Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Haziran '11

 
Kategori
Öykü
 

Öykü üzerine / Öyküde ileti

Öykü üzerine / Öyküde ileti
 

Lale, Aydıncık/Mersin'de çekilmiştir.


Dilbilimci Roman Jakobson, dilin fonksiyonlarından birinin de “çağrı işlevi” yani alıcıyı etkileme, düşündürme, yönlendirme işlevi olduğunu söyler. Bu açıdan bakıldığında, acaba yazarın da böyle bir işlevi var mıdır sorusu düşer akla. 

Her yazar değer yargılarını, dünya görüşünü okuruyla paylaşmak ister. Bu nedenle de okurla iletişim kurması, bu iletişimi sürdürmesi, ona kendi duygu ve düşüncelerini içeren bir mesaj vermesi oldukça doğaldır. Yazar, okuru düşündürmeyi, etkilemeyi, yönlendirmeyi amaçlayan mesajını açıkça verdiği gibi onu okurun anlayışına da bırakabilir. Anlatmayı yeğleyen yazarların öykülerinde iletiler oldukça belirgindir. Öykü kişilerin fikirleri, zayıf tarafları, alışkanlıkları, dünya görüşleri açıkça anlatılır. Duygularını, davranışlarını etkileyen, biçimleyen, yönlendiren sosyal ve politik yapı gözler önüne serilir. Yazar, bu arada, gerçek ya da kurgulanmış durumlarda ele aldığı insanın davranışını, üzüntüsünü, sevincini ya da içinde bulunduğu koşullarını anlatırken kendi duygu ve düşüncelerine de yer verir. 

Sait Faik, “Sinağrit Baba” adlı öyküsünde bir balığın bakış açısından beğenilen insanların niteliklerini vermiştir. 

Öykünün ana kahramanı Sinağrit Baba artık yaşlanmış, kaçınılmaz son için karar aşamasındadır: Ya pis bir vatoza yem olacak ya da bir balıkçının oltasına yakalanıp, beyaz şarabın içildiği bir ziyafet sofrasına kurulacaktır. 

Sinağrit Baba insanı tercih eder ve adam gibi bir adam arar. Bu nedenle oltaları koklamaya başlar. Beş oltanın beşinin de sahiplerini açgözlü, içinden pazarlıklı, korkak, edepsiz, kıskanç, pinti ve kibirli olduğu için beğenmez. 

“O sırada büyük büyük ışıklar saçan bir olta aşağıya inmişti. Sinağrit Baba ümitle koştu. Bu oltayı da kokladı. Hiç tanıdığı birisi değildi. Yemi ağzına aldığı zaman bu olta sahibinin, tam aradığı adam olduğunu bir an sandı. Bu anda da yakalandı. Kepçeden sandala düştüğü zaman, Sinağrit Baba, büyük gözleriyle kendisini yakalayana sevinçle baktı…  

Namuslu, cesur, cömert ölecek bu adamın hakikatte korkakların en korkağı, namussuzların en namussuzu olduğunu alnından okuyordu…  

Sinağrit Baba son nefesini böylece hiçbir insanlık imtihanı geçirmemişin sandalında pişman ve mağlup verdi.” 

Ayrıca yazar, öyküsünde kullandığı şu cümlelerle de açıkça kurtuluşun bireysellikle değil ortak akılla, birlikte hareket etmekle mümkün olacağı mesajını vermiştir. 

“…Sinağrit Baba onları kurtarmanın bu kadar kolay olduğunu biliyordu ama bildiği bir şey daha vardı. O da ister su, ister kara, ister hava, ister boşluk, ister hayvan, ister nebat âleminde olsun, bir kişinin aklı ile hiçbir şeyin halledilemeyeceğini bilmesidir. Ancak bütün balıklar oltaya tutulan hemcinslerini kurtarmanın tek çaresini koşup o yakamoz yapan ipi koparmak olduğunu akıl ettikleri zaman, bir hareketin bir neticesi ve faydası olabilirdi. Yoksa gidip Sinağrit Baba oltayı kesmiş, biraz sonra Sinağrit Baba tutulduğu zaman kim kesecek? Kim akıl edecek yakamozu dişlemeyi?” 

Osman Şahin de, “Darağacı Avı”nda, öç ve nefret duygusunun, bir insanı nasıl gaddarlaştırabileceğini anlatır. Yazarın mesajı, bazen açıkça anlatıcı tarafından okura iletilir, bazen de okur onu betimlemelerden, kahramanların konuşmalarından alımlar. 

Ana kahraman Miran, düşmanı Hamey’i öldürdüğü halde kini bir türlü dinmez. Günlerdir baş aşağı sarkıtılan ceset çürümeye başlar. Ölünün ağzına yüzüne sinekler konar, kurt kaynamaya başlar her yanı. Yaşlı köylü de Miran’ın anası da, “ Ölü toprağa aittir, göm onu” derler ama söz dinletemezler. Anlatıcı da, “İçindekini yeterince öldüremediği için, düşmanının fiziksel ölümü de yetmez olmuştu ona, ” diye açıklar bu durumu. 

Kan davasından ziyade Miran’ın ruh durumuna odaklanan öyküde, Hamey’in karısı, atı izleyerek bulur kocasının ardıç dalında asılı cesedini. Miran uzun uğraşlardan sonra öç duygularıyla, çıkar kadının üstüne. Anlatıcı, sahneyle ilgili olarak şöyle der “…Ağır ağır sallanan ölüden günlerden beri alamadığı öcünü asıl şimdi almak istermiş gibi, düşmanını küçük düşürmenin, aşağılık duygusunun umarsız hıncıyla yüklendi kadına…” “Ölünün parlayan gözleri ağır ağır kapandı. Asıl şimdi ölmüş gibiydi, ” cümleleriyle de bitirir öyküyü. 

Göstermenin ön plana çıktığı öykülerde ise, yazarın mesajı betimlemelerde, sözcüklerde, imgelerde, simgelerde, başvurulan söz sanatlarında, kurgulanılan dekorda gizlidir. İletinin alımlanması konusunda okura da büyük iş düşer bu tür öykülerde. 

Sabahattin Ali’nin “Arabalar Beş Kuruşa” adlı öyküsünde, sınıfsal çelişki ve hazin bir yoksulluk söz konusudur. Yazar, varsıllığın ya da yoksulluğun yarattığı sonuçları gösterir. Sınıf arkadaşı iki çocuktan biri, akşamları sokaklar tenhalaşıncaya kadar, belki üç dört saat, bir değneğin ucuna takılmış bir çift tahta tekerlekli araba satarken, diğeri, “beyaz bereli ve tozluklu, yumuşak lacivert paltolu” büyücek bir otomobil içinde anasıyla alışverişe gelir. Annesi mağazadayken, çocuk dışarı çıkar, arkadaşının sesini duyar ve koşup o tarafa gider. 

Çocuklar arasında bir dostluk vardır. Ezme/ezilme yoktur onların dünyasında. Zengin çocuğu, küçük bir kesekâğıdındaki badem ezmesini paylaşır diğeriyle. 

“Süslü, şişmanca” kadın, paketleri şoförüne verdikten sonra oğlunu ararken, onu araba satıcısının yanında görür. Yanlarına gelerek elindeki şemsiyeyi küçük satıcının omzuna vurur, sonra da ona bağırır: 

“Pis, baksana, senin konuşabileceğin insan mı bu?” 

Arkadaşının gözündeki yaşları gören çocuk, henüz birçok şeyleri öğrenmediği için, ruhundan fışkıran bir isyanla: 

“Anneciğim, ” dedi, “o benim mektep arkadaşım!” 

Kadın, yüzü kıpkırmızı kesilerek, oğlunun sözünü kesti: 

“Ben yarın mektebinize de telefon edeceğim. Seni kendi seviyende olmayanlarla temas ettirmeyi gösteririm!..” 

Sabahattin Ali, yoksulluktan kurtulma yolunu göstermeye kalkmaz. Olayı anlatırken de neden sonuç ilişkisine hiç girmez. Soruna çözüm de getirmez, yalnızca olup biteni okurun gözleri önüne serer. 

Okuru etkilemek için özel bir çaba da sarf etmez ama yine de etkiler onu. Öykünün okura ders vermek gibi bir amacı yoktur ama laf olsun diye de hiçbir şey anlatılmaz. Dolayısıyla her öykü bir ileti içerir. İçermelidir de. Ne var ki her okur aynı mesajı almaz; her biri iletiyi kendi dünyasına göre alımlar. Bu nedenle tepkiler de farklı olur. 

 
Toplam blog
: 95
: 1738
Kayıt tarihi
: 12.06.07
 
 

Emekli öğretim görevlisi, çevirmen, öykü yazarı, kültür ve düşün dergisi Gerçemek'in sahibi ve ge..