Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Şubat '09

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Öyküde Yanılsama ve Fantazya

Öyküde Yanılsama ve Fantazya
 

İzmir-Konak Belediyesi'nin düzenlediği 8’inci İzmir Öykü Günleri’nin (12–14 Şubat 2009) “Öyküden Tiyatroya” temalı son toplantısında, ünlü romancımız İnci ARAL, “Öyküde Yeni Gerçeklik: Yanılsama ve Fantazya” başlıklı konuşmasında ortaya koyduğu yeni açılımlarla salonu dolduran öykü dostlarını âdeta büyüledi:

“İnsanlığın varoluşu ile birlikte, temel insanlık hâllerini anlatan söylenceler ve masallar hayal gücü, yeni durum ve olaylarla zenginleşerek, günümüze kadar geldi. Gelirken de insanlığın ortak bilinçaltını oluşturdu.

Mitoloji hayatın nasıl olması gerektiğini, nasıl olduğunu anlatıyor bize. Ama bu yaşama serüvenini anlatırken, bütün bu insan hâllerini görkemli bir şiirsellik ve fantazya ile aktarıyor. Bu fantazya içinde de insana ilişkin birçok gerçeği yansıtıyor. Bu şiirsellik ile fantazyanın bu kadar ustalıklı biçimde harmanlanmış olması, mitlerin günümüze kadar gelmiş olmasının en büyük nedeni bence.

Bu mitolojik zenginlik hem edebiyata ilham vermiş, hem de adları konmuş, insana dair kimi sapmalara kaynaklık etmiştir.

Baştan beri dünya -bilinmezliği ile- insanları hem büyüledi hem de korkuttu. Günümüzde evren ve yerküreye ait sırlar büyük ölçüde keşfedilmiş olsa da, şöyle bir gerçekle karşılaşıyoruz:

Nesnel gerçek insana geçersiz ve fazla çıplak görünüyor. Dolayısıyla, varoluşun bütünüyle keşfedilMemiş olduğuna, bunun birtakım gizleri olduğuna inanan insanlar hiç azalmadı. Bunlar hep başka bir gücün, başka bir sırrın olduğunu düşündü.

Şimdi bu noktadan Türk Edebiyatı’na dönmek istiyorum. Türk Edebiyatı’nda fantastik öykü geç bir tarihte göründü. 1970’lerin ortasında Nazlı Eray’la ilk defa karşılaşıyoruz. 80’lerden sonra da bazı yazarlarla zenginleşti. Yer yer gerçeküstü ögelere rastladığımız genç öykücüler de ortaya çıktı; ama aslında tam da şimdi, şu sıradanlaşan kültür ortamında, fantazyaya ihtiyacımız var.

Yeni video görüntüler, büyülü gerçekçi romanlar, gizemli resimler, tuhaf bilgisayar oyunları çok ilgi gördü. İnsanlar bunları çok seviyorlar. Ama bizim öykümüz fantazyaya ve gerçekdışıya biraz yan bakıyor! Birkaç öykücümüz dışında, niteliksel bakımdan bu fantazyaya, bu ihtiyaca cevap veren öykücüler çok az.

Fantastik öykü, dünyaya geniş bir olasılıklar ve olabilirlikler penceresinden bakabilmeye, uyanıkken rüya görmeye ve gerçeği dolaylı; ama daha etkili bir biçimde sunmaya yarayan nitelikleriyle, yazarlar bekliyor bugün.

Öyküye yeni bir ses, yeni bir tahayyül bulmak; endüstrileşen ve ortalama insan için üretilen işlevsiz görüntüleri aşmak; ve okuru yeniden öykünün büyülü dünyasına çekmek durumundayız. Bunu yapabilmek için de, öncelikle görünenin arkasındakini yazmaya çalışmamız gerekiyor. Tabii görmek için de önce görünmeyene bakmak gerekir. Çünkü görünen gerçek çok somut ve ortadadır. Görünmeyense sonsuz...

Peki hangi gerçekten söz ediyoruz?.. Tabii ki öykücünün gerçeğinden veya öykücünün o içten, öznel dünyasından...

Neden şimdi fantazyaya ihtiyacımız olduğunu söylüyorum? Çünkü dışımızdaki dünya görkemini yitirdi. Ve daha da korkunç bir şey söyleyeceğim: her zamankinden daha dehşet bir yer oldu dünya.

Birkaç onyıldır ideallerimizden koptuk, inançlarımız kalmadı, açgözlü güçlülerin eline kaldık. Her geçen gün korkularımız çoğalıyor. Ve her geçen gün dünyanın geleceğinden daha fazla kuşku duyuyoruz.

Dante’nin “Cehennem”ini, Kafka’nın “Dava”sını çağrıştıran ve “hiçbir yer” olan bir karanlık tablo içinde, sanal bir ortamda güçlükle soluk alıyoruz!

Peki, şimdi soruyorum; yazmak için bu kadar uygun bir ortam ve malzeme bolluğu varken, neden öykümüz bu kadar içine kapandı acaba? Neden bu içinde yaşadığımız dünyaya ilgi duymuyor? Çünkü her türlü kolay tüketilir fantazya hazır olarak, her an önümüze sürülüyor. Görüntüler çok zevkli, şenlikli; ama aynı zamanda acıklı. Sürekli aç kalktığımız görsel bir şölende, konuklar gibi yaşıyoruz.

Hâlbuki bu panayır görüntüleri birazcık fantazyayla ne kadar da güzel anlatılabilir... Belki de uyuştuk, uyuşturulduk! Herkese, her şeye kayıtsız bir bitkinlikle gözümüzü televizyona dikip felaket haberleri izliyoruz! Savaş resimlerine bakıyoruz aşınan merhametimizle! Yalan, yoksulluk ve kriz rüzgârlarıyla savruluyoruz!

Büyük alışveriş merkezlerindeki cam ve metal kalıntıları içinde boğuluyoruz! Düzenlenmiş vitrinlere bakarak, büyüsünü kaybetmiş bir dünyada insan eliyle yaratılmaya çalışılmış banal bir büyünün içinde yaşıyoruz!

Bize sunulan, bize layık görülen bu... Ve işin daha da tuhaf tarafı; her şeyin gerçekdışı olduğunu görüyoruz; yine de inanmadan inanıyoruz, üstelik haz duyuyoruz bundan.

İşte şimdinin, bugünün gerçeği bu: İNANMADAN İNANMAK...

Hayatı kolaylaştırdığını inkâr edemeyeceğimiz bilgisayarlar üst düzeyde bir iletişim olanağı sunuyor bize... Ama bir yandan da, aklın, arzuların ve birey iktidarının simgesi hâline geliyor. Dünyanın sınırlarını yıkmak ve kendi sınırlarımızı kaldırmak alt-felsefesiyle dünyaya bakışımızı bulandırıyor. Hissetme, düşünme, dünyayı görme ve varoluş biçimimizi değiştiriyor.

Bilgisayarlar aklın saflığına ve bilgiye dayanan iletişim sistemlerinden oluşuyor; ama bu bize yetmiyor. Bize sadece akıl yetmiyor! Bu yüzden bilgisayar destekli siber-vizyon reklâm odaklı dünya bilgisayarlarımıza girip bizim düşlerimizle, arzularımızla oynuyor...

Böylece tüm sanat bölümlerinin ve özelde öykünün aleyhine bir zemin oluşturuyor. Öykü, kendi türü içinde taşıdığı imkânlardan ve ulaşmaya çalıştığından çok daha sınırlı bir içeriğe zorlanıyor!

Yaşadığımız bu gerçek, gerçeğin yeniden yaratılmasında sayısız güçlük doğuruyor. Acaba Dostoyevski’nin öyküsündeki o adam gibi, bizler de bir timsahın yumuşak karnında mı yaşıyoruz? Belki de öyle...

Öykünün bugün insan haysiyeti ve olguları ile ilişkisini, işlevini ve itibarını yitirmiş olduğunu söyleyip biraz ileri gidiyorum! Öte yandan bütün dünyada satış öncelikli yayın yapıldığını da gözden çıkarmıyorum.

Bence öykü sanatı bugün biçimsel ve duygusal göz boyamaların, aşırı zarafet ile hafifliğin ve edilgenlik tuzaklarının karşısında durarak, tahayyül gücü yüksek, diri, özü dolu bir fantazya dünyasını, gerçekliğin kötülüğünü taahhüt etmekte kullanmalıdır ve buna çok yatkındır.

Yaratıcı fantazyanın insanın kendi içsel sınırlarının ve dünyanın çatlaklarının farkına varmasına imkân sağlayabileceğini tekrar tekrar vurgulamak isterim.

Eğer fantazyayla aşkınlaşmış öykü, görünmeyenin zihinde canlandırılmasından oluşan bir inisiyatif barındırabilirse, dünyayı, eleştirinin bu incelmiş biçimiyle yeniden büyüleyebilir.

Sözlerimi şöyle bitirmek istiyorum: Bugün yeni bir öyküye ihtiyacımız var ve bu yeni öykü fantazyanın kanatlarında yeşerebilecektir."
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.....................................................................................
* Yerli malı yurdun malı, her yurtsever kullanmalı...
* Kadın-erkek sayısı eşit ve "Dokunulabilir Meclis" istiyoruz!
.....................................................................................

 
Toplam blog
: 147
: 2923
Kayıt tarihi
: 05.05.07
 
 

İngilizce öğretmeniyim, çevirmenim, dilmaçım, araştırmacıyım. / Beş kitabım var: Beynin Kimliği, ..