Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Şubat '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Öykü okumak

Öykü okumak
 

14 Şubat Sevgililer Günü aynı zamanda Dünya Öykü Günü biliyorsunuz. Hem de bizim Türkiye'den,yazarlarımızdan gelen istek üzerine bu gün dünya özel günler listesine alındı. Belki de sevgiliye alınabilecek en güzel armağanlardan birinin kitap olabileceğini hatırlatan böylesi bir kaynaştırmanın anlamını henüz tam olarak kavrayıp da uygulamaya geçirebildik mi ,bilemiyorum.

Hatırlar mısınız, hani o asma kilitli hatıra defterlerimizde arkadaşlarımıza sayfalar ayırdığımız, çocukluk yıllarımızda arkadaşların birbirine verdiği en güzel armağandı kitaplar. O zamanlar evlerde annelerin özene bezene hazırladığı peynirli boğaça, ıspanaklı kol börekleri, ve portakallı kurabiyelerle kutlanırdı doğum günleri, sadece Fruko ve Çamlıca gazozunu anımsıyorum ben İstanbul'da, henüz kola tutkuları başlamamıştı. Ben hep katılımcı olurdum ya nedense doğum günüm hiç böylesi arkadaş gurubunun katıldığı şölenlerle kutlanamadı.

En sonunda üzeri cılız mumlarla süslü piramit ya da silindir biçiminde kremalı, çukulatalı pastaların da geldiği olurdu. Yuvarlak pastalar ya da tartlardan pek haberimiz yoktu. Eğilip mumları üflerdik. Henüz dijital foto cangılı başlamadığı için, hatta normal fotoğraf makinelerine sahip olmak bile biraz lüks olduğundan, o güzel günlerin anıları, şimdi sadece belleklerde kaldı. Armağan paketleri de açılırdı ara ara. Saten kurdeleli paketler çözüldüğünde çıkacak şeyin genellikle kitap olduğunu herkes bilirdi de acaba ne kitabı diye bekleşirdik heyecanla. Düşünebiliyor musunuz paketten çıkan kitabın ne olduğu, hangi kitap olduğuna dair heyecan çekerdik, yüreğimiz gümbürdeyerek atardı. Bazen aynı kitaptan birden fazla armağan edilmiş olması gibi komik durumlar da yaşanırdı. Bazı kutlamalarda vişne şurubu ya da limonata olurdu, gerçek limondan ve vişne reçelinden yapılmış içecekler. Benim en büyük derdimse, arkadaşlarıma seçeceğim armağan kitaplar konusuydu. Ne seçsem, Tanrım, ne seçsem,... günlerce düşünürdüm...

Yazıyı yazarken de düşündüm, nereden alırdım arkadaşlarıma armağan edeceğim kitapları, diye. Cağaloğlu kuş uçumu masafedeydi eve de okullarıma da. Bir de meşhur KÖŞE HAN vardı II.Mahmut Türbesinin tam da karşı köşesinde ve onu döndükten sonraya kadardı bana çizilen sınır. Diyeceğim şu ki ilkokuldayken, Köşe Hanın köşesini dönüp de Cağaoğlu'na doğru giden yola çıkamazdım tekbaşına. Şimdi yerinde yeller esiyor oradaki kırtasiyeci kitapçının. Büyük bir altın takı üreticisi yerleşmiş binaya.

Hayal dünyama katkısı olan çıkartma resimleri oradan alırdık.Çıkartma değil de kabartma desem daha doğru olacak. Kutup ayıları, aslanlar, dağ leoparları, sansarlar, dağ keçileri, kartallar, akbabalar, pembe beyaz çiçekli bahar dallarında öten binbir renkte kuşlar, fok balıkları, tilkiler, su samurları... O çıkartma resimlere bakmaya doyamazdım. Kimi zaman beyaz kutup ayılarıyla buzlu denizlerde balık avlamaya çıkardım, bazen de Afrika savanlarında bir ceylan olurdum koşup zıplayan, ya da göklerde uçan bir şahin. Sanırım harçlığımın çoğunu Köşe Handa tüketirdim. Karşılığında dünyalar dolusu hayallerim olurdu. Hayallerimin satıcısı dükkanın sahibi amca da çok kibar davranırdı biz çocuklara. Nedense o amcanın hep bir yazar olduğunu düşünürdüm. Bize hayaller aleminin kapılarını açan bir yazar, bir düş gezgini. Acaba öyle miydi, gerçekten yazar mıydı? Keşke bilen biri rastlayıp okusa da yanıtlayabilse sorumu.Günümüzdeki kalpsiz satıcılara hiç benzemezdi. Yeni çıkartmalar geldi mi diye sorardım hep... Ah, şimdi nasıl özledim o kokuları, kağıt kokularını, kalem kokularını, Divan Yolunu, Köşe Hanı, at kestanelerinin kandilli çiçeklerini ve çocukluğumu...

Orada çıkartmaların yanı sıra renkli kağıtlar, defterler, karton dosyalar, kendisi ve külahı kokulu zarif kalemler, kalemtraşlar, gönyeler, iletkiler pergeller, dünya küreleri ve dolmakalemler olurdu. Vitrine bakmak uzay yolculuğuna çıkıyor olmak gibi bir duyguydu. Hele pırıl pırıl yaldızlı dolmakalemler.... Kitaplar da vardı ya sonradan açılmış olan ve tam KÖŞE Hanın karşısına, berber Mümin'in sırasına düşen bir yayınevinin dükkânını anımsıyorum hep vitrinine baktığım.

Kitapçı vitrinine bakarken çıkıyordum serüvenlere doğru. Kitap kapaklarındaki güzel resimlerin götürdüğü yere kadar gidiyorum. Issız bir adaya, bazen de küçük deniz atı olup denizlerin dibine, ya da dağların tepelerinde geziyorum bulutların peşinden. Kim işletiyordu o dükkanı? Yapı Kredi'nin miydi yoksa İşbankasının mı?. Doğan Kardeş de alırdık o yıllarda. Sonra dedemin evinde bir ölümden sonra yapayalnız kalan ıslak, tozlu kitaplarıma , Doğan Kardeş ciltlerine dokunmak yıllar sonra ne kadar acıklı gelmişti.

Evet ne diyordum vitrinde serüvenimi istemeyerek tamamlar ve biraz da içerde çıkardım yolculuklara, sayfaların arasından. İsterdim ki armağan kitabım, tıpkı şu anda yazmaya özen gösterdiğim adanmış yazı gibi, en iyisi, en güzeli olsun, güzel arkadaşıma verebileceğim.

İşte böylesi özel bir günde Sevgililer ve Öykü Günü'nde, bu büyük kentte gezilecek gidilecek ve izlenecek o kadar çok etkinlik var ki sayfalara sığmaz.. Yine de kişi hiç düşünde bile olmayan, bambaşka yerlerdeki etkinliklere uçuveriyor kuş misali. İşte biz de yakın kentlerimizden birine gidiyoruz bu pazar. Bir arkadaşım öykü günü etkinliklerinde Bursa'da öykü okuyacak. İnanmayacaksınız ya bu benim Bursa'ya uzun yolculuk durağı olarak garaja uğrayışlarımız dışında ilk gidişim olacağı için gerçekten heyecan duyuyorum. Hani yakınıyordum ya hep neden Uludağ'a hiç gidemediğimizin muhasebesini yaparak, şimdi Uludağa'a epeyce yaklaşmış olacağım. Bu yıl orayı da görülecek yerler listesine yazıyorum. Bakalım artık ADOG'la mı giderim ZİRVE 'yle mi bilmiyorum. Olacakları biliyorum. Bir binanın içinde ama Bursa'da olan bir binada yine hayallerimin peşinde bir düş gezgini olacağım muhtemelen ve Bursa'da bir yeri göremeden döneceğiz İstanbul'a. Arkadaşımızın gururunu paylaşmak ve belki bir kaç yıl sonra aaa ezgi de gelmişti oraya gerçi baştan biraz nazlandıydı ama gelmişti yaa diye ardımdan anacaklarını düşünmek bile günden kalan hoşluklar olacak.

Biz Bursa'da öykülerimizi okurken, yani arkadaşım okurken, İstanbulda'da müthiş güzel kutlamalar olacak. Örneğin TULUYHAN UĞURLU Notre Dame de Sion Kültür Merkezi'nde, Harbiye'de SEVGİLİLER GÜNÜ adına konser verecek, hem de kendi orkestrasıyla. Keman, flüt de olan bir sevgi konseri...

Oysa aylar önceden planladığım şey aynı saatlerde İzmir'de olmaktı. Değerli yazar ve büyük öykücü TARIK DURSUN K' nın onur konuğu olduğu 9. İzmir Öykü günlerine gidecektim. Ziyaret edecektim arkadaşımı da, belki de birlikte ....Olmadı. Anılarımı yazmamı isteyen dostlarıma bu yazı.

Geçen akşam Hulki Aktunç'la söyleşi yaptığımız Moda'daki Kafe REA 'da sevgili Tarık Dursun K 'yı da sevgiyle saygıyla andık. Bir Çağ Yangını adlı çok önemli romanı yaratan sözcük ustası Hulki AKTUNÇ 'un Ustamız dediği TARIK DURSUN K için söylediği o içtenlikli, güzel, özenli sözcüklere şahit olmak beni son derece duygulandırdı. Hepsi kayıtlarda ama bulup çözmek . Dijital dosyalar birbirine karışır diyerek not alıyorum. İşin kötüsü not aldığım defterleri de bulamıyorum, Böylesi önemli zamanlarda kayıplara karışmayı alışkanlık edindiler, beni üzmek hoşlarına gidiyor. Keşke defterlerim ve dijital dosyalarım bundan sonra yazacaklarımı kavrama yetisinde olsalardı. Belki de marş deyince hepsi raflarda düzgünce sıraya girerdi de yaşamımı karmakarışık etmelerinden kurtulur, toparlanırdım.

Yüzlerce defter, hani kazayla ünlenip de gidecek olursam ve bir elyazısı çözme uzmanı bulup aylığa bağlayabilirlerse, geride kalan mirasçılarım köşeyi dönebilirler bir kaç yıl sabredebilirlerse. Ama ikinci şık çok daha olası, yani öyküyle romanla hiç uğraşmamış herhangi biri konumunda çekip gidivermek. Tüm yazdıklarınızın, düşündüklerinizin ve dünya ile var oluşla ilgili kaygılarınızın yok sayılması aslında ürkütücü derecede korkunç. Bu durumda tüm notlarım,işin kötüsü de tüm o değerli tanıklık anlarım da ne yazık ki çöpçülerin o büyük beyaz rafyadan kağıt torbalarına dolup, yok oluş yolculuğuna çıkıverecekler. Vecdi Çıracıoğlu anlatmıştı bir keresinde Dikili'deydik Festivalde. Önemli bir yazarın gidişinden sonra kaldığı kasabada çevreye yayılan çöplere dökülen notlarından kitaplarından söz etmişti de buruk bir hüzünle.

Ama ben buradan söyleyebilmeliyim,”Ustamız Tarık Dursun Kakınç” diye başlayarak o zamanki kuşağı derinden etkileyen Tarık Dursun K 'yı anışını, anlatışını bana, sevgili Hulki Aktunç' 'un kendi sözcüklerinden aktarabilmeliyim.

PİDE adlı öyküsünü bilir misiniz Tarık Dursun K'nın yazdığı... Pide. Belki de ilk okuyuşunuzda benim gibi algı kapılarıınız tam açılmamış olabilir. Üçüncü öyküyü bitirirken nedense dönüp ilk baştaki PİDE'yi bir daha okumak istersiniz. İşte sözün bittiği yerdesinizdir, artık bu öyküden sonra ancak o öykü okunabilir yeniden. .

“Ömrüm Ömrüm” adlı öykü kitabındaki ilk öyküydü PİDE.

Ve geri dönüp okudum, bir daha , bir daha, bir daha...İki gün boyunca aralarla okudum o öyküyü. İşte dedim. Öykü ... Muhteşemdi. Sonra da ne yaptım biliyor musunuz?

Dayanamadım, “ Bu Dünyadan Sen de Geçtin ” i açtım. Sevgili blog yazarımız Nergiz Suzan Şanlıalp 'in. Bir Hulki Aktunç'un Toplu öykülerinden, bir Tarık Dursun K' nın Toplu öykülerinden,bir Nergiz' den okudum, sabaha kadar okudum. Öykü şöleni yaptım. İyi ki yazmışsınız değerli ustalarımız dedim iyi ki yazmışsınız, iyi ki yazmışsın sevgili usta arkadaşım, sen de müthiş yazmışsın, çok güzel anlatmışsın. Okunmak da yaşamadır, fikirlerin, duyguların, duyarlıkların yaşaması. Nasıl saatlerdi hüznüm baki kalacak burukluğum hep orada yüreğimin tavanından bana o en sevdiğim öyküleriyle fısıldarken, öykü bahçelerinde uçayazdım az kaldı...

ezgi umut 14 Şubat 2010

 
Toplam blog
: 566
: 1338
Kayıt tarihi
: 11.07.06
 
 

Edebiyatla ilgileniyorum. Ayrıca amatörce belgesel film çalışmaları yapıyorum ve kültürel etkinlikle..