Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Aralık '21

 
Kategori
Mizah
 

Osmanlıca dilimizin yamasıdır

DİLİMİZE YAMANAN OSMANLICA
Son zamanlarda bir Osmanlıca sevdası aldı yürüdü. Eskiyi diriltmeye, yeni diye sunmaya çalışıyorlar. Oysa Osmanlıca, yani Arapça, Farsça kökenli sözlerin bir kısmı hâlâ yürürlükte!
Çoğu da yanlış ya da yersiz kullanılıyor, gülünç örnekler ortaya çıkıyor. İşte birkaçı:
Kimi insanlar kendilerini tanıtırlarken kibarlık özentisiyle “bendeniz” diyorlar, bu sözün bende yani köle sözcüğünden türetildiğini bilmiyorlar, farkında olmadan köle durumuna düşüyorlar! Araplar bile “şükran” derlerken zamanın sözde aydınları şükür sözcüğünden teşekkürü türetmişler, yanına da Türkçe etmek fiilini getirmişler, olmuş yamalı bohça. Oysa halkımız “sağ ol” der bunun yerine…
Yine zamanın sözde aydınları(münevverler) Arapların güneşte kullandıkları ve güneşlik demek olan şemsiyeyi alıp yağmurda kullanmışlardır! Yavuzun anlamı aslında kan dökücü ama günümüzde uysal anlamına bürünmüştür. Keleş güzel demektir; günümüzde birine keleş desen yanlış anlar, hakaret ediyoruz sanır. “Peş”in anlamı öndür ama arka demek sanılıyor. Sayın yöneticilerimizin “saye”sinde takiye, fıtrat yeni sözler öğreniyoruz Osmanlıca asıllı… Hasım anlamındaki rakip sözcüğünün “a” larını uzatıp raakip diyenler var. Oysa rakip binen demek, merkep sözcüğü oradan geliyor. Uzman demek olan mütehassıs yerine mütehassis diyenler bu sözcüğün his sözcüğünden geldiğini biliyorlar mı acaba?
Bakın kibarlık budalalığı nelere yol açıyor: Sonradan görme birinin karısı zengin bir çevreye girer; kendisini bir kadınla tanıştırırlar, kadın “müşerref oldum” der. Bizimki bu sözün anlamını bilmediği için, “Burada adları değiştiriliyor demek” diye düşünür ve şöyle der: “Ben de eskiden fatmaydım, fatoş oldum!”
Dilekçelerde ille de arz ederim denilmesini buyurur kimi yöneticiler. Büyüklere arz edilirmiş efendim. “Rica ederim”, “sunarım”, “dilerim” denilmezmiş. Bir dilekçem bu yüzden geri çevirilmişti! Osmanlıca sözcükler daha çok hukukta, noterlerde, tıpta, bankalarda geçiyor. Hukuk dilimiz anlaşılmak için değil, anlaşılmamak içindir. Bu yüzden hukuk fakültesine gidenler Arapça, Farsça kökenli sözcükleri ezberlemek zorundadırlar. Kimi hukukçular üstünlüklerini böyle kanıtlarlar. Hukuk fakültesindeki bir derste bir profesör, öğrencilerine bir hukuk problemi sormuştu. Öğrenciler “falanın lehinde dava açarız”, dediler, profesör kabul etmedi, “filanın aleyhine dava açarız” diyenleri de reddetti. Sonunda herkes pes etti, “Bilemedik, siz söyleyin hocam” dediler. Bakın hoca ne dedi:
“Dava açarız sözünü köylü mehmet dayı da söyler. Hukukçu olduğunuzun belli olması için “dava ikame eyleriz” demelisiniz.”
Anladınız mı şimdi Osmanlıca sevdasının esbabı mucibesini!?
Bu konuda birkaç fıkra anlatıvereyim.
Yargıç, sanığa “sabıkan var mı?” diye sorar. Sanık, sabıkanın ne olduğunu bilmediği için “Allahtan başka kimsem yok!” der. Yargıç sanığa beraat ettiğini söyler. Sanık, “Vallahi bir şey etmedim. Suçsuzum ben” diye boynunu büker.
Bankalarda mevduat hesabı açılır, mevzuat başkadır orada. Geçenlerde bir bankaya gittim. Bir müşteri banka cüzdanını getirmeyi unutmuş ama hatırlı müşterilerden birini tanıyormuş, onu tanık göstermek istedi. “Lafla olmaz. Şu kağıda kendisi marufumdur” diye yazıversin” dediler. Marufun ne olduğunu bilmeyen müşteri “masumdur” yazdı…
Bir hastaneye gidince “hariciye, dahiliye, asabiye, nisaiye, intaniye, bevliye” gibi levhalar görür, ne yapacağınızı, nereye gideceğinizi şaşırırsınız. Erkekseniz kadın hastalıklarına bakan nisaiye bölümüne gidip tepki görebilirsiniz. İntaniye bölümünde bulaşıcı hastalığa tutulabilirsiniz. Bevliyeye gidip böbreklerinize baktırabilirsiniz…
Eski yazıyı öğreniverip hemen eski kültürle kaynaşılıverileceğini sanıyor kimi çok bilmişler. Bir zamanlar Ankara Dil Tarih bölümü profesörleriyle İstanbul edebiyat fakültesi profesörleri eski bir metin yüzünden birbirlerine girmişlerdi. Ankaradakiler “tarzı necip” olacak diyorlardı, İstanbuldakiler “terzi necip”… Koskoca profesörleri bile kuşkuya düşüren eski yazı, Osmanlıca hangi ileri zekalı tarafından hiç yanlışsız, şıp diye okunuverecek acaba?
Ben Edebiyat Fakültesinde dört yıl Osmanlıca okuduğum halde çok eski mezar taşlarındaki yazıları doğru dürüst okuyamıyorum. Süslü yazıyla yazılmışlardır çünkü. Şimdiki gençler haftada birkaç dersle neyi okuyup yazabilecekler ve ellerine ne geçecek? Kuran’ı eski yazıyla okuma sevdasına düşenlerin birçok sözcüğü yanlış okuduklarını gördüm. Sevap sanıyorlardı ne dediğini anlamadıkları sözleri okumayı. Bırakın Arapçayı, Türkçeyi bile zor okursunuz eski yazıyla. Hiç unutmam, bir arkadaşımız eski Türkçe bir yazıyı okumaya çalışırken “zor ne” sözcüğünü “zurna” diye okumuştu da hepimizi güldürmüştü…
Geçenlerde bir kişi Atatürk’ün yaptığı devrimlerden söz ederken inkılap yerine inkilap diyerek yapılanların yenilik değil köpekleşme olduğunu söylemişti, kilap(köpekler) sözcüğünden yararlanarak. Bu sözcüğün aslı kelp(köpek”tir. Gelin de kendisine kelp(köpek” diyen Tahir Efendi adlı birine Nef’’i’nin verdiği anlamlı yanıtı bir görelim:
“Tahir Efendi bana kelp demiş
İltifatı bu sözde zahirdir
Maliki mezhebim benim zira
İtikadımca kelp Tahirdir”
Tahir, temiz anlamına gelen bir sözcüktür, şairimiz köpeğin temiz olduğun söyler gibi yapıp kelp sözünü bu efendiye aynen geri gönderiyor…
“Maruzatım bundan ibarettir. Takdir ve tekdir yüce meclisinizindir” 
Arif olan anlar, anlamayan sivrisineğin sesini saz diye dinler.
 
 
 
 
 
Toplam blog
: 479
: 62
Kayıt tarihi
: 28.11.17
 
 

Emekli öğretmenim. Yazı ve şiirlerim 50 yıldır gazete ve dergilerde çıkar. 21 kitabım yayınlandı,..