Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Portakal Çiçeği ve FISILTI

http://blog.milliyet.com.tr/elvince

27 Aralık '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Oy Ramo ramo sevdiğim, benimle evlenir misin Cengiz, çocuklarım büyüdünüz; ben yalnız kaldım…

Oy Ramo ramo sevdiğim, benimle evlenir misin Cengiz, çocuklarım büyüdünüz; ben yalnız kaldım…
 

söylenecek söz yok ki.


Bir Rumeli türküsü “ramo ramo” arabanın müzik çalarından kulağıma rengârenk bir tınıyla doluyor, ne güzelmiş dinlemeye doyamıyorum. Ramoo ramoo tu sevo, bizi ayırıyorlar…

Ay! Kulaklarıma inanamıyorum, kim okuyormuş; kuzeyin oğlu Volkan Konak. Gözlerimi kapatıp dinleyeceğim de türküyü, sonu iyi olmayacak, yolu görmem lazım. Sadece eşlik ediyorum yüksek sesle.

“Keten gömlek sekiz kat
Dördünü giy dördünü sat
Benden başka seversen
Kalkma yataklarda yat
Oy Ramo
Ramo Ramo sevgilim
Ramo Ramo Tu Sevo
Bizi ayırıyorlar.
Ak güvercin olsaydın
Pencereme konsaydın
Pencerem çok yüksekte
Yar dizime konsaydın
Ay filizi filizi
Kim bilir kalbimizi
Esti bir acı rüzgar
Ayırdı ikimizi. ”

http://www.youtube.com/watch?v=KlWNP2aZv6s


Bir aşk şarkısı. Üstelik ayrılmışlarda, hüzünlü bitmiş; ama öyle bir gökkuşağı gizlenmiş ki müziğin tınısına, aşıkların ayrılmasına üzülmüyorum. Aşklarının müziğe kattığı güzellik cezbediyor beni. Volkan konak okuyor parçayı, o okudukça ben hikayeyi yaşıyorum. Ramo benim sevgilim oluveriyor, pencereme konsun bütün güvercinler diyorum. Pencerem çok yüksekte değil; ama gene de dizime yatsa diyorum… Kim bilir kalbimizi?

***

Sütcüm Ramiz’in kızı Raziye’nin açık mektubudur.


“Evlen benimle Cengiz, yoksa bütün kadınlar sana aday olacak. Perişan oldun aylardır, her gelen adayla da çay içiyorsun. Miden delinir, kabız olursun, uyku tutmaz geceleri sersefil olursun.

Geçen gün durakta konuşuyorlardı duydum. Kulak kabarttım iyice bir dinledim. Adamcağızın biri anlatıyordu; karısı onu evlen benimle programını izlemeye zorluyormuş, onca erkek adayın arasından seni gösteriyormuş Cengiz, “eğer düzelmezsen, seni boşarım, gider bu adamla evlenirim” diyormuş. Evlen benimle Cengiz, güzel yurdumun bütün yuvaları kurtulsun, yakında eline odunu alan koca- baba evlen benimle stüdyosunu basacak. Kafan gözün bir yana dağılacak.”


***


20 yaşımdan sonra yaş günü kutlaması yapmadım, gerçi o yaşa kadar da ancak birkaç kez kutlamışımdır gelen yaşımı. Ben anlamıyorum, biraz daha yaşlanıyorum diye sevinmeyi. Gerçi bir iki hediye de almıyor değilim ama ne derler “deliye hediye gelmiş; sevinmiş, akıllıya hediye gelmiş; ağlamış.” Ben yarı deli olduğum için hep sevindiriğimdir, neyse…

Yeni yıl geliyor, içinde iyi dileklerim olan ne bir tebrik kartı yazdım ne de bir e-mail. İçimden gelmiyor bir türlü gerçekleşemeyen dilekleri oraya buraya yollamak. Çocukluğumda ve ilk gençlik yılarımda harçlığımı simli, hatta sesli tebrik kartlarına yatırır onları günlerce defterlerimin arasında saklar, sık sık saklandıkları yerlerinden alır tek tek severdim. Elimde kalan simleri yüzüme gözüme bir güzel sürer sanki bilmiyor gibi davranırdım. Oysa pırıl parlayan simlerle çok güzel göründüğümü hesap eder, gururlanırdım.


Hepsi çocukluğumda kaldı, şimdi ne o kartlar var ne de simleri. Artık hiçbir aynada aksim parlamıyor.


Bir ev, içindeki çocuk sesleriyle ölçeklidir. Ne kadar çok çocuk gülüyorsa, ağlıyorsa, darmadağın ediyorsa ortalığı, o ev o ölçüde yaşıyor diyebilirim.


Kahvaltı ediliyorsa ve kıskanılmıyorsa sağdan soldan duyulan çay kaşığı sesleri… Hele masada çocuklar varsa…

Çocuklarım küçük iken onlarla yaptığım kahvaltılarda; sofraya dökülen çayın, ekmek kırıntılarının ve ıssırılıp ortaya bırakılmış yumurtaların, oraya buraya dokundurulmuş “sarelleli” minicik parmakların kıymetini bilmiyordum. Her biri benim için birer külfeti, temizlenmesi gereken şeyler arttıkça ben keyifsizleşirdim. Belki biraz da olsa fevrileşirdim. Hiç canlarını yakmadım, ama onları üzmüş ve korkutmuşumdur. Şimdi ise, içim acıyarak, mideme demirden bilyeler atarak anımsıyorum.


Çocuklarımla o kadar çok güzel şeyler yaşadık ve paylaştık ki.

Ama ben ne zaman onların çocukluklarını anımsasam; aklıma ilk önce onları üzdüğüm zamanlar geliyor. Mideye düşen bir demir bilye bile çoktur, asla erimez asla… Evden yaşı itibariyle ilk önce oğlum uçtu, minik bir yavru kuştu o. Şimdi vaktinden önce açtığı kanatlarıyla “balmumuyla yapıştırılmış kanatlarıyla, güneşe doğru” uçuyor. Şahinim, kartalım, serçem, yavrum… Açık olsun yolun. Sırada Ayçiçeğim var, büyüdüğünü görmemezlikten gelsem de…


Her geçen gün ıssızlaşıyor kahvaltı sofralarım, yere dökülmüyor ekmek kırıntıları, o minik parmaklar oraya buraya bulaşmıyor. Oysa anlıyorum ki; Çocukluğumda yüzüme gözüme sürdüğüm simler kadar güzelmiş onlar ve o simler kadar beni güzel yapan şeylermiş…

Çoğulluktan tekliğe doğru yürüyorum, büyüdünüz çocuklarım ve ben yalnız kaldım…

BLOG NOTUM: Yeni yıl gönlünüzce olsun.


 
Toplam blog
: 76
: 2902
Kayıt tarihi
: 06.11.06
 
 

"Yasamak sakaya gelmez,büyük bir ciddiyetle yasayacaksinbir sincap gibi mesela,yani yasamin disinda ..