Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Ocak '16

 
Kategori
Edebiyat
 

Öykü

Öykü
 

Söyleşi, Ahmet Çakır, Kuzey Haber, Trabzon


 
KURMACA YAZINSAL TÜR: KISA ÖYKÜ
 
Öykü, olmuş ya da olabilmesi olanaklı olayları, durumları, insan yaşamından gerçeğe uygun kesitleri yer ve zamana bağlı olarak kimi kez gerçekçi, kimileyin düşlemsel (fantastik, gerçek dışı olaylar gerçek dışı bir dünyada) bir kurgu ile ele alan kısa anlatı türüdür. 
 
Kurgu ise, gerçeği kendi düzleminden başka bir düzlemde yer alan tek biçimli, tek tanımlı bir veri olmadığı anlamındadır.
 
Öykü, bir tür adı olarak yazınımızda 19.yüzyıldan sonra kullanılmaya başlamıştır.
 
Öykü, yaşamın bütünü içinde fakat bir bölümü üzerine kurulmuş derinliği olan bir büyüteçtir. 
 
Kısa öyküler sanatsal metinlerdir. Kısa öykünün başarısı, yazılmamış ya da yazılamamış olanların, okuyucuya metnin derin yapısında bulunan simgesel alt yapılarla aktarılmasındadır. 
 
Okurun öyküye katılımı ve sezgisel tepkileri okur–merkezli bir eleştiridir aslında.
 
Öykü türü ikiye ayrılır :
 
.Olay, 
 
.Durum  
 
Olay: olan
 
Durum: koşulların tümü
 
Olay, olay öyküsünde; durum, durum öyküsünde  işlenir.
 
Öyküde, insan- insan, insan-doğa, insan-toplum ya da insanın 
 
kendisiyle ilgili çatışmasının bir yönü ele alınır.
 
Örnek:
 
DİLEK KIZAĞI
 
Cabir, üç çocuktan sonra tazeliğini yitiren Naşize’yi beyaz gelinliğiyle canlandırdı kafasında. Köy meydanında diz boyu yüksekliğindeki karı anımsadı. Karın ezilerek yüksekliğini nasıl kaybettiğine göğüs geçirdi. Başbarı vuran zurnacıyı, davulcuyu yakınında buldu birden. Dilek kızağının arkasında yengeler arasında oturan Naşize’nin yüzünü duvağının altında bulmaya çalıştı.
 
Naşize tığın başına yığıldı. Dizleri çözülmüş kuvveti kalmamıştı. Ayakta duran kocası giderek uzaklaşıyordu sanki. Sonra, geleceğini kafasında kurduğu baba evini anımsadı. Gelinliğiyle anasına sarılıp sarılıp ağlamalarını,
 
 “ Kız bu dileklerin en güzeli ne ağlıyorsun ; bak dilek kızağı seni bekliyor!” diyen arkadaşlarını dün gibi yakın buldu kendine. 
 
Sekizini süren Gönül’ü döven üstünde izledi bir süre. Kendisine söylenen umut dolu sözleri kızında gördü. Gelin ettiğini, sonra kendisine sarılıp ağlamalarını, dilek kızağının yerini alan motorlu taşıtları gözlerinin önünden geçirdi. On yılda yaşlandığını, bittiğini anlıyordu  artık. Kış gelmeden kışı, yaz gelmeden harmanı düşünüp durduğu usundaydı. Yaşamının anlamını ancak kavrıyordu. Anasına sarılıp ağlamalarına şimdi anlam verebiliyordu.
 
 “ Demek geleceğime ağlamışım.” diye yakındı yaşamından. 
 
Yığılıp kaldığı tığın başında karnındaki bebeğin kıpırtısını duydu. Kocasına,
 
 “ Bakamayız, büyütemeyiz!” dediği bebek durmadan karnını dövüyordu.
 
Cabir doğruluyordu Naşize’yi; ama, yatağa girip sıcaklığına ulaşınca gündüz konuştuklarını unutmuş görünüyordu: 
 
“ Her çocuk içeceğiyle, yiyeceğiyle doğar.” yargısını sık sık fısıldardı Naşize’nin kulağına.
 
Eylülün serinliği çökmüştü. Arabanın altında sarılı kundağında uyuyan bebek içini çekerek ağlamaya başladı. Cabir karısından yana baktı. Naşize yığıldığı yerden ayaklanıp arabaya doğru hızlandı. Hızını yitirip harman yerine yüzükoyun düşüverdi. Amansız bir sancıydı vurup düşüren böylesine. Cabir, şaşkınlıktan karşı harmanlara, komşulara anlaşılmayan seslerle bağırmaya başladı.
 
Harman yeri ana baba gününe dönmüştü. Kadınlar yetişip Naşize’yi arabanın altına çektiler. Durmadan kan kaybediyordu. Diz altından düğmeli beyaz donu pelte pelte kanlara bulanmıştı. Naşize’nin başına toplanan kadınlar, uçuk benizlerinde büyüyen gözlerindeki iri damlaları çöken avurtlarına bıraktılar. Kimseler engel olamadı yangın düşen yüreklerine. Dövünen, dizlerine vuran elleri değil yürekleriydi sanki.
 
Cabir’in harmanına yakın geçen Kurbanların traktörünü telaşla durdurdular!
 
 
Toplam blog
: 1064
: 732
Kayıt tarihi
: 24.03.12
 
 

Türkay KORKMAZ, umuda yolculuğu ertelemez. Mermeri delenin damlanın sürekliliği olduğunu bilir. Y..