Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Mayıs '11

 
Kategori
Siyaset
 

Ötekileştirmek korkusu

Ötekileştirmek korkusu
 

Son dört yıldır özellikle çok kullanılan bir kavram bu… Sık sık da sorumluluğu kendini Türk bilenlerin üstüne yıkılan bir kavram… Ötekileştirme… 

Nedir ötekileştirme? Anladığımız kadarıyla birilerini “bizden” ayrı telakki ederek, onları çeşitli haklardan mahrum etmek.. Veya toplumsal hayattan onları dışlamak. 

O halde önce metotta anlaşmamız lâzım. İnsanlar “olması gerekeni” kendilerine esas alır, vakıa, olması gerekene uymadığında, vakıa yargılanır, “olması gereken” değil! 

Toplumsal düzenlerin belirleyicileri, toplumların çoğunlukları, ad vericileri, kültür üreticileridir. Bunun siyasi hayata yansıtılmasına da demokrasi denir. Neden böyledir? Çünkü toplumlaşmaya başladığımızda en nihayetinde “belirlenmiş” ve kolay kolay değişmeyecek bir kültürel kod birikimine tabi olacağımız hususunda kendiliğinden mutabık kalmışız, demektir. Yani bir memlekette siyasi bütünlüğü teşkil etmek için, aşiretler, kabileler, kavimler vs bir araya gelerek devletleşip bundan sonra da bu çatı altında kendiliğinden milletleşirken ABD uluslaşması dışında örneği görülmeyen zımni bir mutabakata varmışlar demektir. O da: “Biz falanca adı taşıyan bir aşiretler, kabileler, kavimler cemîyiz… Biz ortak bir adla tanınmak ve bu adı kullanarak dünyada kendi varlığımızı sürdürmek istiyoruz!” demektir. 

Bazı toplumlar tarihin erken dönemlerinde bu tip bir beraberliği sağlayarak “milletleşmiş”, bazıları daha geç dönemlerde siyasi birliklerini kurarak bu aşamaya gelmişlerdir. İtalya ve ABD buna örnektir. 

Bazıları Anayasada geçen Türk kavramının “psikolojik” bir kavram olduğunu hukuken bağlayıcılığının bulunmadığını iddia etmekteler. Onlara, firma isimlerine de aynı şekilde bakıp bakmadıklarını sormak isterdim. 

“Türk” adının basit bir etnik grubun adı ve Türklük kavramının da sadece asılsız bir psikolojik bunalımdan ibaret olduğunu düşünenler, milletleşmenin tarihi ve siyasi alt yapısını idrak edememekte veya özellikle görmezden gelmektedirler. 

“Türk” adını meydana getiren ve nüfusları üç yüz milyonu bulan kavimler cüz’ünün mutabakatı, siyasi bir bütünlük ve bu bütünlüğün doğurduğu sorumluluklarla tarihe geçmiştir. Dolayısıyla bu insanların benimsediği ortak adın “sorumluluğu” kendiliğinden bir hukuk kaynağıdır. 

Bu tıpkı bir markanın durumuna benzer. Bir marka , çeşitli ürünlerin üzerine vurulan ve o ürünlerin kaliteleriyle ilgili bir değer ölçüsü olan bir semboldür. Bu sembol, aynı zamanda üreticinin markanın bütün ürünlerinden sorumlu oluşunun göstergesidir. Yani bir üretici, “canım o sadece bir marka!” diyerek markasının vaat ettiği kalite sorumluluğundan sıyrılamaz. Büyük bir markanın herhangi bir ürününde meydana gelen hata o markanın sorunudur. Meselâ Özbeklerle ilgili bir sorun Türk Milleti’nin bir ferdi tarafından dışlanamaz. Çünkü Özbekler, tescili tarihin çok eski devirlerde yapılmış büyük Türk markasının bir parçasıdır. Kimse kazak’ların sorunları için “Canım bana ne ben Oğuzum, Kazak’lar beni ilgilendirmez!” diyemez! 

Gerçi Azerbaycan’la ilişkilerimizde buna benzer sözler edilmeye başlandı ama zaten o sözleri edenlerin de Türk adı/markasıyla herhangi bir gönül veya soy bağı yok, anlayabildiğimiz kadarıyla… 

Ötekileştirme işte bu noktada anlam kazanır. Birini kendinizden kabul ettiğinizde, kendinizle ilgili hakları onun için de kabul etmeniz gerekir. Burada bir kategorik üstünlük sorunu vardır. Bir ülkede, “hakkı” tanımlayan ve egemen kılan, o ülkeyi kuran, dolayısıyla o ülkede egemen olmak hakkını kesin şekilde elde etmiş toplumsal çoğunluktur, uluslaşmış toplumsal yapıdır. 

Neden? Çünkü toplumların uluslaşması, toplumsal hayatın maliyetini azaltır. Düzenin kurulmasını sağlar ve kural konusundaki mutabakatın yerleşmesini sağlar. Ancak uluslaşmış toplumlarda gerçek bir hukuk devleti tesis edilebilir. Neden böyledir? Çünkü toplumsal mutabakatı meydana getirememiş, toplulukların ortak bir kurallar bütününde buluşmaları imkânsızdır. 

Uluslaşamamış ve uluslaşmaya en çok direnç gösteren, aşiret, kabile ve etnik ( ırk açısından homojen) grupların yer aldığı ülkeler, dikkat edilirse bölünmeye, katliamlara, kırımlara en çok rastlanan ülkelerdir. Uluslaşmanın kural üzerinde mutabakat temelini idrak edemeyen ulus altı topluluklarda toplulukların düzenlerinin temelinde kural değil, aidiyet yatar. 

Bu açıdan, uluslaşmış bir toplulukta “ötekinden” bahsettiğinizde ırken, kökensel olarak, akrabalık derecesine göre size yabancı olandan bahsetmezsiniz. Uluslaşmış bir toplumda “öteki”, uluslaşmanın, üzerinde temellendiği değeler ve kurallar bütününe yabancı insan anlamına gelir. 

Dolayısıyla Türk Milleti gibi bir toplumda “ötekileştirme”, millet/ulus mensuplarının tavrı değildir. Nitekim bu gün, aklı başında ve vicdan sahibi Kürt kökenli yurttaşlarımız, ülkenin her yerinde, etnik kökenlerine bakılmaksızın, hukukun bütün gereklerinden yararlanabildiklerini, okuyabildiklerini, iş kurup iş arayabildiklerini, mülk edinebildiklerini kabul etmektedirler. Bunun sebebi de bu ülkeye adını verip ülkeye markasını yani kalite mikyasını yani kuralların ırkî ve kültürel farklılıkların hepsine aynı şekilde uygulanacağına dair bu markanın hukuki sorumluluğunun Türk Milleti’nin üzerinde olmasıdır. Yetkisiz sorumluluk olmayacağı genel kuralı da sorumluluğu üstlenen ulusa, markayı, markanın sorumluluk sınırlarını belirleme yetkisini de verir. 

Dolayısıyla bir markayı oluşturan ürünler yelpazesinde, üretici nasıl markasın taşıyan bütün ürünlerde eşit sorumluluğa sahipse ve ürünlerinin bir kısmını diğerlerine göre kayırması mümkün değilse, Türk Milleti’nin tarihi ve hukukî sorumluluğu da “ötekileştirmeye” manidir ve bu yüzden “Türk Kürtleri”, “Arap ve Fars Kürtlerine” göre Türkiye’de inanılmaz bir refah ve hürriyet ortamı bulmaktadırlar. 

O halde ortadaki “ötekileştirme” sorununun sebebi veya faili Türk Milleti değil, kürt adının ırki kökeniyle ve dil olup olmadığı belli olmayan iletişim vasıtasıyla sürekli Türk’ü farklılaştırmaya/ ötekileştirmeye çalışan etnik ırkçılardır. Dikkat edilirse zaten ırk ve dil dışında Türk ve kürt adları arasında nasıl bir fark olduğu izah edilememektedir. Burada insani ilişkilerin benzetici ve uzlaştırıcı bütün etkileri vahşice dışlanarak, inkâr edilerek, ilişkilerimizin üzerine ırkın dikenli tasması geçirilmeye çalışılmaktadır. Bu güne kadar etnik ırkçılara karşı verilen hiçbir cevapta ırk unsuru gündeme getirilmemiştir. Oysa etnik ırkçıların bu noktadan hareket etmesi de hiç eleştirilmemiştir. 

“Ötekileştirme”, kurala yabancı, “tanıdığına merhamet edip tanımadığını düşman belleyen”, kapalı toplumsal yapıların refleksidir, uluslaşmış toplumların kurala dayanan davranışı değil! 

Bu yüzdendir ki Türkiye’de artık etnik vurgulu siyaset yasaklanmalı ve ulusal bütünlüğümüzü geriye götürmeye çalışan ifadelerin ifade hürriyeti kapsamından çıkarılması gerekmektedir. Toplumsal düzenimizi yıkmaya, geri götürmeye, ayrıştırmaya çalışan, kurallılığı, ırksal hegemonyaya dönüştürmeye çalışanların işleri hak ve hürriyet yelpazesinde yer alamaz. 

 

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 153
: 503
Kayıt tarihi
: 11.02.11
 
 

Eczacıyım, memlekete meraklıyım.....