Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Haziran '14

 
Kategori
Öykü
 

Öykülerle yolculuk (onuncu bölüm)

Öykülerle yolculuk (onuncu bölüm)
 

Öykü demeti


Kadınlar yanlarından geçip gitti. Yüzbaşı sararmıştı. Nuri Pehlivan yüzbaşının sarardığını görünce telaşlanıp ‘hayırdır yüzbaşım’ dedi. Yüzbaşı uykudan uyanır gibi silkindi, Pehlivanın sorusunu anlamamıştı. “Ne dediniz” dedi. Nuri Pehlivan “yüzbaşım sarardınız, bir rahatsızlığınız mı var?” diye sorusunu yineleyince yüzbaşı gülümsedi “yok canım turp gibiyim. Avın yorgunluğu yüzüme vurdu herhalde. Ama iyi yaptık değil mi?” dedi.
 
Nuri Pehlivan yüzbaşının söyledikleriyle rahatlamıştı. O da gülümseyerek “gerçekten sayenizde iyi av yaptık yüzbaşım. Şimdi bunları evde hazırlatırım, av yorgunluğu geçer” dedi.
 
Birlikte atlarını Nuri Pehlivan’ın evine doğru sürdüler.
 
Ama o gözler yüzbaşının aklından çıkmıyordu. Bu sırada Nuri Pehlivanın evine gelmişlerdi. Atlarından indiler. Atları pehlivanın iki oğlu alıp gitti.
 
Pehlivanla yüzbaşı pehlivanın evinin önündeki hasır iskemlelere oturdular.
 
Bu sırada Pehlivanın hanımı kocasının verdiği av etlerini kızartıyordu. Az sonra yukarıdaki odaya çıkıp yer sofrasına oturdular Nuri Pehlivanın hanımın kızarttığı av etini, yanında koyun yoğurdunu ve türlü yeşillikle yapılmış salatayı afiyetle yediler, sohbet ettiler; ama yüzbaşının akılından o gözler çıkmıyordu.
 
Nuri Pehlivan yüzbaşının durgunluğunu av yorgunluğuna verdi. Bir süre sonra odalarına çekildiler. Ama yüzbaşı sabaha kadar yatağında döndü durdu. Sırtında ot yüklü o kızın gözlerini unutamıyordu. Sabahı zor etti. Erkenden kalkıp giyindi. Dışarı çıktı. Nuri Pehlivan ve hanımı çoktan ayaktaydı. Yüzbaşıya kahvaltı hazırlıyorlardı. Birlikte kahvaltı yaptılar.
 
Yüzbaşının hala durgun olduğunu fark eden Nuri Pehlivan “hayırdır yüzbaşım. Çok durgunsun hasta olmayasın?” dedi. Yüzbaşı dalgın, soruyu duymamıştı. Nuri Pehlivan “yüzbaşım hasta mı oldun?” diye tekrar sorunca yüzbaşı “sağ ol, biraz yorulmuşum” dedi.
 
Sonra birden dün karşılaştıklarının kimler olduğunu sordu. Nuri Pehlivan biraz şaşırarak “bizim köyün kızları, ot biçmeden geliyorlardı” dedi. Yüzbaşı göz göze geldiği kızı tarif edip onun kimin nesi olduğunu sordu. Nuri Pehlivan o kızın köylülerden Süleyman Efendinin kızı Kezban olduğunu; ancak kızın köyden Ömer isimli bir gençle nişanlı olduğunu söyledi.
 
Yüzbaşı başkaca bir şey sormadı. Yorgun olduğunu,  karargahta istirahat edeceğini söyleyip, atına binip gitti.
 
Nuri Pehlivan’ın yüzbaşının bu sorusuyla kafası karışmıştı. Şaşkınlığını belli etmemeye çalışsa da karısı onda bir değişiklik olduğunu fark etmişti. Kocasına “Hayırdır pehlivan?” dedi. Pehlivan karısının durumu fark ettiğini sanıp biraz kızgın “yok bişey sen işine bak” diye karısını tersledi.
 
Nuri Pehlivan böyle şaşırmış haldeyken Yüzbaşı karargaha varmıştı; ama o kız aklından çıkmıyordu. O kızla göz göze gelince adeta yıldırım çarpmışa dönmüştü.  Karargahta hazırlattığı kamaraya oturdu. Öyle kızın düşünüyordu, ona aşık olmuştu.
 
Emir erine atını hazırlattı. Tek başına atı kızı gördüğü bağ arasına sürdü. Tabi kız yoktu. Oralarda, sonra köyün çayırlığında atla epey gezindi. Bu gezintide içindeki ateş söner sanmıştı. Aksine içindeki yangın büyüyordu. Tekrar karargaha geldi. Geceyi orada geçirdi. Sabahı zor etti. Sabah kalkınca ilk işi Nuri Pehlivan’ı çağırtmak oldu.
 
Nuri Pehlivan gelince hemen söze girdi. “Pehlivan ben o kıza aşık oldum. Onunla evlenmek istiyorum” dedi. Nuri Pehlivan şaşırmıştı. O kızın nişanlı olduğunu açıklayacaktı; yüzbaşının çok kararlı olduğunu ve hiç bir itiraz istemediğini fark edip açıklama yapmaktan vazgeçti “siz bilirsiniz yüzbaşım” dedi.
 
Yüzbaşı kız, ailesi ve nişanlısı hakkında bir yığın soru sordu. Sonra “sen bunu kimseye bahsetme” diye sıkı sıkı tembih etti ve pehlivanı uğurladı. Nuri Pehlivan gidince de emir erine çevredeki beyleri çağırttı. Onlar gelince hemen söze girip bu kızdan bahsetti ve bu kızla mutlaka evlenmek istediğini söyledi. Ve kendisi için dünür gitmelerini istedi.
 
Köyün beyi o kızın Ömer isimli bir gençle nişanlı olduğunu söyleyince,  aşktan gözü dönen yüzbaşı “anlamam, bozsunlar nişanı. Ben bu kızı alacağım” deyip kestirip attı.
 
Koskoca Osmanlı Yüzbaşısı… İsteği emir sayılır. Beyler yüzbaşının gaddarlığından çekindikleri için kös kös gidip nişanlı kızı yüzbaşıya istediler. Kızın babası Süleyman Efendi’nin elinden ne gelir. Mecburen Ömer’le nişanı bozup kızı yüzbaşıya verdi ve söz kestiler. Söz kestiler amma olan Ömer’e olmuştu. Üzüntüden yemeden içmeden kesildi. Öyle bir dertlendi ki, kısa sürede verem oldu, vefat etti.
 
Bu sırada yüzbaşı Nuri Pehlivan’ın bulduğu ustalara, tez zamanda köyde kendine bir konak yapmaları emrini verdi. Her şey çok çabuk olmuş, konak yapılıp bitmişti. Kezban şaşkın Ömer’e mi yansın, yoksa koskoca yüzbaşıyla evleneceğim diye sevinsin mi?
 
Ölen öldüğüyle kalmıştı. Kezban’ı görkemli bir düğünle yüzbaşıya gelin verdiler. 
 
Keziban tez zamanda Ömer’i unuttu. Parmak ısırtırcasına koskoca yüzbaşının hanımı olma sorumluluğunu; onun yeni yaptırdığı konağında bütünüyle taşıdı. Çevredeki evli, bekar tüm kadınların hasetine rağmen kendine hanım dedirtmeyi başardı. Kısa sürede herkes Yörük kızına Kezban Hanım diye hitap eder olmuştu.
 
Keziban Hanım aşağı Keziban Hanım yukarı. Kocasının isteğiyle çevredeki bütün bey hanımlarıyla tanıştı. Onlara gelip gitmeye başladı. Yalnız kendi köylerinin beyinin evinde hafiften küçük görülüyordu. Kezban Hanım bunu önemsememiş, o beyin evine seyrek de olsa gelip gidiyordu.
 
O gün yine kocasının ısrarıyla Köyün Beyinin evine konuk gitti. Beyin hanımıyla oturup sohbete daldı. Bu sırada evin büyük hanımı da gelip, Kezban Hanıma hoş geldin falan demeden sedire kuruldu. Kezban Hanım büyük hanımın kendini yok saymasını aldırmadan evin hanımıyla sohbete devam ediyordu. Bu sırada birden zart diye bir yellenme sesiyle irkildiler. Büyük hanım yellenmiş; hiç özür dilemeden, istifini bozmadan oturuyordu. Kezban Hanım duymazlığa geldi. Derken büyük hanım bu sefer daha sesli ‘zaarrrt diye’ yellenmez mi? Kezban Hanım kıpkırmızı oldu. Evin hanımı da şaşırmıştı. Büyük hanım hasta falan diye durumu kurtarmaya çalışıyordu. Kezban Hanım hışımla kalktı. Hiçbir şey söylemeden kapıyı çarpıp odadan çıktı. Doğru evine geldi. Öfkesinden kudurmuştu.  Büyük hanım onu insan yerine koymamış; yanında hem de iki kere yellenmişti. Kezban öfkeyle ağlamaya başladı.
 
Bu sırada eşkıya takibinden dönen yüzbaşı müfrezeyi çayırdaki karargahta bırakıp evine gelmişti. Odaya girdi, birde ne görsün? Canı gibi sevdiği hanımı iki gözü iki çeşme ağlıyordu. Koştu “hayrola hanım, ölen yiten mi var?” diye merakla sordu. Kezban Hanım hıçkırıklar içinde o gün olanı biteni, büyük hanımın onu insan yerine koymadan yanında hem de iki kere yellendiğini, bunun çok gücüne gittiğini, bir daha o eve gitmeyeceğini söyledi.
 
Yüzbaşı öfkeden deliye dönmüştü. “Bu saygısızlık sana değil bana yapıldı. Sen üzülme ben onların çiftliğini başına yıkarım” dedi. Hışımla kalktı, aşağıda atını dolaştıran emir erine adeta kükreyerek bağırdı. “Tez git beyi al getir” dedi. Emir eri fırladı beyin konağının kapısına dayandı.
 
Çiftliğin beyi de yenice eve gelmiş, olanı biteni karısından öğrenmiş içine bir ateş düşmüştü. Aşağıdan bir askerin onu çağırdığı söylenince dili damağına yapıştı. Bir gayret dışarı çıktı. Askeri ne söylediğini tam anlamadan peşine düşüp yüzbaşının evine geldi. Yüzbaşı evinin tahtalığında volta atıyordu. Karşısında çiftlik beyini görünce adeta kükredi. “Bu gece burayı terk edin. Yarına kalırsan çiftliğini başına yıkarım” dedi. Bey bir şeyler söyleyecekti, ama yüzbaşı odaya girmişti.
 
Çiftlik beyi süklüm püklüm konağına geldi. Kendini merakla bekleyen hanımına çocuklarına sadece, “hazırlanın gidiyoruz” diyebildi. Büyük bir telaşla göçü sardılar. Gece yarısı konağı da çiftliği de terk edip gittiler. Ertesi gün köyde haber duyuldu. Köylüler sevinçli, herkes beyden kiraladıkları toprağın sahibi oldu. Böylece iki yellenmeyle koskoca çiftlik köylülerin oldu. Herkes kendi toprağının sahibi olmuş mutlu şekilde ekip dikmeye başladı.
 
Aradan yıllar geçti. Yüzbaşı bir gün çıktığı avda kalp krizi geçirip vefat etti. Yüzbaşının malı mülküyle bir başına kalan Keziban Hanım bir süre sonra yüzbaşının kadim dostu Nuri Pehlivan’la evlendi. Nuri Pehlivan’ın karısı da bir süre önce vefat etmişti. Keziban Hanım’ın da bir hamiye ihtiyacı vardı. Nuri Pehlivanla için onunla evlenmişti.
 
Buna rağmen bu evliliği çekemeyenler yaklaşık bir yıl sonra; o gün yüzbaşıyla avda olan Nuri Pehlivanın yüzbaşıyı zehirlediğini iddia ederek, ta İstanbul Hükümetine şikayet ettiler. İstanbul’dan gelen heyet araştırma yaptı. Hatta o günlere şahit olanların anlattığına göre, yüzbaşının mezarını açmışlar. Aradan bir yıl geçmesine rağmen meftanın bozulmadığını görüp; yüzbaşının zehirlenmediğine, şehit olduğuna karar verip tabutunun altından biraz toprak alıp gittiler.
 
Neyse bu sırada Nuri Pehlivan da görkemli bir şekilde hacıya gitmiş ve dönüşte Hacı Nuri adını almıştı.
 
İşte bu sırada hacıdan gelirken Arap Abdurrahman’ın anneannesi Fatmaesi’yi çocuklarıyla birlikte hacılık nişanesi olarak alıp gelmişti.
 
Fatmaesi geldiği köyde Hacı Nuri’nin ve Keziban Hanımın çok yakınlığını gördü. Hacı Nuri’nin çok sevdiği ve güvendiği bir genç olan Çolak Ethemle kızını evlendirdi.
 
Bu evlilikte sonuncu doğan Arap Abdurahman evin küçüğü olarak ailesine katılmıştı.
 
Abdurahman’ın çocukluğu gençliği hep çalışmakla geçti. Hacu Nuri’nin torunun kızıyla evlendi. Muavinlik yaparken kamyon kullanmasını öğrenip ehliyet aldı. Karı koca ele ele verdiler, nihayet Abdurahman kendine ait Man marka kamyonu alıp geldi.
 
Kırmızı renkli Man çarşıda günlerce çekili kaldı. Dostları sevindi, düşmanları hasedinden çatladı. İçlerinden ‘bu Arap bu parayı nerden buldu’ diye şaşıranlar oldu.
 
Sonunda Arap Abdurahman kendi kamyonuyla çalışmayı başarmıştı. Ama oturduğu ilçede pek iş olmuyordu. Karı koca ‘kafa kafaya verdiler’ ‘ver elini İzmir’ deyip İzmir’e göçtüler.
 
O sıralar Abdurahman’a ‘ula oğlum oralarda yalnız galırsın, zorlanırsın’ diyenlere Abdurahman gülümseyerek ‘boğulceksen böyük denizde boğulcen’ diye karşılık verip İzmir’e göç kararından vaz geçmedi.
 
Gerçekten İzmir’de kamyona çok iş çıktı. Abdurahman çalışkan adam. Kar kış, yağmur, çamur, sıcak demeden çok yük taşıdı. O sıralar Hastafendiyle sıkı dost olmuşlar, hatta beraber iş yapmayı bile düşünmüşlerdi. Çünkü Abdurahman yollarda çok yorulmuştu. ‘Çok şükür’ parası vardı. Bağkur emekliliği de gelmişti. Artık istirahat etmesi gerekiyordu. Bu sırada oğlanlar için de İzmir’de başka bir iş tutmak istiyordu.  O sıralar güzel iş çıkarsa yine sefere çıkıyordu. Ama işi seçerek alıyordu artık.
 
İşte o gün ‘ne var ne yok?’ demek için kamyoncuların iş almak için toplandığı kahveye uğradı. Arkadaşlarının söylediği çayı içiyordu. İki gündür sesi kısıktı. Orada sesinin kısık olduğunu fark eden bir arkadaşı  ‘Arap yaşlandık artık. Kendimize bakmamız lazım. Sen ihmal etme bi doktora git’ dedi.
 
Arap Abdurahman ‘yok canım herhalde soğuk bişey içtim geçer herhalde’ dediyse de arkadaşı biraz efhamlı biriydi. ‘Arap sen beni dinle. Ne gaybedeceksin? Git şu doktora’dedi. Abdurahman arkadaşını dinleyip doktora gitti. Doktor muayene ederken çenesinin altıyla çok ilgilendi. Çünkü orada bir şişlik görmüştü. Ona üniversiteye gitmesini, ama ihmal etmemesini söyledi.
 
Abdurahman doktordan çıkınca Hastafendinin proje çizimi için açtığı büroya uğramıştı. Hastafendi de ‘abi sen doktoru dinle. İnşallah bir şey çıkmaz, ama mutlaka git’ dedi. Oradan çıkan Abdurahman üniversite hastanesine gitmişti. Orada muayene tetkik falan derken hastalığı için ‘akciğer kanseri’ teşhisi konmuş. (devam edecek)
 
 
Toplam blog
: 182
: 232
Kayıt tarihi
: 12.02.13
 
 

Sanat Enstitüsü yapı bölümünden 1967 yılında Denizli'den mezun oldum. Buca Mimar Mühendislik Özel..