Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Eylül '21

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Osmanlı Perisi

Osmanlı Perisi

Neslişah – Mahpeyker

Evin içinde nefesler mutlaka ki bu iki tazeyle kalmıyordu. Görenlerin gözleri başkalarını istemediğinden, ya da buradan ayrılmadığından onları görmek şu anlarda ne mümkün! Taki uzaktan gelen seslere kadar…

Gecenin izbe karanlığında, yerlerin, yolların toprak olmasına rağmen atların nalı ile arada bir tesadüf eden taşların birleşiminden kıvılcımlar saçılmaktaydı. Çok atların, peş peşe kalabalık atlar üstlerindeki kıyafetlerinden pekte evin içindekilere benzemeyen tarzlarda giyinmişlikleri ile at koşturanların gözlerinden de at nallarındaki kadar kıvılcımlar saçılmaktaydı. Çok uzun sürmeden kalabalık at ordusunun üstündekiler bellerindeki kılıçları çekmişler hatta havaya kaldırmışlardı. Başlarında biri, en öndeki, daha bir deli – deli bakan, daha bir deli – deli haykıran:

“Come on... Dies ist die Heimat. Niemand getötet werden. Getroffen werden gefangen. - Haydi... Bu ev. Kimse öldürülmeyecek. Esir alınacak.”

Uğultu ile bağırtı arası ses ile çığlık beraberliği içindeki bulut misali kalabalık eve doğru yaklaştıklarında; asude yatan güzellerden biri korku içinde uyandı.

“Mahpeyker uyan. Sesler var.”

Diğer güzelde duymuştu ki kalktı. Pencereye doğru hızla gittiklerinde karanlıkta bir şey görememişlerdi. Sesleri duyuyorlardı ama karanlıkta seçebildikleri bir şey yoktu. Mahpeyker diğer dünya güzeline seslendi.

“Neslişah, Rahman’la Muhammet’i uyandır. Ben babamların odasına gidiyorum.”

“Önce babamları uyandıralım, babam uyandırın derse çocukları uyandırırız.”

Sesler hızlandıkları süratle yakınlaşıyorlardı. Mahpeyker bağırdı.

“Haydi. Durma. Zaman yok çabuk ol.”

Neslişah, odadan hızla yan taraftaki çocukların odasına doğru çıkarken, Mahpeyker bir kez daha pencereden dışarı baktı. Kalabalığı seçer olmuştu. Atlılardı. O kadarını görüyordu. Korku ile titredi. Odadan hızla çıktığında sahanlığın başında merdivenlerin üstünde annesi ile karşılaştı. Mahşah Hatunun yüzü karanlıkta bile seçilir halde beyazdı. Kadının korkudan dudakları titriyordu. Konuşmaya başladığında sesinin onu çoktan terk ettiğini anladı. Sesi çıkmıyordu annesinin. Anlayabildiği:

“Kardeşlerin, kalktınız mı?”

“Neslişah, oğlanları uyandırmaya gitti.”

Annesi ile aynı anda kardeşlerinin kaldığı odaya gittiklerinde, bir on iki on üç yaşında diğeri sekiz yaşlarında iki erkek çocuğunun korkmuş, bilememiş, anlamamış şaşkın ifadeli yüzleri ile karşılaştıklarında, Neslişah onlara bir şeyler anlatıyordu. Annelerine görünce koşup annelerine sarıldıklarında:

“Ne oldu? Bizi almaya mı geldiler, bizi öldürecekler mi? “

Rahman büyük olanıydı. Onun bu sözleri, küçüğü Muhammet’i daha bir korkutmuştu. Ağlamaya başladı. Anneleri bir anda sakin olmasının gerektiğini anlamış olmalıydı ki, titremesi, kararsızlığı yerini kendinden emin, en azından korkmayan, önemli bir şey yokmuş havasına giren bir kadın bir anne şekline büründürmüştü.

“Korkulacak bir şey yok. Sizlere babanız neler olacağını anlatmıştı. Bizlere bir şey yapamazlar. Bizler birkaç güne kadar buralardan ayrılacağız. Babanız gereken herkesle konuştu. Bunlar bize gelmiyorlardır. Bizim buradan geçeceklerdir. Bizim iki günümüz var sonra evimize döneceğiz.”

Küçük Muhammet ağlamayı sürdürüyordu. Rahman annesinin sözlerinden biraz rahatlamıştı.

“Babam anlatmıştı. Doğru. Bizlerin gitmelerine izin vermişlerdi. Bizimle alakası yok.”

Çocuklar bunları söylüyorlardı ama annelerinin sesinde ki, belki ufak bir tını, belki gözlerindeki bir kaçamak bakış onları rahatsız ediyordu. Bu çok belliydi. Annelerine sarılmışlardı. İki yetişkin genç kızda annelerinin hemen yanında sanki pencereden bir şey atacaklarda başlarına gelecekmiş gibi, daha köşe olan bir yerde yere oturmuş öylece bekliyorlardı. Babaları aşağıda kalmıştı. Belki de gerçek payı vardı. Bu atlılar onlara gelmemişti. Geçip gideceklerdi. Peki, Nereye geçip gideceklerdi. Mahpeyker bir anda sallanır gibi titredi. Onların kapılarının önünden hiçbir yere gidilmezdi. Onların oldukları ev köyün sonuydu. Onlar herkesten daha uzakta olduğundan buradan ev tutmuşlardı. Bu köyün sonuydu. Bu atlılar bu sona bir şeyleri sonlandırmak için geliyorlardı. Bu aşikârdı.

Onun bakışları ikizinin dikkatini çekmişti. Aslında çok da şaşırmamaları gerekiyordu özellikle büyüklerin. İki gün önce gitmeleri gerekiyordu. Gidememişlerdi. Mahşah Hatun, Paşa babalarına çok ısrar etmiş, içine doğduğunu söylemişti. Babaları devlet adamıydı. Her şeyin bir prosedürü olduğunu, daha zamanları olduğunu savunmuştu. İnşallah anneleri haklı çıkmazdı. Bütün bunların yanı sıra yine babaları olağan üstü bir şey olduğunda neler yapmaları gerektiğini onara anlatmıştı. Aşağıdan babalarının sesi gelirse hele de kendilerini aşağıya çağırırsa mutlaka normalin dışında bir şeyler olmuş olacaktı.

 

 

Nazan Şara Şatana’nın OSMANLI PERİSİ Kitabından…

 

 
Toplam blog
: 1731
: 4678
Kayıt tarihi
: 09.12.10
 
 

Turizmci; Genel müdür Yazar ; Romanlar, senaryolar müzikkaller... Sinema filmleri, TV filmleri.....