Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Eylül '21

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Ottoman – Yeniçeri

Ottoman – Yeniçeri

 

ON DÖRT’LE, ON SEKİZ YAŞ ARASINDAKİ ERKEK ÇOCUKLARINI ALIYORLARMIŞ. TABİ AİLELERİNİN RIZALARINI ALIYORLARMIŞ.”

“SONRA?”

“BU ÇOCUKLARI, İSTANBUL’A, EDİRNE’YE GÖTÜRÜYORLARMIŞ. ORALARDA OKUTUP, EĞİTİP YENİÇERİ ASKERİ YAPIYORMUŞ.”

 

Yıllar yılların daha yeni misafiri olmamışken!

Üstüne asırlar boyu yeni güneşler doğmamışken!

Zaferler alınmış, zaferler kaybedilmemişken!

Çoook çok eskilerden yine zalimin zalimi rüzgârlar doludizgin, acımasız, pervasız hatta edepsiz halleri ile estikçe estiği, kırıp geçirdiği, dur imana gel denmediği zamanların birilerinde bir yerlerde ya da eski zamanların birinde ya da bir yerlerinde,

Uzaklarda, hani Kaf dağının arkasında derler ya, işte oralarda:

Bir köy düşünün köy gibi olsun.

Küçük birbirine yakın bazıları, bazıları da uzakta evler olan, köy meydanı, köy çeşmesi olan bir yeri hayal edin. Yeşiller içinde olsun bu köy. Güzel olsun ki adı köy olsun. Uzaklarda da demiştik ya bu köy Bulgar köyü olsun…

&

 

Bulgar köylüleri köyün kahvesinde konuşuyorlardı. Yüzlerinde derin bir ne olacak korkusu mu vardı, yoksa öylemi seziliyordu. Bir endişe olduğu muhakkaktı. Esmer iri yarı olan Samir köyün fırıncısı içlerinde daha bir endişeli gibi görülüyordu. Hızlı konuşuyor bir şeyleri kısa zamanda anlatmak istiyordu da o kısa zamanda çok şey anlatma telaşındaydı. Kahvesinden bir yudum aldı. Daha soluklanmadan konuşmaya başladığı için ter içindeydi. Biraz önce telaşla kahveden içeri girmiş, kahvenin sahibi Todori’nin yanına oturmuştu. Her halinden bir şeyleri dökmeye geldiği belli olduğu için, Todori’nin çırağına kahvesinin gelmesini işaret ettiği sırada Todori onun halinden işkillenerek sormuştu.

“Samir nedir bu telaşın ardından kovalıyorlar mı?”

Samir, gerçekten telaşlıydı, ter içinde olduğundan cebinden bir bez çıkardı terini silmeye başladı. Şöyle bir kahvedekilere baktı. Kendini dinleyenlerin çok olmasını istiyordu. Belli ki iyi bir havadisi vardı.

“Ben ne olduğunu anladım mı ki. Onun için koşarak sana geldim. Ben anlatayım sen söyle bakalım hayır mıdır? Şer midir?”

Derin bir nefes aldı, etrafındakilere bir daha baktı.

“Kadı Efendiye uğramıştım, bir işim vardı. Ondan duydum. Osmanlıdan ferman gelmiş; Yeniçeriye asker toplanacakmış. Bizden erkek çocukları topluyorlarmış.”

Bu haber iyi bir haber değildi. Birçoğunun dikkatini hemen dağıtmış, hepsi onu dinlemeye başlamışlardı. Todori’nin de canı sıkılmıştı.

“Doğru işittiğinden eminsin yani.”

“Niye doğru işitmeyeyim ki. Kadının ağzından bizzat duydum.”

“Ne diyeceğimi bilemedim şimdi.”

Samir’in eline fırsat geçmişti. Kahvedekilerde onu dinliyorlardı. Başladı anlatmaya.

“Ne yapıyorlarmış biliyor musunuz? Şimdi Osmanlı askerleri köy – köy geziyorlarmış.”

“Eeeee…”

“Eee’si… On dört’le, on sekiz yaş arasındaki erkek çocuklarını alıyorlarmış. Tabi ailelerinin rızalarını alıyorlarmış.”

“Sonra?”

“Bu çocukları, İstanbul’a, Edirne’ye götürüyorlarmış. Oralarda okutup, eğitip yeniçeri askeri yapıyormuş.”

“Deme yahu… Kadıdan duydum dedin değil mi?”

“Evet. Dedim ya kendim bizzat duydum.”

“Havadis doğru yani...”

“Doğru tabi… Diyeceğim bununla da kalmadı. Kadı efendinin dediğine göre; içlerinden iyilerini bir güzel ayıklıyorlarmış. Onlara daha bir başka muamele gösteriyorlarmış. Onlar bir fazla ders görüyor, bir fazla şeyler öğretiliyormuş.”

“Niye ki?”

“Ben de meraklandım senin dediğin gibi dedim. Niyeymiş biliyor musun? Bu iyi olanların şansı da pek fazla oluyormuş. Onlar yükseliyormuş. Biliyor musun sarayda vezir bile olanlar varmış.”

“Koskoca Osmanlı sarayında vezir olacak ha buranın çocukları.”

“Oluyormuş. Ben duyduğumu bilir söylerim.”

Todori dâhil herkes bu söylenenleri içlerine sindirmek için susmuşlardı. Birçoğunun oğlu vardı. Bir kısmının yeğeni yakını, akrabası… Bu konuşmalar onları almış başka yerlere götürmüştü.

Olur mu olurdu. Neden olmasın ki… Todori bir süre daha düşündü belli ki bir şeyleri düşüneceğim diye iyice bir dalmıştı Samir’in sesi kendine getirdi.

“Todori usta, sen iyice bir düşün. Senin oğlan Dimitri!”

“Dimitri mi?”

“Dimitri yaşına geldi. Belli ki şimdiden o aslan gibi bir babayiğit olacak. Burada kalsa ne olacak. Çoban olur. Ben senin yerinde olsam! Osmanlı’ya veririm oğlanı hayatı kurtulur. Bir yerde çobanlık, bir yerde Osmanlı’da vezir olmak!”

“Sende ne diyorsun. Her yeniçeriye alınan saraya vezir mi olurmuş.”

“Olmaz. Ben de biliyorum olmaz da. De ki olmadı. Düz yeniçeri oldu. Buradan daha iyi değil mi?”

“Bilmem ki. İyi düşünmek gerek… Onlar Müslüman. Bir kere çocuğun dini değişecek. Birde bilemeyiz ki eziyet ederler mi?”

“Ben hiç eziyet edildiğini duymadım. Kadı efendi de anlattı da anlattı. Ben de ondan soluk almadan koştum. Niye dersen Askerler gelmeden sizlere de söyleyim. Kiminizin oğlu var. Ona göre hareket edin. Todori sana gelince bence sen bir daha farklı düşün. Birde bir akrabamız var. O Osmanlı’nın içini, dışını bilir. O onların iyi olduklarını baştan beri hep söyler. Onun yakınlarından asker olanlar varmış. Anlattı ben hiç kötü bir şeyler duymadım. Tam tersi iyi şeyler duydum. Ben söylerim. Gerisi size kalmış.”

Diğer köylülerden ne soru soran olmuştu ne de telaşlanan. Sanki bu konuşma sadece Todori için yapılmıştı. Diğerleri Todori’ye göre daha mı güçsüzdüler ya da güçlü. Onlarında oğulları vardı bir Todori’nin oğlu yoktu ki. Onlar niye hiç düşünmeden oyun oynamaya kaldıkları yerden devam etmişlerdi! Samir de şaşırmıştı. Konuşmasına devam etti, ama sadece Todori’ye anlatıyordu artık.

“Osmanlı’nın eli kulağındaymış. Benim duyduğum bugün yarın gelecekleri. Sen de düşün, taşın eğer diyorsan ki Dimitri buralarda bizim gibi heba olmasın ver Osmanlı’ya oğlunu…”

“O kadar kolaydı, sanki!”

“Niye anasından mı çekinirsin?”

“Tabi… Anası ne der?”

Samir ayağa kalktı.

“Benden demesi. Ben gidiyorum. Birkaç yere daha gideceğim. Osmanlı gelmeden herkes bilsin başına ne gelecek!”

Samir geldiği gibi hızla çıkmıştı.

&

 

Todori’yi kara düşünceler saldığında hiçbir şeyden haberi olmayan karısı Adelina akşam yemeği için hazırlıklara başlamıştı. Küçük köy evinin küçük mutfağında yemeklerini hazırlıyordu. Mutlu bir kadındı Adelina. Kocası Todori karısına çocuklarına düşkün bir adamdı. Onları üzmezdi. İşine erkenden gider gece de çok geç gelirdi. Yemek yeme zamanı bir koşu gelirdi eve yemeğini yer giderdi.

Adelina tam tencereyi ocağa koyacaktı evin kapısı hızla açıldı. Her zaman ki gibi ele avuca sığmayan oğlu Dimitri gelmişti. Bu çocuk ateş gibiydi. Durduğu yerde duramazdı… Yine kapıyı hızla açmış, arka duvara vurdurmuş, içeri koşarak girmişti. Adelina bağırdı.

“Dimitri yavaş. Oğlum biraz sakin ol. Bu nasıl giriş. Biraz yavaş ol. Vasili’yi uyandıracaksın.”

Kadın sustu soğanı tencereye doğrarken gelecek sesi dinlemek için başını kapıya çevirmişti. Cevap gelmeyince:

“Dimitri, sana diyorum. Beni duymuyor musun? Kardeşin nerede?”

Dimitri içeri girince annesi oğluna baktı. Oğlu koşmuştu. Belli kendine bir haber verecekti. On dört yaşındaydı oğlu… Bu yaşta bile çok yakışıklıydı oğlu. Kumral ela gözlü bu yakışıklı gençliğe adım atma çağına gelmiş olan çocuk annesine gülümseyerek baktı… Dimitri annesinin yanına geldi.

“Anne muallim beni okuma yarışına aldı. Ben demiştim sana en iyi ben okuyorum diye değil mi?”

“Demiştin. Aferin oğluma.”

“Bütün çocuklardan ben en iyisiymişim.”

“Benim akıllı oğlum. Kardeşin nerede?”

“Aman Estela ancak geliyor. Kız işte ne olacak. Hızlı yürüyemez ki.”

“Öyle deme. Kızlar da hızlı yürür de senin hızına kimse yetişemez. Demek sen kazandın. Baban çok sevinecek.”

Adelina elini bir bezle sildi. Oğlunun yanına geldi. Yanağından öptü ona sarıldı.

“Benim akıllı oğlum. Sen okuyacaksın. Büyük adam olacaksın. Bunu biliyorum. Aman oğlum sen oku çok oku. Hiçbir zaman okumaktan vazgeçme oğlum.”

 İçeri sekiz yaşlarında kumral yeşil gözlü bir kız çocuğu girdi. Ağlamaklı bir hali vardı. Adelina kızının o halini görünce gülümsedi.

“Mis kokulu kızım gelmiş. Gelmişte suratı pek asıkmış. Estela ne oldu kızım?”

Estela ağlamıştı. Gözlerini sildi. Sesi titriyordu. Zorla konuşmaya başladı.

“Beni yarışmaya almadılar.”

“Niye kızım.”

“Benim yaşım küçükmüş. Dimitri’yi aldılar. Bende çok iyi okuyorum.”

“Ağlama sonra seni de alırlar. Bak sevin Dimitri’yi almışlar.”

“Beni almadılar.”

“Sen dedin yaşın küçük diye almamışlar. İyi okuyamıyor diye değil.”

“Ben çok iyi okuyorum.”

Küçük kız etrafına baktı.

“Anne Vasili nerede?”

“Uyuyor.”

Dimitri annesine ve kız kardeşine baktı. Anlatacakları bitmemişti.

“Anne beni dinlesene...”

“Ne oldu yavrum?”

“Okuma yarışması Sofya’daymış.”

“Sofya’da mı?”

“Anne muallim bizi götürecek. Hem biliyor musun ailelerde gelebilirmiş. Siz de gelirsiniz değil mi?”

“Bilmiyorum ki Dimitri. Baban gelsin konuşalım.”

“Sen istersen babam sana hayır demez ki.”

“Baban bu belli olmaz oğlum.”

Adelina çocuklarına gülümsedi.

“Vakit geçiyor ben daha yemeği tencereye koymadım. Haydi, üstünüzü değişin elinizi yüzünüzü yıkayın.”

 

Nazan Şara Şatana’nın OTTOMAN – YENEÇERİ yayına hazır olan kitaplarından…

 

 

 
Toplam blog
: 1731
: 4678
Kayıt tarihi
: 09.12.10
 
 

Turizmci; Genel müdür Yazar ; Romanlar, senaryolar müzikkaller... Sinema filmleri, TV filmleri.....