Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Mart '08

 
Kategori
Siyaset
 

Osmanlıyı batıran ordu-siyaset çatışmasına hayır!

Osmanlıyı batıran ordu-siyaset çatışmasına hayır!
 

ordu


Genelkurmay Başkanları ülkemizde devletimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün “siyaset yasağı”na rağmen nedense siyasetin baş aktörü olmayı çok seviyorlar.

Bu yeni bir durum değil.Osmanlı İmparatorluğu’ndan miras bize.

Osmanlı Devleti 1800’lü yılların sonuna doğru artık iyice zayıflamış ve ülkenin nasıl kurtulacağına dair çeşitli görüşler akımlar Devletin her kurumunda olduğu gibi Ordunun da her kademesini meşgul etmeye başlamıştı.Rejim karşıtı faaliyetler özellikle askeri okullarda fazla görülmekteydi.Muhalefet askeri okullarda kendini daha fazla hissettiriyordu.

Siyasi cereyanlar orduya nüfuz etmiş ve askerler arasında siyasi çatışmalar başlamıştı.İlk defa Askeri Tıbbiye’de gizli olarak teşkilatlanmış olan İttihat ve Terakki Cemiyetinin mensupları genelde asker menşeli idi.Harbiye’den mezun olan askerlerin ilk kıta görev yeri Makedonya ve Balkanlar Bölgesi olduğundan, zabitlerin Balkan eşkıya ve çeteleriyle devamlı süren mücadeleleri onlarda çeteciliğe meyyal bir psikoloji uyandırmıştı.

İstanbul’da baş gösteren ayaklanmayı bastırmak üzere Selanik’ten yola çıkan Hareket Ordusu’nun kumandanı Hüseyin Hüsnü Paşa Erkan-ı Harbiyesi ise Mustafa Kemal Bey idi.

Mustafa Kemal Bey Subayların kendilerine verilecek askeri görevler dışında hiçbir şeyle meşgul olmamalarını ve Hareket Ordusuna dışarıdan hiçbir kuvvetin yani siyasilerin müdahalede bulunmamasını belirtiyordu.Mustafa Kemal’in subayları siyasetten ayırmaya matuf düşünce ve teşebbüslerine kızarak bundan çekinen İttihat Terakki Cemiyetinin bazı üyeleri Mustafa Kemal’in Hareket Ordusunda yer almasına karşı çıkmış fakat İstanbul’daki tehlikenin büyüklüğü sebebiyle bu isteklerine ulaşamamışlardı.

Ordunun siyasete karışmasını ve muhalefetin de bunu fırsat bilip tahriklere başlaması neticesi olan 31 Mart olayını bastırmak için Rumenliden gelen Mürettep Ordunun kesinlikle politikanın dışında olması gerektiğini belirten Mustafa Kemal’in çabasına rağmen kendini siyasetin içinde buldu.

Bütün bunların sonunda İttihat ve Terakkinin orduya dayanan hakimiyeti karşısında muhalefet de ordu içinde taraftar aramaya başladı.Bu arayış sonucu subaylar arasında “Halaskaran-ı Zabitan-Kurtarıcılar” gurubunun oluşmasına yol açtı.Ordunun eseri olan meşrutiyeti “korumak ve kollamak için” yola çıkan subaylar, zaman zaman hükümetin çekilmesini ve seçimlerin yenilenmesini talep ettiler.Ordunun isteği doğrultusunda Hükümetler kuruldu, devrildi.Osmanlı ordusunun bu durumunu eleştirenler başında Mustafa Kemal ve Kazım Karabekir gibi subaylar vardı.

Neticede bu durum öyle bir hal aldı ki ordu üç dört fırkaya ayrıldı.Siyaset çekişmeleri, iktidar hırsı sonucu Nazım Paşa, ardından Harbiye Nazırı ve Sadrazam Mahmut Şevket Paşa öldürüldü.İttihat Terakki bunu fırsat bilip muhalefeti sindirdi ve Osmanlı Enver, Talat ve Cemal Paşanın yönetimine bırakıldı.

Böylece Ordunun tamamen siyasete girmesi ile Trabulusgarp ve Balkan harbi faciaları birbirini izledi.Ardından da 1. Dünya Harbi başladı.İttihatçıların ve bazı kumandanların hatası sonucu ordu mahvolduğu gibi Osmanlı İmparatorluğu “Düvel-i Muazzama” tarafından paylaşılarak Türklerin idare ve kontrolünde Anadolu’da çok az bir toprak kaldı.

Sonuçta, Osmanlıda ordunun siyasetin içinde yüzmesi şeklinde gelişen ordu-siyaset ilişkisi bir çatışmaya dönüştü ve ortaya çıkan olumsuzluklar kısa sürede Osmanlı Devletinin dağılmasına sebep oldu..

Ordunun siyaset dışında durması tezini ilk günden beridir savunan askeri üniforma ile siyaset yapılmasına karşı çıkan Mustafa Kemal Atatürk, Kazım Karabekir, Fevzi Çakmak gibi Osmanlı Devletinin önde gelen subaylarının kurduğu Türkiye Cumhuriyeti devleti kuranların bu hassasiyetlerini her fırsatta söylemiş olmalarına rağmen ne yazık ki zaman içinde Türkiye Cumhuriyeti Ordusu üst düzey subayları siyasete sık sık müdahale ettiler, yetmedi darbeler yaparak siyaseti tasfiye ve yeniden yapılandırmaktan çekinmediler.

İttihat Terakki döneminde askerlerimiz arasında yaygınlaşan o dönemin deyimi ile “Halaskaran-ı Zabitan-Vatan Kurtarıcılar” geleneği gizli açık biçimde hayatımızdan hiç eksik olmadı.<ı>

Ulu Önder Atatürk’ün ordunun siyasetin içine girmesinin sonuçlarını bir Osmanlı subayı olarak en yakından ve acı bir biçimde nelere mal olduğunu bildiği için bu konudaki o yıllarda da ısrarla savunduğu “ordunun siyasete siyasetin de orduya karışmaması” ilkesine rağmen üst rütbeli subaylarımız “devleti kendilerinden başka seven ve koruyup, kollayan” olmadığı, siyasilerin “Cumhuriyet kazanımlarını yok ettiği” düşüncesiyle siyasetin hep merkezinde oldular.

Bu yüzden toplumda, aydınlarımızda ve siyasilerimizde hemen her konuda “asker acaba bu işe ne der?” merakı yerleşik bir gelenek halini aldı.

“Askeri kızdırmamak”, “Askerden onay almak”, Askerin düşüncesini dikkate almak” Atatürk’ün ifade ettiği biçimiyle “egemenliğin kayıtsız şartsız sahibi millet”in iradesinin temsil edildiği TBMM çatısında milletvekillerinin ensesine yönelik sallanan bir kılıç oldu.

Demokratik bir ülkede Orduya olağan dışı bir rol vermek demokrasinin gelişimi için büyük bir engeldir.

Ordunun siyaset düzleminde taraf olması demokrasimiz açısından sakıncası yanında ordumuzu yıpratan, millet iradesi ve milletle karşı karşıya getiren bir olgudur.

Ordu siyasetin tarafı oldukça yıpranma kaçınılmazdır.

Çünkü, siyaset tartışma, muhalefet demektir ve ordu güncel siyasetin aktörü oldukça doğal olarak tartışılmaya ve yıpratılmaya başlayacaktır.

Ordunuzun siyasete sık sık müdahalesi, darbeleri, siyasi parti liderlerini hedef alan açıklamaları ordumuzun demokrasiye , milletin inanç ve geleneklerine karşıymış gibi bir görünüme yol açmaktadır.

Siyasette taraf olmak ve siyasete askeri müdahaleler yapmak ordumuza yapılan en büyük yıpratma harekatları olmuştur.

Ordunun siyasete çekilmesi kendi iradeleri kadar siyaset ve diğer sivillerin çabaları önemli rol oynamaktadır.

Seçim sandığında yenilen partiler , destekledikleri parti seçimi kazanamayan aydın, sivil toplum kuruluşları iktidar değişimi için sürekli askerden medet ummuşlardır.

Orduyu tahrik edebilmek için oynanan oyun hep aynıdır.İktidar doğrudan veya hazırladığı ortam olarak “irtica” nın odağı olması, ülkenin “şeriat” devletine dönüşmesi iddiasıdır.Yani oynanmaktan bıkmayan bir paranoyadır.

En son askeri müdahale olan 28.Şubat.1997 müdahalesi öncesini hatırlayınız lütfen..

Televizyonda, gazetede boy boy “İrtica “ haberleri ve bir takım bu tehlike kanısını ispatlayan şahısların fotoğraf ve ilişkileri…Aradan on yıl geçtikten sonra o günlerde her gün televizyonda görülen Aczimendiler şimdi nerde? Liderleri Müslim Gündüz, Fadime Şahin, Kalkancı tarikatı şeyhleri şimdi ne yapıyor?Bilen merak eden var mı?O gün askeri tahrik edip askeri müdahale için gerekçe oluşturdular, görevlerini yaptılar ve hayatımızdan çıktılar değil mi?

Sonuç..28 Şubat iktidardaki irtica partisi dedikleri Refah Partsi’ni kapattı.O iktidar partisinin Bakanı şimdi Cumhurbaşkanı, o partinin İstanbul Belediye Başkanı şimdi %47 ile tek başına iktidar.Bunun yanında müdahaleyi yapan ordunun ne kadar büyük yıpranma ile baş başa kaldığını siz düşünün.

Cumhurbaşkanlığı seçimi için muhtıra veren Ordu sayesinde muhtıra verilen parti rekor bir oya ulaştığını, askerlerin başörtülü bir eşe sahip bir kişiye ve eşine yaptığı boykotların kime kazanç kime kayıp verdiğini subaylar da siviller de görmesi gerekiyor.

Ordumuzun yıpranmasına gölümüz razı değil.

Bulunduğumuz coğrafya güçlü ve milletiyle kaynaşmış, aynılaşmış bir orduyu zorunlu kılıyor.

Türk milleti her dönemde ordusunu sevmiş ve onunla bütünleşmiş, asker ocağına, peygamber ocağı diyerek diğer kurumlardan farklı tutmuştur.

Ancak milletimiz generallerimizi siyaset meydanında laf yarıştırmasını olumlu karşılamamaktadır.

Siyasi tarihimize bakıldığında Generallerimiz hangi siyasi partinin aleyhinde söz söylemiş ve duruş sergilemişse milletimiz o partiyi iktidara taşımıştır.

Ordu siyaset yapmamalıdır ama siyasilerimiz de kendi beceriksizliklerini örtmek için orduyu kullanmaktan, ikiyüzlülükten vazgeçmesi gerekir.

Demokrasinin asli unsuru olan siyasi partilerimizin demokrasiyi özümsememiş demokrasiye inanmamış liderlerinin ordunun siyasete müdahalesinden şikayetçi olma hakları olduğunu düşünmüyorum..

Siyaset olabildiğince iki yüzlü yapılarına devam ettiği sürece ordu siyaset ilişkisi demokratik bir hukuk devletinde olması gereken bir yapıya kavuşması mümkün değildir.

28.Şubat.1997 öncesi bir generalin Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı olan Necmeddin Erbakan’a “pezevenk” demesini , bir başka generalin İçişleri Bakanı Meral Akşener’e “Bakanlığın önüne kazık diker seni kazığa oturturum” demesini içlerine sindiren siyasiler(Deniz Baykal, Devlet Bahçeli o tarihte de partilerinin Genel Başkanıydı) bu sözlerin bir gün kendilerine de söyleneceğini bilmeleri gerekirdi.

Genelkurmay Başkanı bir gün iktidar partisine sert çıktığında muhalefet partileri olarak kıs kıs gülümserseniz , ertesi gün Genelkurmay Başkanı muhalefet liderlerine sert çıkar bu sefer iktidar soteye yatar kıs kıs gülümserse o ülkede demokratik bilinç yoktur ve siyasiler şamaroğlanı olmayı hak ediyor demektir...

Siyasiler ordunun siyasetten uzakta durmasını istiyorlarsa bir ordu mensubu hangi parti mensubuna olursa olsun hakaret eder, tavır koyar, siyasi polemik içine girerse o siyasiyi hep birlikte savunmaları gerekir.

Askerler ise üzerlerinde üniforma, belinde silah, emrinde tank, top uçak, varken siyasetin aktörü

olmamalılar…Genel Kurmay Başkanları eğer siyaseti seviyorlarsa üniformayı çıkarıp kravatını takarak siyaset yapmalılar…

Siyasinin muhatabı siyasidir.Konu ister askeri olsun ister başörtüsü olsun, ister başka bir şey olsun… Siyasinin getirdiği eleştiriyi cevaplayacak olan siyasidir..

Muhalefet partileri Kuzey Irak Operasyonu ile ilgili eleştiri getirmişse bunun cevaplayacak olan kurum Hükümettir.

Genel Kurmay Başkanının ortaya çıkıp hiç de şık olmayan haddini aşan bir üslupla muhalefet partileriyle laf yarıştırmaya onları itham etmeye kalkması demokrasimiz ve devlet geleneğimiz için vahim bir durumdur.Hükümete de hedef aldığı partilere de haksızlıktır.

Ordu eleştirilemez kutsal bir yapı değildir.Komutanlar, ordu yaptığı görevler, işleyiş biçimleri, yaptığı harcamalar, ihaleler, alım, satımlar tayin, terfiler elbette konuşulabilir olmalıdır.Hukuk devletinde devletin bütün kurumları hesap verir…Demokrasilerde devletin bütün kurum ve görevlileri didik didik incelenir, tartışılır, konuşulur…

Elbette ulusal güvenlik açısından belirli hassasiyetler olacaktır.Ama bu şemsiyenin altına sığınarak bazı kurumlar kutsallaştırılamaz.Genel Kurmay Başkanı Kuzey Irak Tezkeresi’ne oy veren siyasi parti liderlerine gizli bir toplantıda konunun seyrini, eğrisini doğrusunu konuşulanlarını dışarıya çıkarılmamak şartıyla anlatabilirdi.Bunu yapmak yerine “üniformamı çıkartırım” resti ve Sayın Bahçeli ve Sayın Baykal’ı hedef alan açıklamalar yapması ordumuza ve şehitlerimize yapılmış büyük bir haksızlıktır.

Sayın Yaşar Büyükanıt bilmelidir ki Ordumuzu yıpratan Baykan ve Bahçeli’nin eleştirileri değil bizzat kendi davranışıdır.
 
Toplam blog
: 178
: 1496
Kayıt tarihi
: 01.10.07
 
 

Balıkesir doğumlu.1990 İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mezunu. Balıkesirspor Kulüp Yöneticili..