- Kategori
- Öykü
Öykü 14: Gara Dayı
Güz artık belli bir giriş yapıyordu kahvenin kapısından. Tozu dumanıyla ve kavak ağaçlarının alt dallarından koparıp getirdiği sarı yapraklarla kahvenin kapısından şöyle bir esiyordu durup durup. Tavla,domino oynayanlar dışarıyı düşünmemek için önlerindeki taşı düşünüyorlardı. Dışarda gelmekte olan kış vardı ve onun getirmekte olduğu dertler.
Oturan üç kişiden yaşlı olanı, öteki, iri kemikli, arkaya doğru Tarzan’ınki gibi taranmış saçları boyalı mı değil mi hiç de kolay anlaşılmayan, dolayısıyla yaşı belli olmayan adamın sözlerini kös dinler gibi dinliyordu.
“Bana bak, sana yine söylüyorum, bana Höcümatın Hacı, derler, ve de aynı zamanda Panka Hacı, bana grado için gelmiş adamı kolay kolay geri çevirmem; yeter ki gözüm tutsun; yeter ki karşılıklı güven, muhabbet olsun, her bir kolaylığı sağlamak elimin işidir ;amma velakin, ben de karşıdakinden aynı muhabbeti ve de iyi niyeti niyaz ederim. Anladın mı Gara Dayım?”
Gara Dayı’nın işi bitikti. Tarlaların bir bölümünü yeni iplik tezğahı uğruna, diğer bir bölümünü de evlat, hane üstüne iş işleyelim, yer yapalım, derken yeyip bitirmişti. Şimdi evi ipotek edecek, karşılığında para bulacak, işlerini düzene sokup belki Malatya’ya; Allah kısmet ederse taa İstanbul’a kadar uzanıp yeni işini büyütüp ömrünün sonuna doğru sefasını sürecekti. Sürecekti ya, kader kendisini Höcümatın Hacı’nın pençesine düşürmüştü.
“Anladın mı Gara Dayım. Bende para çok. At imzayı al parayı. Öyle kapı kapı gezmek de yok. Burada Panka Hacı var. Evvel Allah o top atmaz, yıkılmaz.Bildin mi, bıldır ne yaptım Fuat’a. Paranın geri verilme zamanı geçmiş. Bir ay, iki ay. Fuat ortada yok. Hadi be Hacı,dedim. Yüklendim kapısına. Bir iki yumruk, yok açılmaz, kapı duvar. Açılmaz ha.. Ben Allahsız Hacı, yüklendim kapıya, bir iki omuz. Kapı oynayıverdi yerinden. Karşımda bir avrat, Fuat’ın avradıymış, geçmişi b...lu, attı kendini ayaklarımın önüne, ötede sübyanlar bağrışır. Ama ben aldırmam. Vurdum girdim içeri. Televizyonu, radyoyu.. yükte hafif, pahada ağır ne varsa yükleyip, getirdim. Ben bu duruma nasıl geldim Gara Dayım. Bana bak hele, demedi demeyesin ha!”
Hacı konuştukça, Gara Dayı başını sallıyor, yutkunuyor ama koşulları kabullendiğini belli ediyordu. Elini veren kolunu kaptırır; denize düşen yılana sarılır. Hacı tuvalet için dışarı çıktı.
Hacı dışarı çıkınca, masadaki üçüncü adam, Demirci’nin Hüsnü akıl vermek istedi.
“Neye vereceksin bunca faizi sanki. Gittin mi şehire, Zıraat Pankasına? Yusuf’u görseydin orada. O her zaman için adamını bulur, elbet bir şeyler çevirirdi. Gittin mi?”
“Gittim, mömkünatı yokmuş..”
Bunu sert, umutsuz, dönüşsüz bir yoldan geliyormuş gibi söyledi. Belli ki başka yol yoktu. Hacı’dan parayı alacak, yeni iplik tezgahıyla işini düzene sokacak; belki oğlan nedamet getirip işinin başına dönecek, her şey düzelecekti. Faiz nasıl olsa ödenirdi.
Hacı girdi içeri. Koca gövdesini yerleştirdi masanın altına. Güldüğü zaman ağzındaki bütün altın dişler görülüyordu. Kahvenin köşesindekiler, öyle yüksekten konuşmaya korkuyorlardı. İçerde Panka Hacı vardı. Alimallah kızdı mı, adamın yakasından tutar, köprünün oraya kadar götürür..
“Vay,sen benim bitimi kirlettin,” diye adamı fırlatır, buz gibi suların içine atardı. Hacı tekin adam değildi. Maazallah bir insan azmanı, orman kaçkınıydı. Bunca hapisten, kurşundan nasıl kurtulduğuna herkes hayret ederdi. Korkarlardı ondan ve onu sayarlardı. Kasabanın vicdan azabı gibi bir şeydi Hacı. Bir zayıfın ezildiği yerde biter, “Ulan Tonguç’un torunu dün berber bıçağını önüne yaklaştırırken sen benim kucağımdaydın, ne zaman adam oldun it..” deyince kavga süt limana dönerdi. Bıçak gibiydi sözleri.
“Ya Gara Dayım, Allah bana bugünleri de gösterdi. Tezgahın başına konduğumda, avara kolunu sallamaya başladığımda daha oniki yaşımda bir öksüzdüm. Üç yıl çalıştım yanında, bu üç yıl müddet zarfında karnımızı doyurmaktan gayri, zavallı anamın kı...na bir etek bile alamamıştım. Sabahlara kadar çalışırdım, tezgahında, avara kolunun başında, tek iplik kopmasın, bir iplik çözülüp, makina beş dakika boş kalmasın diye ordan oraya koşardım. Ne oldu, ne buldum Gara Dayım. Üç buçuk yıl dolmadan vurdun belime tekmeyi. Bir de ardımıza, tembel, hırsızın biri, işe yaramaz, düzenbaz diye ad taktın. No’ldu Gara Dayım, o ad benimle geldi mi..? Gelmedi. İnsanlar adlarını ya kendileri yaratırlar; ya da yanlış anlaşılıp ölüp giderler..”
Gara Dayı renkten renge giriyordu. Para isteyeceğine bin pişman olmuştu, ama neyse. Kalkıp gitse.. Hacı bırakmadı.
“Otur Dayım otur. Bize hayatın öteki yanını da siz öğrettiniz, günde beş öğün camilerden çıkmayan sizler. Camiden çıktıktan sonra birbirinizin kötülüğüne konuşan sizler. Karılarınızı çarşaf altına sokup, şehere memur garılarını gözlemeye giden sizler; yemin edip sonra yalan söyleyen sizler. Ah Gara Dayılar, Sakallı Dayılar, siz olmasaydınız, ben kötülükleri nerden öğrenecektim.. Söyleyin ?”
Hacı sonra cebinden bir defter çıkardı. Bir şeyler yazdı kalemiyle; pul yapıştırdı, kıyısına imzaladı.
“Hadi bakalım Gara Dayım, imzala kağıdın kıyısını. Hah şöyle.. Keloğlan sen de imzala..” İmza işi bitti. Köşedekiler göz ucuyla seyrediyorlardı olanları. Hacı tombul elini saçlarının arasında gezdirdi, Gara Dayı’nın ta gözlerinin içine bakıyordu, yumuşak gülerekten.. Ceketinin iç cebinden dört deste banknot çıkardı ve Gara Dayı’nın önüne attı.
“Gara Dayım al şu parayı, güle güle harca, kara günlerini sav. Ama bu arada oniki yaşındaki yetimlerin hakkını da unutma; yoksa Allahsız Hacı yine burada. Anladın mı Gara Dayım. Hadi bana şimdilik eyvallah.. Kal sağlıcakla.” Hacı dışarı çıktı.