Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Kamu Yönetimi Bilim Uzmanı ABDULLAH BEDELOĞLU

http://blog.milliyet.com.tr/abdullahbedeloglu

21 Ocak '10

 
Kategori
Tarih
 

Osmanlı'nın monarşik devlet anlayışı

Osmanlı'nın monarşik devlet anlayışı
 

Yeniçeri


Osmanlı Devleti; II. Murat'tan itibaren Osmanlı soyundan bir padişah, hıristiyan çocuklarından yönetici, ulema, yeniçeri denilen saltanat askerleri köle zümrelerin oluşturduğu proletarya yönetimli bir devlettir. Padişah çocuklarının hıristiyan kökenli anneden olmasına dayanıyordu. Devletin resmi dili farsca, fütühat yönü haçlı fütühat yönüydü.Hıristiyan devletleri para karşılığında Müslüman ülkelerden koruma esasına hıristiyanlara jandarmalık  yapma misyonunu üstlenmiş devletti. Bu misyononun resmi anlaşmaları aşağıda verilmiştir.

Türklerden sadece sahibi padişahın olduğu tımar toprağını işletmesi, vergi olarak ürünü devlete vermesi istenirdi. Selçuklu zamanında ürün istenmez sadece asker verme veya bizzat asker olarak savaş olduğunda padişah yanında savaşa katılmak yetiyordu. Kanuni Dönemi'nde Yeniçeri Askeri sayısı çok olduğundan Tımarlı askere ihtiyaç kalmamıştı. Türklerin ücretsiz çalışan işçiler, yani köleler olması isteniyordu. Kanuni Dönemi'nde Türkler çift bozan oldu.Çiftçiliği bırakıp konar göçer Yörük oldular. 

Yeniçerler ücretli köleydi.Türklerden ise ücretsiz çalışan köle olmaları isteniyordu. Türkler bunu ret edince Büyük İsyan yani Celali İsyanları Kanuni Döneminde başladı.Çift bozan leventlerle Yeniçeriler arasında kanlı savaşlar oldu. Yeniçeri askerlerinin ortadan kaldırılmasına kadar bu iç savaşlar sürdü. 1856 yılında mülkiyet hakkı Türklere verilince, imar ve bayındırlık hareketi başladı. Ancak kapitülasyonlar nedeniyle istenen verim elde edilemedi. Lozan Barış Anlaşması ile kapitilasyonlar kaldırılınca eğitim alanındaki yeniliklerle iktisadi gelişme başladı.

Osmanlı Devleti’nde de daha önceki Türk Devletlerinin hâkimiyet anlayışı devam etmiş, ülke hanedanın ortak malı kabul edilmiştir. Hâkimiyet anlayışına göre hanedana mensup bütün erkek çocukların hükümdar olma hakkı vardır. Osmanlı Padişahlarından I. Murat bu geleneği değiştirmiş, ülkeyi bundan sonra hanedanın değil, sadece hükümdarın ve oğullarının malı haline getirmiştir. Böylece merkezi otoritenin güçlenmesini sağlamıştır.

Osmanlı devletinde mülk Allah’ındır. Hükümdar Allah’ı temsil eder. Dolayısıyla mülk hükümdarın ve oğullarının malıdır. Halk, köylü köledir. Padişahın mülkü dilediğinden alıp dilediğine verme yetkisi vardır. 

Tarım: Osmanlı toplumunda ekonominin en önemli kolu tarımdı. Tarım politikasını belirleyen en önemli uy-gulama tımar sistemiydi . Bu sistemde toprağın mülkiyeti devlete, işleme görevi köylüye, vergisi si¬pahiye aitti. Köylü, toprağı sürekli işleme ve miras bırakma hakkını devam ettirebilmek için bazı yü¬kümlülükleri yerine getirmek zorundaydı: Sebepsiz olarak toprağını terk edemezdi. Öşür ve diğer vergileri sipahiye ödemek zo-rundaydı. Toprağını sebepsiz olarak üç yıl üst üste boş bırakamazdı. Eğer bırakırsa toprak kendisinden alınırdı. Bu yükümlülüklere karşı devlet de halkın güvenliğini korumak ve düzeni sağlamakla görevliydi. Vergiyi toplamakla görevli olan sipahinin de reayaya karşı yükümlülükleri vardı: Üretimin devamlılığını sağlama. Reayanın vergilerini toplama. Cebelu denilen asker yetiştirme. Asker toplama. Asayiş ve düzeni sağlama. Bayındırlık faaliyetlerini yapma. 
Geniş topraklar, çeşitli iklim özelliklerinin varlığı ve toprak yönetiminin iyi olması nedeniyle tarımsal üretim yüksekti. Ürün fazlası Akdeniz ülkelerine satılarak önemli gelir sağlanmıştır.

Padişahın sınırsız öldürme gücü vardı. Kardeşlerini, şeyhülislamı, bireysel ve toplu öldürme hakkı vardı. Allah’ı temsil ettiği için O’nun öldürme haklarına sınırsız sahipti.

Taht Kavgaları ve Kardeş Katli:
Hâkimiyet anlayışının en önemli sonucu olan taht kavgaları ile devletin parçalanmasının önüne geçmek amacıyla Fatih Sultan Mehmet şehzade katline müsaade eden kanunlar çıkarmıştır. Fatih çıkardığı kanunlar ile (Kanunname-i Ali Osman) Türk tarihinde ilk kez tam olarak merkeziyetçiliği kurmuştur. Tahta çıkan şehzadeye Nizam-ı Âlem için kardeşlerini öldürme yetkisi veren bu kanunlar ile padişah mutlak bir hükümdar haline gelmiştir.

Hz Muhammed ve sahabesi Hz Ebu Bekir, Hz Ömer, Hz Osman , Hz Ali biat usulü ile halifelik yetkisi alırken Osmanlı padişahları halifelik yetkisini halkın köle yani mülksüz olup padişahın mülk sahibi olmasından, ateşli silahları kullanarak öldürme yetkisine sahip olmasından alıyordu. Padişah peygamberlik değil Tanrı yetkilerine sahip olunca halk köle, kul sıfatına sahipti. Bu yetkiler sayesinde padişah halife ilan ediliyordu. 

Osmanlı Devlet Politikası:
Osmanlı Devleti, Batılılık politikası izleyen bir devletti.Diğer Türk ve Müslüman devletlere karşı üstünlük kurmak için bu politikayı geliştirdi. Bu politikanın iki temeli vardı. 1. Yabancı eşlerle evlenmek. 2.Yönetici kadro Türk olmamalıydı: Hıristiyan çocuklarını toplayıp devletin yüksek rütbeli asker ve yönetici kadrosuna getirmekti. Bu da devşirme sistemini getirdi. 3. usul ise Kapitülasyanlardı. Fransa ve İngiltere ile ittifak ve ekonomik işbirliği oluşturmaktı.

Osmanlı padişahlarının eşleri Türk olmamalıydı:
1.Osman Gazi:İki eşi var. Mâl Hatun ya da Bala Hatun, ikinci Osmanlı padişahı Orhan Gazi''nin annesi ve Osman Gazi''in eşidir. Osmanlı kurucusu Osman Bey''in eşidir, Osmanlı''nın manevi kurucusu Şeyh Edebali''nin de kızı olduğu söylenir, ancak çoğu kaynakta da belirtildiği gibi Anadolu Türk Beyi olan Ömer Bey''in kızı olduğu tarihçiler tarafından kesin olarak belirtilmiştir. Osmanlı Devleti''nin ikinci padişahı olan Orhan Bey''in annesidir. Kendi adına yapılmış, daha çok ev ortamına benzeyen türbesi bulunur. Osman Gazi''nin bir diğer eşi de bir Anadolu din adamı olan Şeyh Edebali''nin kızı Rabia Bala Hatun''du. Her ne kadar Osmanlı efsanelerinde Orhan Gazi''nin annesinin Şeyh Edebali''nin kızı olduğu iddia edilse de, resmi vesikalarda Orhan Gazi''nin annesinin Mala Hatun olduğu ortaya çıkarılmıştır.[1]. Osmanlı padişahlarının doğma büyüme yabancı kadınları sarayda Müslümanlaştırarak kendilerine eş yapma geleneği o dönemde olmadığı için Malhun Hatun''un tamamen Türk olduğu kesindir. Osman Bey’den sonraki neredeyse tüm padişahların annesi Türk değildir. İnternette Osmanlı Padişahlarının anneleri yazıp tıkladığınızda hangi milliyetten olduklarını öğrenebilirsiniz.

Yönetici kadro Türk olmamalıydı(Devşirme Sistemi):

Devşirme Sistemi: Osmanlılarda, genelde Balkanlarda bulunan Hıristiyan ailelerin küçük yaştaki çocuklarının Müslüman-Türk ailelere verilerek eğitildiği ve zamanla devlet hizmetine alındığı bir uygulamadır. Devşirme sistemiyle alınan oğlanlar, Acemi Ocağı’na seçilirdi. Edirne Sarayı, Galata Sarayı ve İbrahim Paşa Sarayı’nda eğitimlerine devam ederlerdi. Bunlara İç oğlan denirdi. Seçilen çocuklar, Topkapı Sarayı’na alınır, Enderun’da eğitimlerine ve hizmetlerine devam ederler sonra Enderun görevlisi Sadrazam, şeyhülislam, paşa, kaptanı derya olurlardı. Osmanlı Devletinde yönetici sınıf sadrazamlardı: Kural devşirmelerin sadrazam olmasıdır. İstisnası arada bir Türk sadrazam olmasıydı. Osmanlı’da 700 yıl boyunca birkaç kez göreve gelip gidenler sayılmazsa yaklaşık; 36 padişaha karşın; 235 Vezir-i Azam göreve gelmiştir. Bunların milliyet dağılımına baktığımızda; 150’si dönme devşirmedir. Yani kökeni; Sırp, Hırvat, Rum, Ermeni v.s.’dir. Türk olan Vezir-i Azam sayısı ise 85’dir. Yani Osmanlı’yı yöneten yaklaşık 235 Sadrazam’ın ya da Vezir-i Azam’ın 150’si dönme-devşirme iken, 85’i Türk kökenlidir.

Bunun yıllara ya da padişahlara dağılımına bakarsak; dönme devşirme sadrazamlar döneminin Fatih Sultan Mehmet ile başladığını görüyoruz. 1323-1453 yılları arasında 11 sadrazam görev almıştır. Bunların tümü Türk kökenlidir. İlk dönme-devşirme Vezir-i Azam 1453’de Fatih tarafından Çandarlı Halil Paşa’nın yerine tayin olunan Rum Mahmut Paşa’dır. O’nu Rum Mehmet Paşa izlemiştir. 1453-1520 yılları arasında Sadrazam olan 20 kişinin 18’i dönme-devşirme, 2’si Türk’tür. 1520-1700 yılları arasında ise; 90 Vezir-i Azam’ın yaklaşık 75’i dönme-devşirme 15’i Türk’tür. Bu rakamlar Osmanlı’yı kimlerin yönettiğini ve Türkler’in yönetim erki içindeki etkinliğinin ağırlığını gösteriyor. O zaman Osmanlı’nın ne kadar Türk olduğu da gözüküyor.Sadrazam Davut Paşa’nın Arnavut, Kuyucu Murat Paşa’nın Hırvat, Hekimoğlu Ali Paşa’nın İtalyandı. Benzer dağılım Kaptan-ı Deryalarda da görülüyor. Denizler o dönemde Osmanlı açısından oldukça önemlidir. İlk Kaptan-ı Derya Kara Mürsel Bey, 1324’de bu göreve tayin olur. O’nu Saruca Paşa ve Çavlı Bey izler. Ama yine Fatih Sultan Mehmet ya da 1400’lü yıllara gelince bu görevde de; Bulgar, Arnavut, Rum milliyetine mensup kişiler görülmeye başlıyor. Bu gelenek 1453’de Arnavut Hamza Bey ile başlıyor. 

700 yıl boyunca Osmanlı’da yaklaşık 170 kişi Kaptan-ı Derya oluyor. Yine birden fazla göreve gelenleri saymazsak yaklaşık; 115’i çeşitli milliyetlere mensup dönme-devşirmelerden oluşurken, 55 kişi ise Türk kökenlidir.

Siz Kaptan-ı Derya olan; Sokullu Mehmet Paşa’nın, Boşnak, Koca Sinan Paşa’nın Hırvat, Piyale Paşa’nın Macar, Damat İbrahim Paşa’nın Hırvat, Cağaloğlu Yusuf Paşa’nın İtalyan olduğunu biliyor muydunuz?

Osmanlı’da önemli bir kurum da Baş defterdarlık denilen ve bugün Maliye Bakanlığı’na tekabül eden kurumdur. Bu göreve getirilenlerin de milliyetlerine baktığımızda Türk kökenli Baş defterdarların yine sayılarının az olduğunu görüyoruz. Birkaç kez göreve gelenler sayılmazsa Osmanlı’da yaklaşık 210 Baş defterdar görev almıştır. Bunların 160’ı milliyet olarak dönme-devşirmelerden oluşurken, 50’si Türk kökenlilerden oluşuyor.

Osmanlı Devleti'nde yönetici kadro Hıristiyan kökenli devşirmeden oluşmaktaydı. Padişahların anneleri sürekli Hıristiyan kökenli olduğu için Müslüman ve Yahudi kökenliler yönetici ve asker kadro oluşturmak üzere devşirilmezdi.

Osmanlı Devleti'nin bu usulü yönetici kadro ve asker ayrılacağına kavuşmak isteyen Balkan halklarının arasında Hıristiyanlığı özendiren bir usul olmuştur.

Balkan halkları bu usul sayesinde ayrıcalıklara kavuşmak için Hıristiyan kalmak, Müslüman olanlarsa muhtemelen Hiristiyanlığa dönmek zorunda kalmıştır. Bu nedenle Balkan Halkları Hıristiyan bir devletler olarak yeniden ortaya çıkmıştır. Osmanlı Devleti Hıristiyanlığın yayıcısı bir devlet olmuştur.

Osmanlı Devlet yönetici ve eşleri Müslüman kökenli olmayacak Hıristiyan kökenli olacak, Müslüman çocukları devlet idaresi için yetiştirilmeyecek, Hıristiyan çocukları yetiştirilecek şartı Müslümanlığı mı çoğaltır, Hıristiyanlığı mı çoğaltır? Osmanlı Devleti Döneminde Hıristiyan nüfus ve devlet sayısı neden Dünya nufusunun %85'ine ulaştı? Osmanlı Devlet Yönetim şekli Müslümanlığı özendirdiği iddiası sorgulanmalıdır.

1535 Kapitülâsyonları, Osmanlı Devleti tarafından batı dünyasına geniş şümullü imtiyazların verildiği ilk büyük anlaşmadır. Kanunî ile Fransa Kralı I. François’in adlarına; Şubat ayında Sadrazam İbrahim Paşa ile Jean de la Forest arasında İstanbul’da imzalanan bu anlaşma, on beş maddeden oluşmaktaydı. 

Anlaşmaya göre Fransız tacirler; Osmanlı topraklarında Türklerin verdiği kadar vergi ödeyerek ticaret yapabilecekler, Türkler de Fransa’da aynı haklardan yararlanabileceklerdi. 

İkinci olarak; Fransızlar Osmanlı topraklarında yargı organları kuracaklar, kendi vatandaşlarını bu mahkemelerde yargılayacaklar; Osmanlı makamları da bu organların vereceği kararları uygulayacaktı. Diğer bir maddede de Osmanlı topraklarındaki tüm Fransız yurttaşlarına tam bir dini özgürlük tanınıyor, Hıristiyanlarca mukaddes kabul edilen yerleri koruma ve tamir hakkı Fransa’ya veriliyordu. Bu madde; Doğu Akdeniz’deki tüm Katolikler üzerinde Fransa’nın koruyuculuğunu sağlamıştır. 

Anlaşma; Akdeniz’deki Hıristiyan gemilerinin, korunma teminatı olarak Fransız bayrağı çekmelerini öngörmekteydi. Bu anlaşma Fransa’ya İstanbul’da sürekli bir büyükelçi bulundurma hakkı da vermekteydi.
Bu maddeler Fransa’ya, Katolikleri koruma, Fransız Milliyetçiliğini yayma ve himaye hakkını verdi. Rusya da bu haktan istiyordu. 1774 yılında Küçük Kaynarca Anlaşmasıyla bu hakka kavuştu. 
Anlaşmanın, en önemli maddesi ise Rusların Ortodoksları koruma hakkı elde etmesiyle ilgili olandır. Bu madde sayesinde Ruslar direk olarak Osmanlı’nın iç işlerine karışabilmişlerdir.
Rus ticaret gemileri, Karadeniz’le Akdeniz’de hareket serbestisine sahip olacak ve istedikleri zaman boğazlardan geçebilecekler ve Osmanlı limanlarında kalabileceklerdi. Böylelikle Karadeniz ve Akdeniz bir Rus Gölü haline geldi.
Ruslar, Fransızların 1535 yılında sahip olduğu Katolik Hıristiyanları koruma hakkını elde etmiş oldu. Küçük Kaynarca Anlaşmasından sonra Osmanlı Devleti egemenlik haklarına sahip olmayan bir devlet konumuna geldi.
Ruslar, İstanbul'da daimi elçilik bulundurabilecek ve Balkanlar'da istedikleri yerde konsolosluk açabileceklerdi. Bu da Rusların Panslavizm politikasına zemin hazırlamıştır.


Osmanlı Devleti'nden önce Slav ırkı olan Ruslar Türk Devletlerini hegomanyasına almamıştı, Tersine çoğunlukla Slav halklar Türk ve Müslüman devletlerin egemenliği altındaydı. Gürcistan Ermenistan,Azerbaycan ve İran'daki Müslüman devletlerin hegomanyasındaydı.

Muhteşem Süleyman Kanuni Sultan Süleyman'a kadar Karadeniz, Akdeniz, Ege Deniz'i Fransız Gölü haline gelmemişti.Kanuni zamanında Fransız Gölü haline geldi. Fransa, Fransız bayraklı gemiyle dolaşma hakkını İngilizlere 1838 yılından önce vermiş. Bu sayede İngilizler de 1838 Balta Limanı anlaşmasından çok önce Kadaradeniz, Akdeniz ve Ege'de İngiliz gölüymüş gibi ticaret gemisi dolaştırma hakkına sahipti. Sadece İngiliz, Fransız Gölü haline gelmemiş, aynı zamanda Hollanda Gölü haline gelmiştir.Rus Gölü haline gelmiştir. Konunun belgeleri aşağıda Kapitülasyon bahsinde arz edilmiştir.

Osmanlı Devleti'nin amacı Müslüman devletleri yok etmekti. Fransızlar bu amacı gerçekleştirmek için müttefik olarak seçilmişti.

OSMANLI DEVLETİNİN YERYÜZÜNDEKİ MÜSLÜMAN BEYLİK VE DEVLETLERİ YOKETMEDEKİ BAŞARISININ SIRRI
İşte Fatih'in Avni mahlasıyla “Galata'da Katoliklik” üstüne yazdığı gazellerden biri: 



Bağlamaz firdevse gönlünü Kalata'yı gören 
Servi anmaz onda ol serv-i dilârâyı gören 
Bir firengî şîveli İsayî gördüm onda kim 
Lebleri dirisidür der idi İsâ'yı gören 
Akl u fehmin dîn ü îmânın nice zabt eylesün 
Kâfir olur hey müselmânlar o tersâyı gören 
Kevser'i anmaz ol içdiği mey-i nâbı içen 
Mescide varmaz o varduğı kilisâyı gören 

Bir Frengi kafir olduğunu bilürdi Avniya 

Belün ü boynunda zünnari çelipayı gören.
Bağlamaz Firdevs'e gönlini Galata'yı gören 
(Galata'yı gören, gönlünü cennetin en gizemli bahçesine bile bağlamaz) 
Servi anmaz anda ol servi dilarayı gören 
(O gönül fetheden Galata Papazı Ulu'yu gören, anmaz bir daha başka bir Ulu'yu) 
Bir firengi şivelu İsa'yı gördüm anda kim 
(Galata Papazında bir Hıristiyan dilli İsa gördüm ki) 
Lebleri dirisidür diridi İsa'yı gören 
(İsa'yı görenin dudağı İsa'nın  dirisidir o der ) 
Akl-ü fehmin din-ü imanın nice zapt eylesün 
(Aklın, imanını, dinini nasıl korusun!) 
Kâfir olur hey müsemmanlar o tersayı gören 
(Kafir olur tüm Müslümanlar, o Hırıstiyan Papazı gören.) 
Kevseri anmaz ol içdügi mey-i nabi içen 
(Nebi'nin içtiği katıksız şarabı içen, cennetteki Kevser şarabını bile anmaz olur) 
Mescide varmaz o vardığı kilisayı gören 
(Orada karşılaştığı kiliseyi gören de bir daha gitmez mescide falan) 
Bir frengi kâfir olduğunu bilürdi Avniya 
(Avniya -Fatih'in mahlası- bilirdi senin bir kâfir Hıristiyan olduğunu) 
Belün ü boynunda zünnari çelipayı gören 
(Belinde keşiş kuşağını, boynunda haçını gören) 
***

Bir frengi kâfir olduğunu bilürdi Avniya
(Avniya -Fatih'in mahlası- bilirdi senin bir kâfir Hıristiyan olduğunu)
Belün ü boynunda zünnari çelipayı gören
(Belinde keşiş kuşağını, boynunda haçını gören)

(Koyuyla yazılmış yere dikkat edin)

Kaynak; Fatih Sultan Mehmed’in “Avnî” mahlası ile yazdığı ve bir kısmı bugüne ulaşabilen şiirleri, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretim üyelerinden Prof. Dr. Muhammed Nur Doğan tarafından yeniden tertip edilerek, Fatih Divanı ve Şerhi adıyla Eminönü Belediyesi tarafından İstanbul’un fethinin 551. yıldönümü vesilesiyle 2004 yılında yayımlandı. Kültür tarihimizin önemli simalarından Ali Emirî Efendi tarafından bulunan ve Fatih Millet Kütüphanesi 305 numarada kayıtlı olan yazma esas alınarak hazırlanmıştır.


3. Kapitülasyonlarla ittifak ve işbirliği:
Kapitülasyonlar, Osmanlı İmparatorluğu''nda yabancılara verilen ekonomik, adli, idari vb. hak ve ayrıcalıklardır. Kapitülasyonların çoğu iki taraf için geçerli olsa da ekonomisi güçlü olan taraf kapitülasyonlardan fayda sağlarken ekonomisi zayıf olan taraf kapitülasyonlardan zarar görmüştür. [1]

Kapitülasyon kelimesi Latince caput''tan (baş) gelir ve baş eğmek, teslim anlaşması yapmak anlamlarını taşır.
Kapitülasyonlara örnek olarak Osmanlı kentlerinde örgütlenebilme hakkı, yabancıların kendi aralarındaki anlaşmazlıklarda konsolosluklara yargı yetkisi tanınması, Osmanlı topraklarında seyahat, taşımacılık ve satış serbestliği, Osmanlı sularında gemi işletme hakkı verilebilir.
Osmanlı vatandaşları da Avrupa devletlerinde, bir Avrupalının Osmanlı ülkesindeki sahip olduğu haklara sahipti. Ancak Osmanlı ekonomisi büyük ölçüde tarıma dayanmaktaydı ve Avrupa ülkelerinde ticaret yapacak herhangi bir kesimi yoktu. Ayrıca Avrupalı devletler kendileri Osmanlı'ya mal ihraç ederken gümrük vergisi ödememelerine karşın, Osmanlı malları ithal edilirken gümrük vergisi alıyorlardı. Yani fiilen Osmanlı'ya bir avantaj getirmiyordu. [2]

KAPİTÜLASYONLAR
Sözlük anlamıyla; bir ülkenin, vatandaşlarının zararına olacak şekilde yabancılara verilen ayrıcalıklar. Osmanlı Devleti'nde Kanuni Sultan Süleyman döneminde 1535'de ilk kez padişah fermanıyla Fransızlara tanınan hakların tümü. 

Fransa Kralı I. François 1525'de Cermen İmapartoru V. Carlos tarafından esir alınmış bunun üzerine Kralın annesi Kanuni'ye bir mektup yazarak yardım istemiştir. Bu sırada Mohaç Seferi'ne çıkacak olan Kanuni, bu yardımla Habsburglarla yakınlaşma sağlanabilir düşüncesiyle, yardım etmeyi kabul etmiştir. Fakat herşey Sultan Süleyman'ın planladığı gibi olmamış, Fransız dostluğu zamanla resmi bir kimlik kazanmıştır. 

1535'te Fransızlarla Osmanlı Devleti arasında imzalanan antlaşmayla Fransızlara birtakım haklar verilmiştir. Kapitülasyonlar, bu dostluk antlaşmasının yarattığı yakınlaşma ortamında verilmiş olan haklardır. Buna göre; Fransız bayrağı taşıyan gemiler Osmanlı egemenliğinde bulunan bütün limanlarda serbestçe ticaret yapabileceklerdi. Diğer yabancı devletler gemilerini, Osmanlı egemenliğinde bulunan denizlerde ancak Fransız bayrağı altında ticaret yapabileceklerdi. Bu sayede Fransızlar kapitülasyonlar gereği Osmanlı denizlerinde serbestçe ticaret yapma özgürlüğüne kavuşmuştu. Ayrıca Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde yaşayan Katoliklere ibadet özgürlüğü verilmesi, Fransız konsoloslarına kendi vatandaşlarıyla ilgili sorunların çözümlenmesinde yargı yetkisi tanınması gibi hükümler, daha sonraki yıllarda İmparatorluğun zayıflamasıyla, devletin bağımsızlığını yok edecek kurallar haline getirilmiştir.

OSMANLI DEVLETİ- KUTSAL ROMA CERMEN İMPARATORLUĞU İTTİFAKI

Osmanlı Devleti, Kuzey Afrika  Devletleri ve İran gibi Müslüman devletlere karşı üstünlük sağlamak için Kutsal Roma Cermen İmparatoru Şarlken’e İspanya’yı, Şarlken’in kardeşi imparator vekili Avusturya arşidüğü Ferdinand’a Macaristan krallığını yıllık 30.000 altın karşılığı 1533 İstanbul  Anlaşması ile verdi. Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu üyesi devletler Fransa, Venedik Cumhuriyeti ve Papalık da anlaşmayı tasdik etti.

İstanbul Antlaşması, 22 Temmuz 1533 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu ve Avusturya Arşidüklüğü arasında imzalanmış bir barış antlaşmasıdır.

1526 yılında Macaristan, Osmanlı ordusuyla yaptığı Mohaç Savaşını kaybedince bütünlüğünü kaybederek dağıldı. Bu durum I. Süleyman'ın liderliğindeki Osmanlı Devletini Macaristan'ın egemenliği konusunda Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu ile karşı karşıya getirdi. O zamanlar Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu'nun başında Şarlken bulunuyordu. Fakat Şarlken İspanya'yı direk yönetip İmparatorluğun başına vekil olarak kardeşi Arşidük Ferdinand'ı getirmişti. Ferdinand kendisini Macaristan'ın kralı olarak ilan etmek istiyordu. Osmanlılar ise Macar asili Jan Zapolya'yı desteklediler. Macaristan için yapılan savaşlar hep başarısızlıkla sonuçlanınca Şarlken kardeşi Ferdinand'a Osmanlılar ile anlaşmasını tavsiye etti. O sırada Osmanlı Devleti'nin İran'daki Safevilerle ilişkileri bozulmuştu. Kanuni İran seferine çıkmak istiyordu. Bu nedenle Osmanlılar barış antlaşması teklifini kabul etti.

Bu Antlaşmanın Şartları Şunlardı:

1. Arşidük Ferdinand Alman Kralı, Şarlken İspanya Kralı olarak kabul edilip protokol bakımından Osmanlı sadrazamına denk olacaktı. Padişahı babaları gibi bilip itaat edecekti. Kendi aralarında dahi olsa Osmanlı Padişahı dışında hiçbir hükümdardan İmparator diye bahsetmeyeceklerdi.

2. Ferdinand, Zapolya’nın Macar kralı olmasını kabul etti.

3. Ferdinand, Osmanlılara yılda 30.000 duka altın vermeyi kabul etti.

4. Macaristan ikiye ayrıldı. Birinci kısım Osmanlı Devleti’nin korumasında Zapolya’ya, ikinci kısmı vergi vermek şartı ile Ferdinand’a bırakıldı.

Anlaşmanın en önemli sonucu Osmanlı Devleti’nin egemenlik, askeri gücünün maliyesi Kutsal Roma Cermen İmparatorluğuna bağımlı hale gelmiş olmasıdır.

Bu antlaşmayı Fransa, Venedik Cumhuriyeti ve Papalık da tasdik etmiştir. Osmanlı Devleti'nin İmparatorluk şanı resmen Avrupa tarafından tanınmıştır.

Bu anlaşmanın asıl vahim sonuç doğuracak olan 2. etabı tarihe kapitülasyonlar olarak geçen ve Osmanlı Devleti’nin 1535 yılında Fransa Kralı ile imzaladığı anlaşmadır ki Osmanlı Devleti’nin denizlerdeki egemenlik hakkını ortadan kaldırmıştır. Kara ve deniz ticareti üzerindeki egemenlik hakkı ortadan kalkmıştır. Osmanlı Devleti’nin adli, idari egemenlik hakkı da kapitülasyonlarla kalktı, sınırlandı.


1569, 1581, 1597, 1614, 1673 ve 1740 yıllarında yeni kapitülasyonlar verilmiştir. 1740 kapitülasyonlarıyla, Fransa'ya tanınan haklar daha da genişletilmiş, diğer batılı ülkelere de aynı hakların tanınması kabul edilmiştir. 1740 kapitülasyonlarından sonra Osmanlı sınırları içerisindeki yabancı devletlere çok geniş ticaret yapma olanakları sağlanmış, hatta bu haklar sayesinde İstanbul'da yanacı postaneler açılmıştı. 

Tarih - 18. YY'a Kadar Osmanlı-Hollanda Münasebetleri -2- / Kadızade ABDULLAH

16. Y.Y.'ın son çeyreğinde Osmanlı-Venedik savaşları sırasında Fransa ve Ingiltere ile birlikte Hollanda da Akdeniz'de Venedikliler'e rakip olarak ortaya çıkıyor(1) ve ticari nedenlerle oldukça erken sayılabilecek bir tarihte Osmanlı Hükümeti ile resmi temaslara girişiyordu. Yine aynı tarihlerde ve aynı nedenlerle Hollanda Hind Kumpanyası Iran Şahı ile temas halindeydi.(2)

Ingilizler ve Hollandalılar'ın faaliyetlerini Venedikliler'in aleyhine genişleterek Hind Okyanusu'nun yanısıra Akdenizde'de bahrî ve ticarî üstünlüklerini kurmaları sadece Venedik ve Fransızlar'ın ikinci plana düşmesi sonucunu doğurmadı. Hollandalılar va Ingilizler artık Hindistan'dan aldıkları malları bizzat kendileri Akdeniz pazarlarına getirmekte ve böylece ticaretin mahiyetinde de bir değişme meydana gelmekteydi.(3)

Hollanda'nın Doğu Akdeniz'le olan ticareti Antwerp'in Ispanya ve Kuzey Afrika ile olan ticaretiyle bağlantılı olarak başlamıştı.(4) Kendilerine ahidname verilmeden önce Hollandalılar özellikle Suriye'ye amber, zincifre, bakır tel, demir gibi Alman mallarını götürmekteydiler. 1597'de Fransız bayrağı çekilmiş bir Hollanda gemisi Trablusşam'a gönderilmiş, bir sonraki yıl bütün Hollanda gemileri Fransızlar'dan, Türk limanlarında Fransız bayrağı altında ticaret yapma iznini elde etmişti.1599'da Suriye'deki Venedik konsolosu bu yıl gelen bir “Flaman” teknesinin beraberinde 100.000 Ekü getirdiğini ve Venedik ticaretine küçümsenmeyecek bir zarar verdiğini bildimekteydi. Venedik konsolosu “alşak ülkeler” tüccarının Suriye'de kalıp kalmayacağını merak etmektedir. Hollanda konsolosu ise eğer yurttaşlarının Hind Okyanusu'ndaki ilerlemeleri devam ederse, bunu yapamayacaklarını söylemektedir. Ancak durum hiç de böyle olmayacaktır. Nitekim Hollandalılar Ümit Burnu'nu dolaşmalarına (1595), Java'yı işgallerine (1597), Komor Adaları'nı öğrenmelerine ve Maurice Adası'nı ele geçirmelerine (1598) rağmen Suriye'de kalmaya devam etmişledir. Esasen Iran ipeği ve pamuk ipliği ticareti Hollandalılar'ı Doğu Akdeniz'e bağlayan vazgeçilmez emtialardı.(5)

Braudel Hollanda-lılar'ın bu dönemde Akdeniz'deki faaliyetlerini şu şekilde özetlemektedir; “Demek ki Hollandalılar artık Akdeniz'dedirler: bunlar biraz ağır eşek arıları gibi faaldirler ama o kadar ağırdırlar ki, cama çarptıkları zaman onu kırmaktadırlar.”(6)
Osmanlı Hükümeti'nden henüz ahidname almış olmamaları nedeniyle Hollandalılar Akdenizde'ki faaliyetlerini Fransa ve Ingiltere Bayrağı altında yürütmek durumundaydılar. 1536'da Fransa'ya verilen ahidname gereğince Hollandalı tüccarlar 17.Y.Y.'ın başına kadar Fransız bayrağı altında ticaret yapmışlardı. Ancak sonraları Hollandalılar, bağımsızlık mücadelelerine destek vermeleri nedeniyle Ingiliz bayrağı altında ticaret yapmaya başlamışlar bu da Istanbul'daki Fransız ve Ingiliz diplomatlarının arasında uzun süren münakaşalara sebep olmuştu. Konu tüccardan alınacak vergi nedeniyle, mali bir vecheye sahip olduğundan başka iki ülkenin diplomatları arasında bir prestij meselesi haline de gelmişti. Diplomatik çabaları sonucunda Ingiliz elçi vekili Osmanlı Hükümeti'nden, “harbî taife”nin Ingilizler'e müracaat etmelerini amir bir hüküm almayı başardıysa da taraflar arasındaki münakaşanın büyümesi üzerine mesele Divan-ı Hümayun'da ele alınarak bu hakkın Fransızlar'a ait olduğu karara bağlandı. 1595'te Fransa'ya verilen ahidnamenin müzakereleri esnasında Ingiliz elçisi araya girerek konunun tekrar ele alınmasını temin ettiyse de durumda bir değişiklik olmadı. Fakat Ingilizler davalarından vazgeçmeye pek te niyetli değillerdi. Nitekim uzun diplomatik mücadeleler neticesinde 1601'de Kaptan-ı Derya Cığalazade Sinan Paşa'nın da yardımıyla dört Flandır vilayetine ait gemilerin Ingiliz bayrağı taşıması hususunu ahidnameye derc ettirmeye muvaffak oldular.(7)

Her ne kadar 1604 tarihli Fransız ahidnamesinde Venedik ve Ingilizler'in dışında Ispanyol, Portekiz, Katalan, Raguzalı, Cenevizli, Ankonalı, Floransalı ve bütün diğer milletlerin Fransa bayrağı altında ticaret yapacakları hükmü yer almışsa da bunu takiben Ingilizler'e verilen ahidnamede Flandır tüccarının Ingiliz bayrağı altında ticaret yapacağına dair maddenin kayıtlı bulunması Fransız ahidnamesinde zikredilen bütün diğer milletlere Fandır'ın dahil olmadığını göstermektedir. Dolayısıyla Hollandalılar Osmanlıyla ticaretlerini, 1601'den itibaren kendilerine verilen 1612 ahidnamesine kadar Ingiliz himayesinde yürütmüşlerdir.(8)

17.Y.Y.'ın başlarında Osmanlı Devleti, Ispanya ile mücadele halinde olduğundan Avrupa'daki siyasi gelişmeleri ve mezhep mücadelelerini yakından takip etmekteydi. Bu sırada Ispanya'ya karşı mücadele etmekte olan Hollanda'nın bu durumu da Osmanlı Hükümeti'nin dikkatini çekmişti. Nitekim 1603'te Padişah'a sunulan bir telhis Hollanda'nın Ispanya ile düşmanlık halinde bulunduğunu bildirmekteydi.(9)

Hollanda'nın bağımsızlık mücadelesi esnasında (1568-1609, 1621-1648) Sluis şehri açıklarında bir Ispanyol filosu Hollandalılar tarafından yenilgiye uğratılmış (1604) ve filodaki müslüman esirler bir Hollanda gemisiyle Cezayir'e yollanmıştı. Hollanda Staaten Generaal'ının bir Cezayir valisine diğeri de Osmanlı Padişahı'na olmak üzere iki mektubu da esirlerle birlikte gönderilmişti. Gönderilen esirler evlerine ulaşmakla birlikte mektuplara hemen cevap verilmemişti. Ancak Halil Paşa 1610'da Staaten Generaal'a bir mektup yazarak Istanbul'a bir elçi göndermesini talep etmişti.(10)
Osmanlı Hükümeti Ingilizler'i olduğu gibi Hollandalılar'ı da Akdeniz'de Ispanya'ya karşı ittifak kurabileceği bir deniz gücü olarak algılıyordu. Hollanda'ya ve Ingiltere'ye verilen imtiyazların genişletilmesi bunun yanısıra Doğu-Batı yönünde gelişen ticareti Akdeniz'e çekme gayesini de gütmekteydi. Osmanlılar Avrupa'ya ait büyük yelkenlilerin Mısır ve Suriye'den geçen karlı transit ticareti ve Istanbul'un ihtiyaç duyduğu kıymetli madenlerin akışını devam ettireceklerini umuyorlardı.(11)
Osmanlı-Hollanda ilişkilerinin gelişmesinde Osmanlılar daha ziyade siyasi gayeler gütmekteyken Hollandalılar ilişkilerin ticari yönüyle daha fazla ilgiliydiler.(12) Aynı ilgi nedeniyle olmalıdır ki Hollandalılar Osmanlılar ile münasebet kurdukları dönemlerde Iran'la da ilişkilerini geliştirmekteydiler.
Hollandalılar'ın Iran'a duydukları ticari ilginin temelinde ipek yatmaktaydı. Hollandalılar uzun süreden beri Halep üzerinden Akdeniz yoluyla Amsterdam piyasasına sürülen Iran ipeği hakkında bilgi sahibiydiler. Batı Avrupa'da lüks tüketimin artmasına paralel olarak ipeğe olan talebin de artması(13) ve Güney eyaletlerinden gelen sanatkar ve tüccarların Hollanda'daki ipek endüstrisini geliştirmeleri Iran Ipeğine kaşı ilginin artmasının temel dinamikleriydi.(14)
Iran tarafında ise durum biraz farklıydı. Iran Osmanlılar'a karşı politik işbirliği temin etmek, ipek ticaretini Osmanlı-Iran savaşlarından ve barış halinde Osmanlılar'ın uyguladığı vergilerden korumak(15) için yeni yollar geliştirmek ve Güneydeki Portekiz baskısına karşı Avrupalı müttefikler bulmak düşüncesindeydi. Böyle bir ortamda (1607) 40 Hollanda gemisi Hürmüz'e ulaşmış bu haber de Şah Abbas'ı son derece memnun etmişti. Gemilerin Hürmüz'e gelişlerinin ardından Şah Abbas'ın Avrupa'ya gönderdiği elçisi 1608'de Hollanda'yı ziyaret etmiş burada 12 gün kaldıktan sonra Şah Abbas'a hitaben bir mektup kaleme alarak Avrupa ile Iran arasında ittifak tesisi hakkındaki kötümser düşüncelerini bildirmişti. Hollandalılar Iran'la bir ittifaka girmek suretiyle Osmanlı ile kurmak istedikleri ticarî ve siyasî ilişkileri tehlikeye atmak istemiyorlardı bununla birlikte Hollandalılar Iran'la Körfez'de Portekizliler'e karşı kurulabilecek bir işbirliğini de göz önünde bulundurmak-taydılar.(16)
Halil Paşa'nın Hollanda Staaten Generaal'ına mektup göndererek Istanbul'a daimi bir elçi göndermesini talep etmesinde Hollanda'nın Iranla gelişen ilişkilerinin Osmanlı transit ticaretine verebileceği muhtemel zararların etkili olup olmadığı konusunda herhangi bir bilgiye sahip bulunmamaktayız. Ancak Hollanda'nın zamanla Şah Abbasın Iran ipeğine Osmanlı ülkesi dışında bir çıkış yolu oluşturmak için kurduğu (1623) Bender Abbas limanındaki yoğun faaliyetleri dikkate alındığında(17) Hollanda ile kurulacak olan ilişkiler Şah Abbas'ın ipek siyasetine karşı geliştirilecek bir strateji içerisinde de anlam kazanmaktadır.
Halil Paşa'nın mektubunun ardından Hollanda 1612'de Cornelis Haga'yı Osmanlı hükümetinden ahidname almak üzere görevlendirerek Istanbul'a göndermişti. Bu durumu öğrenen Ingiliz elçisi Venedikli ve Fransız meslektaşları ile birlikte harekete geçerek Hollanda'nın bu teşebbüsünü baltalamaya çalıştıysada Hollanda'ya ahidname verilmesine mani olamadılar(18)(6 Haziran 1612(19)).

Dipnotlar_______________________________
(1)Bağış, A.I., Osmanlı Ticaretinde Gayrımüslimler; Kapitülasyonlar-Beratlı Tüccarlar, Avrupa Ve Hayriye Tüccarları 1750-1839, (Ankara 1983)s. 3
(2)Kampman, A.A., “XVII. ve XVIII. Yüzyıllarda Osmanlı Imparatorluğu'nda Hollandalılar”
, Belleten, XXIII/89-92, (Ankara 1959), s. 515
(3)Inalcık, H., “Osmanlı Imparatorluğunda, Toplum Ve Ekonomi Üzerinde Arşiv Çalışmaları, Incelemeler, (I
stanbul 1996) s. 178
(4)Groot, A. H. De, “The Organisation Of Western European Trade In The Levant 1500-1800”, Companies and Trade, Essays on Overseas Trading Companies During the Ancient Regime, (Leiden 1981) s.234
(5)Braudel, F., II.Felippe Döneminde Akdeniz ve Akdeniz Dünyası, (Ankara 1994) I.c. s.740
(6)Braudel, a.g.e. I. c. s. 741
(7)Kütükoğlu, M., Osmanlı-Ingiliz Iktisadi Münasebetleri, I, (1580-1838), (Ankara 1974) s. 24-26
(8)Kütükoğlu., a.g.e. s. 43-44
(9)Orhonlu, C., “Tarih Kaynaklarında Hollanda'ya Ait Bilgiler”, Tarih Dergisi, 30, (Istanbul 1976) s. 9-22
(10)Groot A.H. De, “Khalil Pasha, A 17th Century Ottoman Statesman (D.1629) According To His Correspondence Remainig In the General State Archives Of The Netherlands At The Hague”, VIII. Türk Tarih Kongresi, Ankara, 11-15 Ekim 1976 Kongreye Sunulan Bildiriler, (Ankara 1981) s. 1417-1418
(11)Groot, A. H. De, “The Organisation Of Western European Trade In The Levant 1500-1800”, Companies and Trade, Essays on Overseas Trading Companies During the Ancient Regime, (Leiden 1981) s 237
(12)Kramers, J.H., “The Netherlands And Turkey In the Golden Age”, Analecta Orientalia I, (Leiden 1954), s.115
(13)Meilink-Roelofsz M.A.P., “The Earliest Relations Between Persia And The Netherlands”, Persica, 6, ('s-Gravenhage 1972-74) s. 3
(14)Floor, W., “The Ducth and the Persian Silk Trade”, Safavid Persia, The History and Politics of an Islamic Society, (New York, 1996)s. 325
(15)Meilink., a.g.m. s. 4
(16)Floor., a.g.m. s. 325
(17)Inalcık., a.g.e. s.176
(18)Kütükoğlu., a.g.e., s. 45
(19)Uzunçarşılı, I.H., Osmanlı Tarihi, III/II. C., (Ankara 1988), s. 235


 


Abdullah Bedeloğlu

 

 
Toplam blog
: 152
: 2363
Kayıt tarihi
: 13.01.10
 
 

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yü..