Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Aralık '10

 
Kategori
Kent Yaşamı
 

Osmanlıların ahlak ve yaşamı İngilizlere model mi oluyor? (Son)

Osmanlıların ahlak ve yaşamı İngilizlere model mi oluyor?  (Son)
 

Geçmişini bil, geleceğe sağlam basasın. Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın


Siyasi tarih meraklıları, İngilizlerin 19’uncu asırda yaptıkları sanayi devrimi ile Osmanlılardan büyük devlet bayrağını devir aldıklarını ve yaklaşık bir asır taşıdıktan sonra dünya liderliğini ABD’ye devrettiklerini bilirler. İngilizler bugün Batı Avrupa ekonomi liginin 3’üncü kümesine düşmüş, ekonomik ve toplumsal sorunları için çareler aramaktadır. Aşağıda konu ile ilgili İngilizlerin yaptıkları bir araştırmadan kısa bölüm sunulmakta ve Osmanlı anlayışının ve yaşamının ne olduğu okuyanın anlayışına bırakılmaktadır.

İngiliz yazar Phillip Blond’a göre, geçtiğimiz kuşak iki devrime tanıklık etti. Her ikisi de bireyi özgürleştirirken yerel toplulukları yok etti. Önce sol kökenli devrimler yaşandı. Kültürel devrim geleneksel terbiyeyi ve adetleri yürürlükten kaldırdı. Hukuk devrimi, sorumluluk yerine bireysel hakları öne çıkardı.

Sosyal refah devrimi, hayır kurumlarının ve kendiliğinden oluşmuş örgütlerin yerine sosyal hizmet uzmanlarını koydu.

İkinci devrim, sağ kökenli piyasa devrimiydi. Wal-Mart benzeri dev zincirler, ekonomik liberalleşme çağında yerel, dükkânları yok etti. Küresel finans piyasaları, küçük bankaların yerini aldı. Binlerce, kilometre uzaklıktaki çılgın borsacılar, yerel konularda bilgisi olan şehir bankalarını sistem dışına itti. Sendikalar susturuldu.

Her iki devrim de bireysel özgürlüklerden bahsediyordu. Ancak amaçlarından saparak, gücü daha da merkezileştirdiler. Bunlar hücresel ve bölünmüş Toplumlar yaratınca, devlet devreye girip hasarı onarmak durumunda kaldı. Serbest piyasa devrimi çoğulcu ve özerk bir ekonomi yaratmadı. Tam aksine, merkezi hale gelen tek tip finansal bir sistem oluşturdu.

Bu yapının faaliyetlerini denetleyecek devasa bir hükümete ihtiyaç var. Hükümet ve iş dünyası, toplumsal güveni yeniden inşa etmeli.

İnsanları baskıcı toplumsal sınırlamalardan kurtarmak için sergilenen çabalar, özgürlüğün filizlenmesine yol açmadı. Bu çabalar aile kurumunu zayıflattı, evlilik dışı doğumları artırdı ve komşuları birbirine yabancılaştırdı.

İngiltere’de artan suç oranları nedeniyle dört milyon güvenlik kamerası yerleştirildi. Blond, Şubat 2009’da Prospect’te çıkan ve çok tartışılan makalesinde,

-“Toplumumuzun geldiği hale bir bakın. İki kutuplu bir ulus olduk. Bürokratik ve merkezi bir devlet, giderek dağılan ve güçsüzleşen izole bir toplumu etkisiz biçimde yönetiyor” Demektedir.

Bir konuşmasında, günümüzde yapılması gerekenin bu iki devrimin ortadan kaldırdığı şeyleri geri getirmek olduğunu söyleyen Blond,

-“Kökten değişimi amaçlayan devrim karşıtı muhafazakârlık, insanların aralarındaki İletişimi tekrar üstün kılma amaçlı olmalıdır. Toplum ile onu oluşturan bireyler, eski merkezi ve egemen konumlarına kavuşmalıdır” dedi.

Blond, ekonomide üç konuda reform yapılması gerektiğini söylüyor.

-Ahlak kavramı piyasaya yeniden dâhil edilmeli, ekonomi tekrar yerelleştirilmeli ve yoksullara sermaye sağlanmalı,

-İmar mevzuatını değiştirerek bakkallara süpermarketler karşısında avantaj sağlamak, yeni şirketlerin kurulmasını kolaylaştırmak, yerel bankaları canlandırmak ve toplum kuruluşlarının yerel şirketlere yatırım yapabilmesi için yerel sermaye fonları kurmak önerileri arasında yer alıyor.

-Ayrıca tasarruflar teşvik edilmeli. Ekonomik riski toplumun sırtına yüklediği halde kazancı özelleştiren yasalar kaldırılmalı ve merkezi hükümet ile büyük şirketlerin sağladığı sübvansiyonlar azaltılmalı.

Blond’a göre, sivil devlet yaratmak için, üst düzey kamu görevlilerinin yetkisi azaltılmalı.

Küçük yerlerde halkla doğrudan temas kuran memurların takdir yetkisi artırılmalı. Küçük hükümet birimlerine daha geniş bir bütçe yetkisi verilmeli, merkezi iktidarın gücü sınırlanmalı. Ayrıca birçok hizmet, hayır kurumları aracılığıyla verilmeli.

Blond aslında bireysel tercihler temelinde örgütlenmiş bir siyasi kültürün yerine, dernekler ve toplumsal ilişkileri esas alan bir kültürü getirmeyi hedefliyor.

Blond’un fikirleri İngiltere’de büyük ilgi çekti. İngiltere, bireyci ABD’ye kıyasla toplumcu siyasete daha sıcak bakmıştır.

ABD toplumu da aynı iki devrim tarafından parçalanmıştır. ABD’nin de taze bir siyasi akıma ihtiyacı var. ABD de tahripkâr bir yönetim kriziyle boğuşuyor.

Toplumsal güven, ancak yerel örgütlenmelerden başlayarak geri getirebilir." (1)

Dileyenler serinin ilk iki yazısını yeniden okuyarak İngiliz araştırmacı yazarın nasıl bir toplum modelini tarif ettiğini değerlendirerek bizlerin Osmanlı ile neleri kazandığımızı veya kaybettiğimizin muhasebesini yapabilirler.

Osmanlı, 12’inci asrın sonunda çıktığı yolculuğunda, 20’inci asrın başında dönemin tüm güçlerinin üzerine akbabalar gibi çullanması ile şerit (kulvar) değiştirmek zorunda bırakılmıştır...

Bırakılmıştır ancak, Osmanlının Çınar ağacının kökleri bir kez derinlere, ulaşılamayacak, zarar göremeyecek uzaklıklara inmiştir.

Bunun nasıl olabildiğini merak edenler, bir Topkapı Sarayı’nı ziyaretlerinde, bahçede ilk bakışta kurumuş ve içerisi bir baraka büyüklüğünde (çürümüş) oyulmuş bir çınar ağacına yakından ve dikkatlice baksınlar; göreceklerdir ki, kurumuş görüntüsü veren Çınar, yeni filizler vermektedir…

O yaşlı, dalları kırılmış, içi oyulmuş Çınar, köklerinden beslenerek tekrar başını yukarılara doğru uzatmaktadır…

Peki, bu nasıl olmuştur?

Bu soruya Osmanlı Devletinin Fikir babası Şeyh Edebali cevap vermektedir;

Ey Oğul!

Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana...

Güceniklik bize; gönül almak sana...

Suçlamak bize; katlanmak sana...

Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana...

Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana...

Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana...

Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana...

Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana...

Ey Oğul!

Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı, Allah Teala yardımcın olsun. Beyliğini mübarek kılsın. Hak yoluna yararlı etsin. Işığını parıldatsın. Uzaklara iletsin.

Sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin. Sen ve arkadaşlarınız kılıçla, bizim gibi dervişler de düşünce, fikir ve dualarla bize vaat edilenin önünü açmalıyız. Tıkanıklığı temizlemeliyiz.

Oğul!

Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelamlısın. Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgarlarında savrulur gidersin..

Öfken ve nefsin bir olup aklını mağlup eder. Bunun için daima sabırlı, sebatkar ve iradene sahip olasın!..

Sabır çok önemlidir. Bir bey sabretmesini bilmelidir. Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez; yense bile bağrında kalır. Bilgisiz kılıç da tıpkı ham armut gibidir.

Milletin, kendi irfanın içinde yaşasın. Ona sırt çevirme. Her zaman duy varlığını. Toplumu yöneten de, diri tutan da bu irfandır.

İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Dünya, senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir.

Bütün fethedilmemiş gizlilikler, bilinmeyenler, ancak senin fazilet ve adaletinle gün ışığına çıkacaktır.

Ananı ve atanı say! Bil ki bereket, büyüklerle beraberdir.

Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin.

Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma!

Gördün, söyleme; bildin deme!

Sevildiğin yere sık gidip gelme; muhabbet ve itibarın zedelenir...

Şu üç kişiye; yani cahiller arasındaki alime, zengin iken fakir düşene ve hatırlı iken, itibarını kaybedene acı!

Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir. Haklı olduğun mücadeleden korkma!

Bilesin ki atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli (korkusuz, pervasız, kahraman, gözü pek) derler.

En büyük zafer nefsini tanımaktır. Düşman, insanın kendisidir. Dost ise, nefsi tanıyanın kendisidir. Ülke, idare edenin, oğulları ve kardeşleriyle bölüştüğü ortak malı değildir.

Ülke sadece idare edene aittir. Ölünce, yerine kim geçerse, ülkenin idaresi onun olur.

Vaktiyle yanılan atalarımız, sağlıklarında devletlerini oğulları ve kardeşleri arasında bölüştüler. Bunun içindir ki, yaşayamadılar.. (Bu nasihat Osmanlıyı 600 sene yaşatmıştır.)

İnsan bir kere oturdu mu, yerinden kolay kolay kalkmaz. Kişi kıpırdamayınca uyuşur. Uyuşunca laflamaya başlar. Laf dedikoduya dönüşür. Dedikodu başlayınca da gayri iflah etmez. Dost, düşman olur; düşman, canavar kesilir!..

Kişinin gücü, günün birinde tükenir, ama bilgi yaşar. Bilginin ışığı, kapalı gözlerden bile içeri sızar, aydınlığa kavuşturur.

Hayvan ölür, semeri kalır; insan ölür eseri kalır. Gidenin değil, bırakmayanın ardından ağlamalı...

Bırakanın da bıraktığı yerden devam etmeli. Savaşı sevmem. Kan akıtmaktan hoşlanmam. Yine de, bilirim ki, kılıç kalkıp inmelidir. Fakat bu kalkıp-iniş yaşatmak için olmalıdır.

Hele kişinin kişiye kılıç indirmesi bir cinayettir. Bey memleketten öte değildir. Bir savaş, yalnızca bey için yapılmaz. Durmaya, dinlenmeye hakkımız yok. Çünkü, zaman yok, süre az!...

Yalnızlık korkanadır. Toprağın ekim zamanını bilen çiftçi, başkasına danışmaz. Yalnız başına kalsa da!

Yeter ki, toprağın tavda olduğunu bilebilsin. Sevgi davanın esası olmalıdır. Sevmek ise, sessizliktedir. Bağırarak sevilmez. Görünerek de sevilmez!...

Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez.

Osman!

Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın. Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın. (2)

'insanı yaşat ki devlet yaşasın'

(1) NewYork Times

(2) Şeyh Edebali (1206 - 1326) Osmanlı Devleti'nin kuruluş yıllarında yaşamış bir İslam ilahiyatçısı-din bilgini, Ahi şeyhi, Osman Gazi'nin kayınbabası ve hocası, Orhan Gazi'nin dedesi, bir anlamda da sonradan imparatorluk olacak Osmanlı Devleti'nin fikir babasıdır. Aslen Karamanlı'dır. Karaman'da başladığı tahsilini tahsilini Şam'da tamamlamıştır. Tefsir, hadis ve özellikle İslam hukukunda uzmanlaşmıştır. [Muhammed Celaleddin-i Rumi Mevlânâ Celaleddin-i Rumi] gibi, zamanının büyüklerinin sohbetinde bulunmuştur.(Vikipedi)

 
Toplam blog
: 1117
: 1768
Kayıt tarihi
: 29.08.06
 
 

Ticari ilimler akademisindeki öğrenciliğim sırasında, bir kamu iktisâdi kuruluşunda başladığım ça..