Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Şubat '14

 
Kategori
Edebiyat
 

Öykü dili

Öykü dili
 

Trabzon'dan İstanbul'a taşıdığımız her pazar yaşadığımız kıymalı geleneğimiz.Kızım Gökşin,Eşi Turan 23.02.2014


Öykü şiire en yakın türdür. Bu yakınlık her iki türdeki dilin kullanımından kaynaklanıyor. Dili yoğun, ekonomik kullanmak anlatıma derinlik kazandırdığı gibi okuru da gereksiz okumadan kurtarıyor.

Bunu en iyi başaran kuşkusuz şiirdir. Ancak, öykü de bu yolda şiire çok yakındır. Öykü dilbilgisel kurallarla kuşatılsa da şiire olan dostluğundan ayrı düşmez. İster olay, ister durum öyküsü... Olsun yazar dilini özenle seçer. Sözcükleri yerinde kullanmayı amaçlar.

Bir örnek:

PAZAR  SABAHI

Yumuşak, tatlı çocuk sesiyle ayrı odada yatan babasına yanaştı. Boyundan yüksek karyolaya tırmanıp çıktı. Küçük yumuşak ellerini babasının sakallanmış yüzüne dokundurdu, aldırmadan yanaklarına uzanıp öptü.

Uykusunu alamamanın hoşnutsuzluğu -oğlu olunca- kızdırmadı babayı. Şiş gözlerini yarı aralayıp “koçum” dediği oğluna baktı. Yatak giysileri, pek bakımlı sayılmayan vücuduyla henüz soğumamış gece sıcaklığını babasına taşıyordu. Hemen yorganını açıp içine aldı oğlunu. Ulaşıp saramayan ellerini babasına uzatıp aklaşmış göğsünde gezdirdi. Yorganın altında başını dayadığı göğüs nazlarının geçtiği yüreği taşıyordu.

Alttan alta babasını dürtükledi :

- Uyansana, hani kıymalı yaptıracaktın! 

Yarı uyanık, yorgun baba seslenmedi. Şöyle yan değiştirip oğlunu arkasında bıraktı. Bu kez tırmanıp babasının sırtına bindi. Sonra isteğini kızgınlığa dönüştürdü :

- Bugün Pazar kalksana, kıymalı günü değil mi?!

Baba, kolunu dolayıp oğlunu döndüğü yanına aldı.

- Bugün mü söz vermiştim, yoksa ay başına mı?

- Kandıramazsın, pazara demiştin!

- Ama bak ay başına beş gün kaldı. Sonra, yalnız sen değilsin; biz de varız. Annen, ablaların, ben kaç kıymalı eder biliyor musun?

- Biliyorum, beş kıymalı eder. Annem bir, ben iki, sen üç, Gökşin dört, Evrim beş

Yatak söyleşisinin nerede biteceği pek belli değildi. Baba, doğrulup oturduğu yatağında oğluyla pazarlığı bitirmenin yolunu arıyordu.

- Aferin benim oğluma, hesabını da pek güzel yapıyor.

Oğlu, övüyor mu, yeriyor mu diye anlamaya çalıştı babasını.       

- E daha ne, kalksana geç kalıyoruz!

Oğluna sormadan bu kez hesabını yaptı beş kıymalının. Tamı tamına bir kilo kıyma, beş tane hamur, tereyağı; bulduğu sonuca izin vermedi cebi.

- Gel bunu beş gün sonraya bırakalım.                    

- Ama pazara kıymalı yaptıracağız dememiş miydin? Niye söz verdin öyleyse?!

Tatlı başlayan söyleşi tartışmaya dönüşmüştü. Yan odada yer yataklarını toplayan anne, oğlunun yükselip gelen sesini duymazlık etmedi.

- Neyin pazarlığını yapıyorsunuz?

Anne, duyulur sesle konuştu. Oğlu annesinin sesini alınca yorganı tepip üstünden attı.

- Anne, pazara kıymalı yemeyecek miydik?

Anne gecikmeden durumu kavradı. Oğlunun söz dinlemez isteklerinin başlayınca bitmediğini iyi biliyordu.

- Demek söz verdi de, şimdi yerine getirmiyor, öyle mi oğlum?

- He ya, diyor ki ay başına olmaz mı?

Anne bu soruları çok kez duymuştu. Durup düşündü; yiyeceğinden, giyeceğinden kesip bir kenara koyduğu, biriktirdiği para oğlunu sevindirecekti. Kanat takıp uçmak istedi anne!

- Peki, sen babanı kaldır; kıymalılar benden.

Tümcesi oğlunun sevinci tatmasına yetti. Yeniden babasının yatağına yöneldi.

- Duydun mu, paralar annemden;yaptırması senden!         

Sözlerinde çocuk mutluluğu duyuluyordu. Baba, beklenmedik sevinci sezdirmeden oğluyla paylaştı. Düğüm olan boğazından, sıkışan yüreğinden iz kalmamıştı.

- Demek paralar annenden öyle mi? Yaptırmasına ben de varım!

Baba, evinde duyulan sevinci çoğalttı. Karısına sevecenlikle baktı. Birkaç günlük dargınlıkları eriyip gitmişti işte. Şöyle karısından yana bakması, ondan yana konuşması tüm buzları eritiyordu.

Baba, eve döndüğünde çay kokusu yeni doldurulan bardaklardan geliyordu.

- Ooo! Çaylar da hazır, kıymalılar da geldi: açılın bakayım, açılın!

Babasının coşkusuna gülerek ortak oldu oğlu. Kızlarını göremeyen baba sorulu gözlerini oğlunda gezdirdi.

- Hadi, ablanları çağırsana, daha uyanmadılar mı?

Babasını sesini alınca ablalarının yattığı odaya yöneldi.

- Kalksanıza, kıymalılar geldi; kokularını almadınız mı?

Baba, her zaman olduğu gibi buruklukla sevinci yüreğinde taşıyordu. Kıymalılar yenip bittikten sonra güneş mutfağın penceresine iyice doğrulmuştu. Isınan mutfak duyulan mutluluğu çoğaltıyordu.

- Haydin bakalım bu güneş kaçırılmaz.

Babanın uyarısıyla evden çıktılar.

 

  

 
Toplam blog
: 1064
: 732
Kayıt tarihi
: 24.03.12
 
 

Türkay KORKMAZ, umuda yolculuğu ertelemez. Mermeri delenin damlanın sürekliliği olduğunu bilir. Y..