Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Ekim '16

 
Kategori
Tarih
 

Osmanlıdan devralınan Ekonomik Miras

Osmanlıdan devralınan Ekonomik Miras
 

Uniforma üretimi


Ülkemizin ekonomik yapısının sorunları irdelendiğinde; bu sorunların yapısal anlamda kökeninin 18. yüzyılın son dönemlerine denk düştüğünü, Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda Osmanlı’dan devralınan ekonomik mirasa dayandığını görürüz. Sanayi Devrimi’nden sonra Osmanlı İmparatorluğu kendi geleneksel üretimine belli bir koruma getirememiş ve sanayileşmede geri kalmıştır. İngiltere ile Osmanlı Devleti arasında yapılan 1838 tarihli serbest dış ticaret antlaşması (Balta Limanı Anlaşması) ile Osmanlı Devleti açık pazar haline dönüşmüş, Batı Avrupa sanayileşmenin getirmiş olduğu olanakları lehine kullanarak ürünleri daha hızlı ve ucuza imal etmiş, Osmanlı ürünleri ise geleneksel yöntemle üretilince diğer ürünlerle olan rekabet şansını yitirmiş, Avrupa’dan gelen ucuz mallar karşısında rekabet edemeyen küçük el tezgâhları ve atölyeler kapanmaya başlamış, Osmanlı’da sanayi yok olmaya mahkum olmuştur.

Osmanlı Devleti’nin dış ticareti değişime uğramış; ekonomik yapısı tarımsal ve madensel ham maddeler ihraç eden, sanayi malları ithal eden bir ekonomi haline gelmiş olması nedeni ile dış ticaret açıkları oluşmuştur. Bu açıklar, 1850’li yıllara kadar hazinede bulunan altın ve gümüşün ihracata konu olması ile 1854 yılından sonra ise borçlanmalar ile kapatılmaya çalışılmıştır. Zamanla borç batağına teslim olan ülkede, önce iç borçların tahsili için Rusum-u Sitte İdaresi, daha sonra 1881 yılında bunu da içerisine alan Duyun-u Umumiye İdaresi kurulmuştur.

Bu borç batağı, devletin egemenlik haklarının bir kısmının kaybedilmesine yol açmış; para-maliye politikaları, Osmanlı Bankası’na, vergilerin yaklaşık %30’u Duyun-u Umumiye İdaresine bırakılmıştır. Buna rağmen ödenemeyen borçlar birikmiş ve ilk kez 1854’te borç almaya başlayan Osmanlı Devleti’nin borçları, Türkiye Cumhuriyeti tarafından ancak 1954’te bitirilebilmiştir.

Cumhuriyet’e ilk adımın atıldığı yıllarda, Osmanlı’dan devralınan borçlar ve eğitim, sanayi açısından geri kalmış bir toplum ile karşı karşılaşılmıştı. İthalata konu olan ürünlerin basitliği nedeni ile Türkiye, tam geri kalmış bir ülke niteliği taşıyordu.

Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasi, ekonomik ve kültürel alanlarda gerileme sürecine girdiği dönem ile Batı Avrupa ülkelerinin sanayi devrimini gerçekleştirdikleri dönem, aynı zaman kesitine rastlamaktadır. Batı Avrupa’nın yükselişini, aydınlanma düşüncesine ve 19. yüzyılın başlarında ortaya çıkan Sanayi devrimi sonucu makineli üretim giderek yaygınlaşmış, küçük atölyelerden daha büyük fabrikalara geçilmiş, artan üretim iç piyasalarda fazlalığa yol açmış ve ham madde ihtiyacının da artmasıyla birlikte, serbest dış ticaret düşüncesi gelişmiştir.

Osmanlı Devletinin demografik yapısına ekonomik açıdan bakıldığında; kökenleri eskilere uzanan, etnik esaslara dayalı sosyal bir işbölümünün olduğu görülür. Bu işbölümü şu şekilde sayılabilir: Türkler; asker, çiftçi, devlet memuru ve esnaf, Rumlar; ticaret, Ermeniler; zanaat, Yahudiler; sanayi ve bankacılıktır.

Türklerin genellikle yaptıkları işlere oranla daha fazla gelir getirici işler yapan Gayri Müslimler, bu uğraşlarla edindikleri sermaye birikimini, ülkenin sanayileşmesi ya da ekonomiye geri dönmesi için kullanmamış; dışarıya aktarmış veya kendi millî devletlerini kurmak için seferber etmişlerdir.

Cumhuriyetin ilanı ile ülke sınırlarımız içerisinde kalan nüfusun 13 milyon olduğu tahmin edilmekte ve bu nüfusun da yapısı incelendiğinde; çoğunluğunun yaşlı, kadın ve çocuklardan oluştuğu görülmektedir. Genç ve eğitimli nüfusun savaşlarda şehit verilmesi, üretim bilgisi olan azınlıkların ülke dışına çıkarılması ve geriye kalan nüfusun yapısı, cumhuriyetin ilk yıllarında ekonominin gelişimi için bir dezavantaj olarak karşımıza çıkmaktadır.

Osmanlı Devleti’nde ekonomik düzen, büyük ölçüde toprağa ve tarımsal üretime dayanıyordu. Tarım kesimi, milli gelirin yarısından fazlasını oluşturuyor ve nüfusun % 80’ini istihdam ediyordu. Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda da bu yapı, aynı nitelikler taşıyordu. 1920’li yıllarda Türkiye’de tarıma elverişli toprakların 22-23 milyon hektar olduğu ve bu toprakların ancak yarısının (10-11 milyon hektar) işlendiği tespit edilmiştir. Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda tarımsal potansiyelin yarısından azının kullanılıyor olmasının nedenleri ise; ülke nüfusunun ekilebilir arazinin tümünü işlemek için yetersiz olması, toprağı işleyecek araç, gereçlerin ve ekilecek tohumun olmayışı olarak sıralanabilir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk 50 yıllık tarihi, sanayileşme ve kalkınması geri bırakılmış bir toplumun, kapitalist üretim tarzı altında gelişme mücadeleleri ile bir bütün olarak toplumun sanayileşme bilincine varmasının da tarihidir.

Sanayileşmede tutarlı iktisat siyasetlerini yaratabilmek, sanayileşmenin maddi önkoşullarına uygun ortamın doğmadığı bir toplumda gerçekten çetin bir sorundur. Örneğin, 1838 Türk/İngiliz Ticaret Sözleşmesi bile bu sözleşmenin yararına inanmayan sultana, “Türkiye'de sanayileşmenin gerçekleştirileceği” gerekçesiyle imzalatılmıştı. Oysa 19. yüzyılın ticaret sözleşmelerinden sonra Osmanlı ekonomisinin batı’ya açılan bölümlerinde Osmanlı zanaatkârları, tezgâhlarını kapatmaktan başka çıkar yol bulamamışlardır. Çünkü sözleşmeleri gerçekleştiren egemen ekonomilerin asıl amacı, Osmanlı toplumunda kendilerine rakip olacak bir sanayi potansiyeli yaratmak değil, aksine, ülkeyi açık pazar haline getirmekti.

Kurtuluş Savaşı Türkiye’sinin devraldığı sanayi mirası, toplam olarak 76.216 işçi çalıştıran, çoğu manifaktür düzeyindeki 386 sanayi kuruluşundan ibarettir. Toplumda temel sanayi kurulamamış, sanayi ile tarım ve maden üretimi arasında gerekli iç bütünleşme sağlanamamıştı. Var olan sanayi ise sadece yakın pazar için üretim yapan hafif tüketim sanayiden ibarettir. Sanayi için gerekli ham maddelerin çoğunu Osmanlı sanayi dışarıdan ithal etmek zorundaydı. Osmanlı sanayisinin yetersizliğini, hiçbir şey, bütün geri ekonomilerin tipik sanayisi olan kilimciliğin durumu kadar açıklıkla ifade edemez. Osmanlı toplumunda üretilen pamuğun onda sekizi dışarıya ham olarak ihraç edilmekte ve ancak % 18,6’sı küçük sanayide iplik haline getirilebilmekteydi. Dokumacılık ise var olan tüketim sanayinin 1913’te  % 14,9’unu oluştururken I. Dünya Savaşı’nın olumsuz etkileriyle 1915’te % 11,9’una kadar gerilemiş bulunuyordu. Sanayileşmenin kısmen yer aldığı yerleşme merkezlerindeki tüketim sanayinin 1913’te  % 68,6’nin ve 1915’le % 70,3’ünü ilkel bir gıda sanayi oluşturmaktaydı.

Cumhuriyet Türkiye’sinin Osmanlı ekonomisinden aldığı sanayi, birbirinden farklı dört gelişim aşamasını göstermektedir.

1) Üretimin çok önemli bir bölümü küçük üretim denen zanaatkârlık aşamasındadır. Bu kesim, çokluk, kendi emeğiyle yakın pazar için üretimde bulunur.

2) Üretimi denetimine almak yoluyla sanayi sermayesine dönüştürme çabasındaki bir grup ticaret sermayesi, parça başına iş görme sistemini geliştirmeye çalışmaktadır. Bu sistem büyük kentler ile halıcılık yapılan Batı Anadolu gibi kısmen gelişmiş kırsal bölgelerde yaygındır.

3) İstanbul ile birkaç büyük kentte 50 ya da daha fazla işçi çalıştırarak manifaktür aşamasına erişen imalathaneler bulunmaktadır.

4) Üretimin henüz küçük bir bölümü, itici güç kullanan ve ücretli işçi çalıştıran modern fabrikalarda sağlanmaktadır.

Son tahlilde, Cumhuriyet’in Osmanlı’dan devraldığı ekonomik ilişkilerin özelliklerine bakılırsa; üretimin aile işletmelerinde öz tüketim için yapıldığı, artan üretimin ancak nakit gelire ihtiyaç duyulduğunda mahalli pazarlara çıkarıldığı, piyasa için üretimin sadece birkaç ihraç ürün ile sınırlı olduğu, sanayileşme gerçekleşmediğinden ekonomik sektörler arasında bütünleşmenin ve karşılıklı girdi alış verişinin çok yetersiz olduğu görülür.

Cumhuriyet’in çalışkan, ahlaklı kurucu kadrolarının kaderi, yalnız Duyun-u Umumiye borçlarının ödenmesi değil, yetersiz olan, aynı zamanda derin gelişme eşitsizlikleri bulunan Osmanlıdan devraldığı ekonomik yapıyı eşitlikçi bir şekilde geliştirmek ve modernleştirmek olmuştur.

Nizamettin BİBER 

 
Toplam blog
: 887
: 2743
Kayıt tarihi
: 06.06.12
 
 

Yeni dünya düzensizliğinde insan olmaya çalışan ve okuyarak ne kadar cahil olduğunu gören, olayla..