür.

Fransız Devrimi'nin ulusçuluk, eşitlik, adalet ve özgürlük akımları yanında 'Avrupalı Liberal çevrelerin sempatileri  ve güçlü bir Yunan orta sınıfının ortaya çıkışı milliyetçi harekete geniş bir temel kazandırırken Osmanlı merkezi yönetiminin giderek zayıflaması' yanında  'Rusya'nın geleneksel din bağlarını kullanarak yürüttüğü propagandalar, yöre halkına yönelttiği ayaklanma çağrıları, özellikle yoksulluk ve topraksızlığın ciddi boyutlara ulaştığı Mora'da geniş destek' bulur. Sorunun kökeninde Batı'daki ve Rusya'daki güçlü sanayileşmeye uzak kalan Osmanlı Ordusu'nun 'Rus ordusu karşısında güç duruma düşerek Osmanlı Devletinin 1774'te imzaladığı Küçük Kaynarca Anlaşması Ruslara, Rum Ortodokslarının koruyuculuğunu vererek müdahalelere açık kapı bıraktığı' gerçeği de gözden ırak tutulmamalıdır. (Ayraçlı açıklamalar alıntıdır) 

Ortodoks papazların önderliğinde 1820-1827 yılları arasındaki Mora İsyanı'nından sonra ulaşılan Yunan bağımsızlığının peşinden Batı ile Rusya'nın dil, tarih, harita, bayrak ve edebiyat buluşları (!) yanında silah destekleri ile Boşnaklar, Arnavutlar, Bulgarlar, Sırplar, Makedonlar, Karadağlılar Osmanlıları özellikle Komitacılar adlı silahlı sinsi saldırganlar ile öldürmeye başlarlar. Batı siyasetinde bu kalkışma eylemlerine 'bir ulus yapılandırılması' (to build a nation) deniliyor.

Osmanlı Devleti Ruslar ile Düvel-i Muazzamanın siyasi ve askeri baskılarına yenilir

İşte bu yönlendirmeler ve silah destekleri ile Osmanlı'nın Müslüman Türkleri ile Müslümanlığı kabul etmiş olan yerli toplulukları gördükleri yerde öldürmek, göçe zorlamak, devlet çarkını işlemez bir biçime sokmak amacındadırlar. Yol keserler, evleri, resmi daireleri soyarlar. Düzenli Osmanlı Ordusu gerekli başarıları gösteremez, denilse yeridir. Çünkü Batı'nın güdümündeki tehdiş (terör) hareketleri öyle bir tasarlanmıştır ki 1890'larda başlayan bu çözülme sürecinde; yollar kesilmekte, köyler yakılmakta, kentlerde tedhiş baskıları kol gezmekte, ulaşım güvenliği kalmamakta, üretimler aksamakta, tekkeler ve camiler basılarak her türlü zulüm uygulanmaktadır.

Bir kaynaktan öğrendiğime göre 'En büyük katliamlar 93 Harbi ve 1912-1913 Balkan Savaşları sırasında Yunanlar ve Bulgarlar tarafından Müslüman Türklere uygulanmıştır. Müslümanları öldürmek istemeyen Bulgar halka ise Ruslar eziyet etmiş ve köylerini yakmışlar, böylece Müslümanlara yardımdan uzak tutulmuşlardı. Özellikle Balkan Harbi sırasında da Bulgarlar Ruslar’dan öğrendikleri zulüm tekniklerini geliştirerek uyguladılar. Çatalca’ya kadar ilerleyen Bulgar Orduları ve onlara yardım eden Bulgar komitecileri Trakya ve Makedonya’da katliamlar yaptılar. Şubat 1913 tarihli bir Macar gazetesinin raporuna göre sadece Makedonya’da 60.000 Arnavut, 40.000 Türk kılıçtan geçirilmiştir.'

Balkan ülkelerinde bizi birbirimize bağlayan pek çok neden vardır

1912 ile 1913 yılları boyunca yaşanılan Balkan Göçü nasıl unutulabilir? Müslüman Türklerin Balkanlar'daki anıt eserleri ile o çağlarda beş yüz yıl birlikte yanyana yaşama bilincine ermiş olan halkların ortak türküleri, halayları, Türkçenin egemenliği, gelenekleri, özlemleri, Türk futbol takımlarına hayranlıkları; onların her türlü melül mahzun tavrılar ile zorlanmışlıklarına rağmen, bugün bile bizi birbirimize bağlayan Rumeli'ndeki güçlü bağlardan biridir. O mezalim sürecindeki baskılara rağmen direnen soydaşlarımız ile dindaşlarımızın özellikle Bosna Hersek, Bulgaristan, Kosova, Makedonya ile Batı Trakya'daki torunları bugün varlıklarını ve insani haklarını korumak için bile direnişlerine yılmadan devam etmektedirler.

Mustafa Kemal, 'Türk subayı olarak iç savaştaki başarı için sevinip kadeh kaldıramam'

Tevfik Bıyıklıoğlu'nun anlattığına göre 1909'un sonbaharında kendisinin de komutanı olan  alay komutanı Alman Von Andertin, Varna'daki bir yemekte bardağını,  'Arnavutluk ayaklanmasını bastıran Osmanlı ordusu onuruna' kaldırır. Bunun üzerine Mustafa Kemal söze girerek:

'Türk ordusu için iç savaşta başarıya ulaşmak bir zafer değildir. Bu olayın onuruna, ülkeyi seven bir adam olarak ve Türk subayı olarak sevinip kadeh kaldıramam. Bundan ancak üzüntü duyabilirim. Arkadaşlar, bana dikkat edin, sözlerime kulak verin. Osmanlı ordusu değil Türk ordusu bir gün gelecek Türk varlığını, Türkün bağımsızlığını kurtaracaktır. İşte asıl o vakit sevineceğiz, öğreneceğiz. İşte o vakit Türk ordusu görevini yapmış olacaktır.'

Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal, 'Ordunun siyasetten soyutlanması Cumhuriyetin bir ilkesidir'

Bu sözler, Atatürk'ün ordunun işleviyle ilgili genel yaklaşımını yansıtır. Ama O'nun açısından asıl önemli olan kafasındaki 'ordu-siyaset'  ilişkisidir. O'nun 1924'de TBMM açış konuşmasındaki şu cümleler bu bakımdan önemlidir:

'Sayın üyeler, ülkenin genel yaşamında ordunun siyasetten soyutlanması Cumhuriyetin her zaman göz önünde tuttuğu temel bir ilkedir. Şimdiye kadar izlenen bu yolda Cumhuriyet orduları vatanın güvenilir ve güçlü bekçileri olarak saygın ve kuvvetli kalmışlardır.'

Mustafa Kemal Atatürk daha ileri yıllardaki bir konuşmasında da şöyle demiştir:

'Arkadaşlar, tüm tarih bize gösteriyor ki uluslar yüce hedeflerine ulaşmak istediklerinde bu coşkularının karşısında üniformalı çocuklarını bulmuşlardır. Tarihin bu geneli içinde büyük bir istisna bizim tarihimizde, Türk tarihinde görülür. Bilirsiniz ki Türk ulusu ne vakit yükselmek için bir adım atmak istemişse, önünde hep önder olarak, yüksek ulusal ülküyü gerçekleştirecek hareketlerin kılavuzu olarak, kendi kahraman çocuklarından oluşan ordusunu görmüştür... Bu evlatlarımız arasında yarının kahramanlarını yetiştiren öğretmenlerimiz de vardır... Ben büyük ordumuzun subaylarından ve onlarla birlikte olan, fikriyle, vicdanıyla ve bilim anlayışıyla ulusal kahramanlığı katılmaya hazır Türk gençlerinden söz etmiş oluyorum.'

Mustafa Kemal, 'Subaylar partide kaldığı sürece güçlü bir orduya sahip olunmaz'

Atatürk konuyla ilgili hemen tüm konuşmalarında, orduyu ulusun üzerinde değil 'ulusun emrinde' bir güç olarak tanımlamaya özen göstermiştir. Ordunun 'ilerici'  yönünü vurgulamıştır. 'Ordu-siyaset' ilişkisiyle ilgili tutumunu ise, daha genç bir subayken (Şam'dan gelerek katılmış olduğu)  İttihat ve Terakki'nin 1909 Selanik Kongresi'nde de ortaya koymuştur:

'Subaylar partide kaldığı sürece, ne güçlü bir partiye ne de güçlü bir orduya sahip olabiliriz. Üçüncü kolorduya bağlı subayların çoğunluğu aynı zamanda partinin de üyesidirler, etkili bir güç oluşturduklarını ise söylemek zordur. Buna karşılık, parti de halkı kendine çekme imkânına sahip değildir; çünkü gücünü ordudan almaktadır. Partide kalmak isteyen subayların ordudan istifa etmeleri kararını burada verelim. Ayrıca geleceğin subaylarına siyasal ilişkiler kurmayı yasaklayan bir kanunun kabulüne de ihtiyacımız vardır.' (Ayraçlı açıklamalar dört ayrı kaynaktan alıntıdır)

Yüzlerce topluluğun bir alaşımı olan Türk toplumu terör kaşısında bölünebilir mi?

Balkanlar'da yaşanmış olan toplumsal acılar (travma) bağlamında ülkemizde son otuz yıldan beri yaşanmakta olan nice terör ve ayrımcılık saldırıları karşısında kamuoyunda ülkemizin ileride bir gün bölüneceği gibi bir karamsarlık başlamış bulunmaktadır. Selçuklu ve Osmanlı atalarımızın kanları karşılığında feth etmiş oldukları ve bizlere miras olarak bıraktıkları bu kutsal topraklar uluslararası desteklerinin varlığı da bilinen ve halk desteği bulunmayan saldırgan bir terör örgütü ile bir 'uzlaşma anlaşması' ile sessizce bölünebilecek mi? Terör karşısında hangi devlet bu kararı alabilir, değil mi?  

Dünyanın en güçlü on yedinci ekonomisi durumuna gelmiş olan Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Başbakanı R. T. Erdoğan bakalım bütün sorunlarımız yanında  'bölünme' sancısı da çekmekte olan ancak bin yıldan bu yana 'etle tırnak gibi' kaynaşmış en az  (200) topluluktan oluşan Türk toplumu adlı 'toplumsal ve kültürel alaşım' için ne gibi çözümler bulabilecektir. Umulur ki gerekli maddi ve manevi tedbirler alınarak tarihin 'tekerrürden ibaret' bir masal olmadığı bir kez daha anlaşılmış olur.  Bu da her türlü bilimsel verinin ışığında, hiç bir güce taviz vermekten çekinmeyen Yüksek Siyasetin bağımsız kararlar alabilmesi ile mümkün değil midir? ancak ‘etle tırnak gibi’ kaynaşmış olan 200’e yakın topluluktan oluşan  ancak ‘etle tırnak gibi’ kaynaşmış olan 200’e yakın topluluktan oluşan  

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..