Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Aralık '14

 
Kategori
Deneme
 

Öykülerle yolculuk (Otuz sekizinci bölüm)

Öykülerle yolculuk  (Otuz sekizinci bölüm)
 

Öykü demeti


Neyse biz kaldığımız yerden yolculuğa devam edeceğiz. Çünkü bir önceki bölümde yazdığımız gibi yolumuz çok uzun.

Temur Efendinin treni İzmit’i geçince rötar yapmıştı.

Bu trenlerle yolculuk yapanlar kara tren rötarlarını bilir.

Tren girdiği istasyonda islim verip olduğu yerde cızılamaya başlamışsa tecrübeli yolcular trenin rötar yaptığını bilip birer ikişer trenden inip gördüğü görevliye “kaç saat rötar yapacağız?” diye sorar.

Ama hiçbir görevliden bu soruya “şu kadar rötar yaparız” biçiminde cevap alamayacağını da bilir ve herkes kafadan ‘iki üç dört saat’  rötar yapılacağını hesabını yapar ve meraklı olup soranlara söyler bunu.

Çünkü bu yolculuklara sık çıkanların herkes ‘tren rötar yaptı’ dendi mi? Bu rötarın bu iki üç saatten az olmayacağını bilir.

Bu sırada orası burası uyuşmuş yolcular; trenin pis havasından bunalanlar, su içip tuvalet ihtiyacını gidermek isteyenler, etrafı merak edenler; velhasıl herkes bir nedenle trenden iner.

O sıra rötar yapılan yere yakın yerdeki kimi satıcılar ‘rötarlı tren yolcularına’ satış yapmak için doluşur. Ve istasyon farklı bir insan kalabalığının hoş keşmekeşi içinde adeta kaybolur.

    Rötar yapan Temur efendinin treninde de benzer görüntüler yaşanıyordu.

    Temur efendi ‘ne de olsa askerde komutan şoförü olduğu için biraz çalımlı’ trenden inmiş; cebinden askerde astsubaydan satın aldığı subay sigarasından bir tane çıkarıp yakmıştı.

    Onun elinde subay sigarası gören ve askerliğini yapmış olan herkes yanından geçerken ‘komutan yanından geçer gibi’ birden adımlarını sertleştirip geçiyordu.

    O yıllar askerlik şimdiki gibi ‘öyle kısa dönem mısa dönem’ veya on sekiz ay falan değildi. İkinci Dünya Savaşı öncesi sırasında ve sonrasında en az askerlik yapan otuz altı ay askerlik yapmıştı. Ayrıca askere gelmeden askerlik çağında memleketlerinde askerliğe hazırlık talimleri yapmıştı.

    Hastafendinin babası da İkinci Dünya Savaşında tam kırk sekiz ay askerlik yapmış. O sırada askere gitmeden önce de altı ay köyünde jandarma nezaretinde askere hazırlık talimi yapmıştı. Denk düşerse o sıradaki askerliği de belki anlatırız. Şimdi konumuz o değil.

    Neyse; bu sırada ‘neden rötar yaptıysa; o neden giderildiği için’ tren islim salmaya, arada bir çığlık atmaya başlamıştı.

    Sanki ‘Haydin davranın beyler… İstanbul’a az kaldı.  Hadi kimse kalmasın der gibi’ düdüğünü öttürdükçe etraftaki telaşlı kalabalık bir an önce trene binip yerine yerleşme kaygısıyla ‘daha doğrusu tren gider de burada kalırım endişesiyle’ trene doğru hücum ediyor, vagonların açık kapıları önüne toplaşanlar birbirini ezercesine trene binmeye çalışıyordu.

    Ortalıkta görünen karmaşadan anlaşılan bütün tren bu rötar sırasında boşalmış gibiydi.

    Kalabalıklar vagonların arasından çıkıp islimin çıkardığı buharın arasında belirdikçe telaş artıyor; o kapıdan o kapıya savrulanların şaşkın görüntüleri tam seyirlik bir manzara oluşturuyordu.

    Temur efendi oradaki çeşmeye dayanmış bu seyirlik manzara oluşturan kalabalığa bakıyordu.

    O her zaman böyleydi. Böyle bir durumlarda bir kenara çekilip karmaşayı seyretmeyi seçerdi. En telaşlanacak anlarda bile hep sakinliğini korur, hiçbir şeye şaşırmazdı.

    Onun için asıl şaşırılacak şey; bu tren herkesi almadan hareket etmeyeceği halde insanların birbirini ezercesine ‘ötekinden önce kendinin’ trene binme gayretiydi. Bu bencilliklere, insanın böyle zavallılaşmasına hep şaşırmıştı.

    Bu duygularla kalabalığı seyre koyuldu. İçinde kendi vagonundan kimi tanıdık yüzlere rastlayınca merakla onların ne yapacağına bakıyordu. Gördüğü hemen hepsinin aynı telaş ve kaygıyla trene binmeye çalıştığıydı.

    Bir süre daha bakındı. Vagonların kapı önlerinde itiş kakış vagonlara binmek için birbirini ezen kalabalık azalmış; sonunda dışarıda çok az kişi kalmıştı.

    Çeşmeden bir avuç suyu ağzına götürüp çalkalayıp tükürdü. Sonra iki elini birleştirip musluktan akan suyu kana kana içti. En son avucunda kalan suyu yüzüne çarpıp uzun adımlarla trene doğru yürüdü.

    Vagonun kapısının önüne gelince elindeki kasketi başına güzelce yerleştirdikten sonra açık olan kapıdan trene bindi.

    O bindiği sırada hafiften yürüyen trenin islim salması ve çığlık atması hızlanmış; hemen aşağıdaki trenci elindeki şeyi kaldırıp işaret veriyordu.

    Temur efendi bakındı. Kendi kompartımanın önde olduğunu düşünüp oraya doğru yürüdü.

    Koridor çok kalabalık olduğu için aralarından sıyrılıp geçerken bütün dikkatini beline sardığı para kesesine vermişti. Çünkü Birol böyle kalabalıklara girince yankesici denen hırsızlara çok dikkate etmesini yazmış, onları işinde çok mahir olduğunu hiç fark ettirmeden cüzdan veya benzeri çaldıklarını örneklerini vererek anlatmıştı.

    Temur efendi arkadaşı Birol’ün uyarısını çok ciddiye aldığı için çok dikkatliydi. Bu şekilde kalabalıklarına arasından geçerken dirseğiyle para çıkınını kontrol ediyordu.

    Bu şekilde vagondan vagona geçerek kendi vagonuna geldiği sırada tren de tam hız almış, çığlık çığlığa etrafı yem yeşil vadide ilerliyordu. Kapının önüne gelince sigara çıkarmak bahanesiyle durup kesesini son kez kontrol etti ve gayet sakin kompartımanına girdi. Yeri boştu. Geçip yerine geçmeden önce bir süre açık olan pencereye dayanıp dışarıyı seyretti. Karşıda yemyeşil ovalar ve tepeler vardı. Arada bir tek tük konak tipinde evler gözüküp geçiyordu.

    Temur efendi içinden ‘bu yerler herhalde o konak sahiplerinindir’ diye geçirdi. Zengin her yerde zengindi. Onun memleketinde de çok zenginler vardı. Ama buradaki araziye bakınca ‘bura zenginlerinin’ onlardan dana zengin olduğu anlaşılıyordu. Görüntü böyle düşündürüyordu.

    Biraz daha bakındıktan sonra yerine oturdu. O sırada onu gözleyen karşısındaki adam o yerine oturunca ‘nasıl? Çok güzel yerler değil mi? İstanbul’a kadar hep böyledir. İlerde yeni yapılan fabrikaları göreceksin. Buraların hep fabrika dolacağını söyleniyor. Hükümet İstanbul’un sanayi şehri olacağını söyledi’ diye bilgi veriyordu. Temur efendi ‘bu yerlere yazık olur o zaman. Baksana yem yeşil’ dedi.

    Onların bu konuşmalarına kulak veren kompartımandakiler söylenenlerden bir şey anlamamış; sadece o adamın ‘buralara hep fabrika olacak’ sözüne takılıp içlerinden o fabrikalarda işçi olmayı geçiriyordu. Çünkü köyde onlara İstanbul’u anlatıp övenler ilerde fabrika işçisi olarak iş bulurlarsa geleceklerinin garanti olacağını söylemişti.

    Bu sırada karşısındaki adam bir dinleyici bulunca; Temur efendiye İstanbul hakkında bildiklerini anlatıyordu; ama Temur efendinin o sıra aklı arkadaşı Birol’deydi. ‘Acaba kendini nasıl karşılayacak?  Söylediği gibi şoförlük işi bulabilecek mi?’ bunları düşünüyor içinden ‘ne olursa olsun başaracağım’ diye geçiriyordu. O sırada karşındaki adamın kendine bir şeyler söylediğini fark edip onu dinlemeye başladı.

    Adam en son ilerde yeni yapılan fabrikadan bahsetmiş ‘oraya gelince gösteririm’ demişti.

    Temur efendi “sen Anadolu’ya mal götüren kamyonları anlatmıştın. Oralarda iş bulmak zor mu?” dedi.

    Temur efendinin bu sorusu adamı sevindirmişti; ama hiç belli etmedi. “Tabi o kamyonlarda iş var. Ama bir tanıdık olmadan zor tabi. Adam tanımadığı birini işe almaz. Bir güvence ister. Ama sen merak etme. Ben sana bu konuda yardımcı olurum. Tabi komisyonumu da alırım” dedi.

    Temur efendi içinden “Bana yardımcı olacakmış. Açıkgöz benden faydalanmak istiyor” diye geçirdi. Birol mektubunda İstanbul’da çok üç kağıtçı olduğunu. Saf bulduğu kişilere yaklaşıp onları dolandırdığını elinde avucunda ne varsa çarptığını yazıp; “aman dikkatli ol. Beni bulana kadar özellikle parana sahip ol” demişti.

    Temur efendi belindeki para için endişesi yoktu. Ayrıca Birol’ün tembih ettiği gibi kimseden sigara veya başka bir şey alıp yememiş, içmemişti. Bunları düşününce rahatladı. Adama “sağ ol. Arkadaşı bulamazsam verdiğin adreste seni arar bulurum” dedi. Sonra “ben biraz kestireyim” deyip kafasını camdan yana dayadı. Şapkayı gözünün önüne getirip gözlerini kapadı.

    Onun buz gibi “sağol arkadaşı bulmazsam verdiğin adreste seni arar bulurum” demesi adamı bozmuştu. Ondan iş çıkmayacağını anlayan adam kalktı öteki kompartımanda konuşup anlaştığı kişileri tekrar görmek için dışarı çıktı.

    Köylülere iş vaad eden öteki adam onun Temur efendiye bozulduğunu fark etmiş içinden “oğlum her kuşun eti yenmez. Hadi başka kapıya” diye onunla dalga geçiyordu. Kendi trende atmışın üzerinde köylüyü iş için ikna etmişti. Tek sorun onları başkalarına kaptırmadan kendini bekleyen simsara teslim etmesiydi.

    İçinden “inşallah bizim ağa zamanında orda olur” diye geçirdi. İstanbul’a iki saat sonra varacaklardı. O da o zaman kadar öteki vagonlardaki iş vaat ettiği köylüleri kontrol için dışarı çıktı.

    Bu şeklide trendeki bütün yolcular hepsi kendi kaygılarını yaşayarak trenin İstanbul’ a varacağı anı bekliyordu.

    Temur efendi derin uykuya dalmıştı. Onu birkaç kez kontrol eden karşısındaki adam ondan tümüyle umudunu kesmiş, o da kestirmeye başlamıştı.

    Bu sırada tren yolda kimi yerlerde duruyor trene yeni binenler oluyordu. Ama onlar o yerlerde oturan ve İstanbul’a iş için her gün gelip gidenlerdi. Köylüleri görünce küçümser tavırla ‘yine doluşmuş geliyorlar’ diyen söyleniyordu. Ama trendeki köylüler her şeye saf bir merakla baktığı için trene oralarda yeni binenlerin kendilerini küçümsediğini fark etmeden onlara yanlarında yer verme telaşındaydı.

    Bu şekilde giderek artan uğultuya uyuyan herkes gibi Temur efendi de uyanmıştı. Görüntülerden İstanbul’un yakınlaştığı anlaşılıyordu. Dışarıda yeni binalar daha sık gözükmeye başlamıştı. Karşıdaki adam “burası Pendik” dedi.  Sonra geçilen diğer yerlerin isimlerini saymaya başladı. Temur efendi “trende en son nerde duracak?” deyince adam “Haydarpaşa son durak. Az sonra oraya varırız” dedi.

    Temur efendi camdan dışarı bakmaya dalmıştı ki adam “Haydarpaşa’ya geldik” dedi.

    Tren de yavaşlaşmış ve sürekli islim salıyordu. İslim buharının artmasından trenin duracağı anlaşılıyordu. Nitekim az sonra tren durdu. Karşıda oturan adam telaşla ayağa kalkıp dışarı çıktı. Çünkü ayarladığı adamları indirip bir yerde toplaması gerekiyordu. O gittiği sırada öteki adama kompartımandaki köylülere “hadi bakalım arkadaşlar. Söylediğim gibi herkes birlikte inip aşağıda beni beklesin” dedi ve o da dışarı çıktı.

    Kompartımandaki köylüler şaşkın aynı zamanda sevinçli sırayla ellerinde tahta bavul veya torbaları olduğu halde teker teker dışarı çıkıp yakın olan kapıdan aşağıya inmeye başladı.

    Temur efendi oturduğu yerden bu olan bitene bakıyor kompartımanın boşalmasını bekliyordu. Son köylü de çıkınca kalktı önce şapkasını düzgünce giydi. Sonra tahta bavulunu ve torbasını aldı ve koridora çıktı. Hemen yandaki kapıdan aşağıya inip yürüdü. Biraz uzaklaşınca dönüp trenden inenleri seyre başladı.

    Trenden inen hemen herkes gurup gurup olmuş bekleşiyordu. Az sonra guruplar başka guruplarla birleşti. Aynı askerde olduğu gibi kalabalık guruplar halinde başlarında birileri önünden geçip tren vagonların arasında kaybolup gidiyordu. Bu guruplardan birinin başında kompartımanda köye anasının cenazesi için gittiğini söyleyip oradaki köylülere iş vaat eden vardı. Yanındaki gurubu çok kalabalık belki yüz kişiden fazlaydı. Önünden geçip gittiler. O adam da başlarında bölük komutanı edasıyla Temur efendiye selam verip geçti.

    Az ileride kendine trende karşısında oturan kendine iş vaat eden adam vardı. Onun gurubu da çok kalabalıktı. Ayrıca görünen onun yardımcıları da vardı.  Onlar da vagonların ötesine geçip gittiler.

    Temur efendi bu gurupların nereye gittiğini merak etmişti. Bunların nereye gittiğini soracak biri var mı diye etrafına bakındı. Sonra bundan vazgeçti. Nasıl olsa Birol bu gurupların nereye gittiğini bilirdi. Ondan öğrenmeye karar verdi.

    Ve bu şekilde guruplar geçip giderken subay sigarasını çıkarıp bir sigara yaktı ve önünden geçen kalabalıkları seyre daldı. Nice sonra son gurup da geçip vagonları ardında kaybolunca istasyon binasına doğru yürüdü.

    Çünkü Birol ona istasyon binasının önünde iskeledeki kayıklar olduğunu; bu Kayıların Üsküdar ve Kadıköy’e yolcu taşıdığını, onun Kadıköy’e giden kayıklardan birine binip Kadıköy’e gelmesini verdiği adreste onu sormasını yazmıştı. İstasyon binasında kendi gibi tek veya iki üç kişi birlikte gelenler bir kapıdan çıkıyordu. O da o kapının önüne geldi. Karşıda deniz Hemen aşağıda iskele ve iskelede kayıklar görünüyordu.

    Bunları görünce ilk kez İstanbul’a geldiğini kavramış içini gariplik duygusu kaplamıştı.

    Kapıdan çıkıp merdivenlerden aşağı indi. Dönüp binaya bakınca Haydarpaşa garının ve kapının görkemini görüp ürperdi. İlk kez bu kadar görkemli bir bina görüyordu. Hayran hayran bir süre binaya baktı. Sonra dönüp denize baktı. İlk kez bu kadar suyu bir arada görüyordu. Bu gördüklerinin verdiği şaşkınlıkla merdivene oturdu. Aklına köyü anası, babası kardeşleri geldi. Onlardan, köyünden ayrıldığı aklına geldi. Sersem gibi olmuştu. (devam edecek)

 
Toplam blog
: 182
: 232
Kayıt tarihi
: 12.02.13
 
 

Sanat Enstitüsü yapı bölümünden 1967 yılında Denizli'den mezun oldum. Buca Mimar Mühendislik Özel..