Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Temmuz '14

 
Kategori
Deneme
 

Öykülerle yolculuk (on dördüncü bölüm)

Öykülerle yolculuk  (on dördüncü bölüm)
 

Öykü demeti


İstanbul’da gezinmek, daha önceki yıllarda yaşanmış yerlerde dolaşmak, o yıllardan kalan (varsa) dostluklarını arayıp bulmak vb. sonra dönüp bunları paylaşmak biçiminde çıktığımız bu yolculuk hiç hesapta olduğu gibi gitmedi.

Zaten bütün yolculuklar böyledir. Daha doğrusu bizim yolculuğumuz gibi her şeyi görmeyi, anlamayı; bu anlamalardan yola çıkarak dönüp geriye bakmayı, bu yolculukta gelmişi geçmişi hep birlikte yaşamayı amaçlamış yolcuların rotası belli değildir. Anılarımızın rüzgarı köhneyip kızağa çekilmemek için direnen gemiyi kimbilir nerelere savuracak bilinmez. Yaşayıp göreceğiz.

Neyse; neden bilmiyorum; ama şimdi geçmişe bir yollandık. O geçmiş  Hastafendi gençlik yıllarına denk düştü. O sıra bizimki cezaevine girmişti. Cezaevinde tanımıştı onu. Adını kimse pek bilmezdi. Herkes (hacı dayı’ derdi.

Hacı dayının hacılığı başındaki hacı takkesinden geliyordu. Buraya sevkinden önceki cezaevinde bir arkadaşı hediye etmişti. Ona da hacıya giden kardeşinden hediye gelmişti.

Hacı dayı külahını anlatırken gevrek gevrek gülerdi. ‘Nasip’ derdi. ‘Herşey nasip işi. Ben bu mapusa düşmesem kimbilir hacıya gidimezdim. Çünküm gücüm yok. Bizden biri hacıya gitse gelse belki bu takkeyi giyerdim. Emme orda bene bi takke geydim deyi kimse hacı demezdi. Şiinci burda takdım başıma takkeyi oldum hacı dayı. Takkeli hacı’ diye anlatırdı.

Ufak tefek biriydi. Güneş görmediği için yüzü beyazdı; ama cildinin zeminine bakınca kavruk yani tarımla uğraşan insanların yaşadığı yerden olduğuydu. Kır seyrek bıyıkları (kendi öyle söylerdi) hacılığa denk düşen ‘accık seyrek’ çenesinin hemen altında sakalı vardı. Bir eli hep sakalındaydı. Bir şey anlatırken de hep sakalını sıvazlar, geçmişi anlatırken muzip bir dalgınlığa bürünürdü.

Yalan olmasın; kendi ifadesine göre hapise girdiğinde devir İnönü devriymiş. Onların köyünde afyon ekimi yapılırmış. Onların köyünün de onun evinin de geçim kaynağı da genelde afyon ekiminden kazandıklarıymış.

Devlet her yıl bunların ektiği afyonun kozalaklarını satın alırmış. Yasak olsa da köylerde kozağın sütünü sağıltanlar olurmuş. Yani eroinli hap yaparlarmış. İhtiyarların cebinde hep haptan bulunur; arada bir baş ağrısı vb. ağrı olan uykusu kaçan kendi imalatları mercimek büyüklüğündeki haptan bir tane yutarlarmış.

Kötülükten değil ‘ehtiyaçtan’ tabi. Südü alınmış afyondan haşhaş çıkarırlarmış. Bu haşhaş o yörenin temel besinlerindenmiş. Pekmezleyince ‘bek’ güzel olurmuş. Yufkanın arasına dürünür yerlermiş. İçine de yine mevsimine göre afyon otu, karakavuk, yeşil soğan korlarmış.

Oralarda çocuklar uyumazsa bu haşhaşlı pekmezden yedirirler ve çocukların rahat uyumasını sağlarlarmış.

İntiharlar da o mercimek büyüklüğündeki afyon haplarıyla olurmuş. Parmaklarıyla göstererek ‘üç dört dene yuddunmu iş tamam’ derdi. Bu anlattıkları o yöre köylerin rutin yaşamı. Anlatması da köyünü, yaşamını çok özlemesinden ve pişmanlığından…

Pişmanlığı cezavine esrardan girdiği için. ‘A gahbolu, evin, yerin var, tarlılan var, işin gaydın yerinde. Evlenip çoluk çocuğa garışmışsın, netcedin o gadar paraya tamah edip düzenini bozdun’ diye kendine çok kızardı; kendine yönelik bu eleştiriyi kimsenin yanında yapmazdı. Bu mırıldanmalarla özeleştiri veya kendini yargılamayı voltada pire gibi gidip gelirken yapardı.

Onun mırıltısını duyanlar ya dua ya da türkü mırıldanır sanıyordu. Hastafendinin kulağı delik olunca mırıltılardan bu yakınmaları duyup, anlamıştı. Bir gün onunla baş başa sohbet eden Hastafendi mırıltıları duyup anladığını hissettirmişti.

Hacı dayı mırıltılarını anlayan Hastafendiye ‘ula gençle, sizin hakınızdan kimse gelimez. Baksanıza ajan gibisiniz maşallah’ demiş, gevrek gevrek gülmüş sonra ‘ben sene her şeyi dipden dırnağa anladayın da marakın galmasın’ demiş ve anlatmıştı.

O köyünde işinde aşında yaşayıp giderken afyon denetcilerinden ‘onlara afyon golcusu denirdi’ biri bunun aklını çelmiş. ‘Bu işte iyi para var. Birlikte afyon kaçakçılığı yapalım’ demiş.

İşte öyle başlamış Hacı dayının ‘kendi deyimiyle ayağının b..a batması’ yoldan çıkışı. Doymamış işi esrar üretmeye çevirmişler. Velhasıl sonunda bir ihbar üzerine ahırda esrarı elerken yakalanmış. Haliyle yargılanmış 25 yıl ceza almış. ‘O guda yıl geçti. Af maf çıkdı emme ben çıkımadım’ derdi.

Çünkü cezaevinde hiç ‘tek’ durmamış ki… Heryeri gezmiş. Buna Sinop da dahil. Kendi ufak tefekti. Ama hala çok çevikti. O gün ‘Benim böğün belalı gine gelir. Varen ben accık berbere giden’ dedi ve gitti.

Orada sırada yanlarına gelen öteki mahkum anlattı. Hacı dayının belalısı karısıymış. Kadıncağız hacı dayının geride bıraktığı üç çocuğu büyütmüş. Bu sırada hacı dayı hangi cezaevine giderse karısı mutlaka arkasından gelir, uzaksa bir ev tutar orada kalırmış. Yani hac dayının peşinde geçen 25 yıl.

Hacı dayı sonra anlatmıştı. O karısını ve çocuklarını babasına bırakmış. Kardeşlerine de ‘yengenize sahap çıkın’ demiş. Halleri vakitleri de yerindeymiş. Hacı dayı kendi kendine ‘çok ceza alırsam boşarın… Varı bir helal süd emmişe. Bubam gil de yardım ede. Geçinir gider’ demiş.

25 yıl alınca da ilk görüşmeye karısına bu durumu anlatmış. ‘Benden yana serbsettsin. Boşan bak hayatına. Ben sene gine burladan arka çıkarın. Yol uzun arkamda sürünüp durma’ demiş. O bunu demiş, ama ‘Garı kendini yere addırı addırı vemiş. Sen ben boşacen deyemi aldın. Ben çoklama elin adamın evinde mi böyüden’ diye feryat etmiş.

Uzun lafın kısası hacı dayının karısı 25 yıldır peşinde. Sonraları Tatar Ramazan adlı filmi seyredince aklıma hep hacı dayı gelir.

Hacı Osman’ın kurulduğu Temur efendinin yatağına bakarken gözünün önüne gelen Temur efendinin yıllara ve acılara dayanmış vakur halini düşünürken arada bir kendine, kendi yaşamına dönerken aklına gelen Hacı Dayının yaşamı buraya denk düştüğü için yazdım. Çünkü Hacı dayı da aslında zor yılların insanıydı. Temur Efendi o zor yılların zorluğunu aşıp yaşama katılmak için elinde askerden ehliyet ‘boğulursam büyük denizde boğulayım deyip’ atmış kendini İstanbul deryasına.

Hacı dayı da kendi köyünün küçük dünyasından daha kolay kurtulmak için bir yol seçmiş. O yolda ona 25 yıl Türkiye’nin cezaevlerini gezdirmiş. Onca yaşanmışlığa, o yaşanmışlığın onca sıkıntısına rağmen ‘buna şükür. Burlada süründüm, emme çok şey gazandım, adamı kişiyi tanıdım’ derdi.

Yani yaşamın yükü onu da yıkamamıştı. Hastafendinin en sevdiği ve özendiği insanlar işte bu ‘pes etmeyen’ direnerek yaşamayı becerenlerdi. O da onlarla birlikte yaşama direnmeye devam edecekti. Bunlar aklına geldi yumdu gözlerini uyumaya çalıştı.(devam edecek)

                        

                      

 
Toplam blog
: 182
: 232
Kayıt tarihi
: 12.02.13
 
 

Sanat Enstitüsü yapı bölümünden 1967 yılında Denizli'den mezun oldum. Buca Mimar Mühendislik Özel..