Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Ağustos '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Öss, sosyolojik bi araştırma konusu olabilir

Öss, sosyolojik bi araştırma konusu olabilir
 

Bazen sosyolog olup memlekette olan biteni çözmek isterdim. Sosyolog değilim. Üniversite sınavına girerken ne olmak istemiştim? Sanat tarihçisi. Sen iste, kara bahtına ne çıkarsa öss-ösys ile bahtıma, işletme çıktı. Sevdim mi? Hiççç sevmedim.


Geçen akşam Kürşat Başar'ın programında Abbas Güçlü konuktu. Abbas Güçlü babamın bin yıl önceden dillendirdiği yerinde tesbiti ortaya koydu. "Üniversite sınavlarında istisnasız her gencin, yönetici, vali, doktor, mühendis, v.b meslekleri tercih ettiğini" söyledi. Oysa Avrupa'da herkes kendi yeteneğine, zekâ kapasitesine göre , kendisini zorlamadan, yarış atı zihniyeti ile büyümeden, abartmadan gayet sıradan meslekleri seçip hayatlarına devam ettiklerini söyledi.

Gel gelelim bizim ülkemizde meslek, insan karakterinin önüne geçmiştir. Bi insanın kariyeri varsa önünde eğilip, bükülünür, belli mi olur gün gelir belki işi olur. İşi olmasa bile makam sahipleri ile konuşmanın, görüşmenin engellenemez bi azameti vardır. Başka bi ülkede şöyle bi laf var mıdır, bilmiyorum? Sen benim kim olduğumu biliyor musun? Sanki bizim ülkenin ve eleştirdiğim mantalitenin anahtar kelimesidir.

İnsan olmanın, karakterin hiç bi önemi yoktur. Sen yeter ki bi şey ol. Ezmek için gerekli olan budur.Yıllar süren ezilmişliğin verdiği aşağılık duygusu, böylelikle yükseklik duygusuna kendisini çevirecektir. Böylelikle ebeveynler yıllar yılı kendi hayatlarındaki ezilmişliği çocukları vasıtasıyla ezerek, bu eziklik duygusundan kurtulacaktır. Bu yüzden sınavlar birbirini kovalıyor. Genç öss de ilk ikibine giryor fakat hâlâ ailesine layık olamadığını düşünüyor.

Bilirsiniz bi hastaneye gittiğinizde genellikle doktorlar, hastaları küçümseyerek, azarlayarak ve hatta yok sayarak davranırlar. Yolunuz bi hastaneye düşer de, bi doktor size, bayat, kokuşmuş bi espri yaparsa, hastanenin tanrısı, tanrıçası pek mütevazi davrandığından, o espriye mazhar olmuş insan bunu anlata anlata bitiremez. Oysa kendileri de baron dö şansölyenin şatosundan çıkmamışlardır. -Hoş çıksa ne olacak?- Bilâkis halkın arasından çıkmışlardır. Azametli davranışları ile sanki şatodan çıkıp gelmiş de, size hizmet veriyor havasındadırlar. Valisi de, yöneticisi de her ne kadar halk için orada olduğu söylense de, halkı ezmekten, azarlamaktan tuhaf bi zevk alıyor gibidirler. Halka hizmet için o mesleği seçenler, ondan para kazananlar, halkla arasına derin mesafeler koymaktadırlar.

Pek bi mevkili! yerlere oturunca yıllar yılı ezilmişliğin intikamı, çocukları sayesinde alacaklardır. Bana bunun başka izahı yok gibi geliyor. Ülkemizdeki bu en bi meslek sahibi olma hastalığın parayla da ilintili olduğunu düşünmüyorum. Öyle sıradan meslekler var ki, talep edilmediği için sanıyorum, geliri gayet iyi olan. örn; nalbantlık diye bi meslek var. Şimdi bunu okuyan bazılarının içinizden püfkürdüğünü hissedebiliyorum. Hipodromlardaki, at çiftliklerindeki atlara bakım v.s işlerini yapıyorlar ve maaşı da gayet yerinde. Çünkü bu bi çok genç tarafından itibar edilen bi meslek değil. İhtiyaç var. Bunun gibi o kadar çok ara meslek var ki. Herkes büyyük adam!!! olmaya kalkınca sıradan meslekleri kim yapacak bilmiyorum?

Hayatta meslekleri sayesinde kendilerini bi yerlerde gören, isimlerinden önce mesleklerini söyleyen insanlardan korkarım ben. Çünkü kendisini, kişiliğini sıfırlamıştır. Pek de insani gelmez, değildir de. Yarın öbür gün emekli olduğunda düşeceği bunalımları düşünürüm. Sırf sıradan mesleği olduğu için, itibar etmeyen insanlara ben de itibar etmem. İnsanlık sıfırdır. Korkarım onlardan işte. Onların gözlerinde sadece koltuk, hırs, kompleks görürüm.

Böylesi bi adamın evini görüyorum kışları yürüyüş yaptığım Güzelyalı sahilde. Dışardan gördüğüm kadarıyla ev tam çöp ev olma özelliğinde. Fakat bu özelliğin de ötesinde, adamın evinin salonunu, devlet dairesi gibi döşemiş olmasından kaynaklanıyor. Cam kenarında devlet dairesi masası, üstünde eskimiş masa bayrağı, eski tip bi telefon, daktilo, kopuk kopuk bi jaluzi. Bütün bunlar belki otuz, kırk sene ötesinden kalmış. Ve yaşlı adam asık suratıyla hergün o masada koltuğunda oturuyor. Bi filme konu olabilecek bi yaşantı var orada.

O da sanıyorum, isminin başında zartzur mühendisi, zort ilçesinin kaymakamı, bilmemne fakültesinin dekanı sıfatını isminden daha çok sevmiş, normal ismini hiç sevmemiş, kendisini bu sıfatlarla ayakta tutmuş, birgün bu elinden alındığında da -doğal olarak- hayatın duvarına toslamış.

 
Toplam blog
: 246
: 1012
Kayıt tarihi
: 15.02.08
 
 

..