Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Ağustos '15

 
Kategori
Öykü
 

Öyle Bir Aşk

Öyle Bir Aşk
 

 https://www.youtube.com/watch?v=G4oPYv1AFeo

Kalbini -cılız bir sesle durmadan hüzün fokurdayan- buharlı bir gemiye benzetiyordu. Uzun Mississippi Nehri boyunca görkemli yapısı ve ağırladığı yüzlerce insanla hayal yolculuğu yapan bir Victoria dönemi gemisi…  Böyle mekanik tanımlardan hoşlanmazdı ama aklına gelen ilk şey buydu. Bu konuda ona yardımcı olmak gerekirse kalbi için; heyecansız bir ötüşle, ağlamaklı cıvıltılarını doğaya karıştıran ürkek bir kuş tanımını yapabiliriz. Öyle bir ötüş ki; aşksız, hayattan vazgeçmeye razı…

Geçen gün muayeneye gittiği doktor, kulağını göğsüne dayayıp kalbini dinlerken bunu fark etmiş miydi acaba? 

Şüphesiz bir doktor hastalarına böyle ipe sapa gelmez belirtilerden duygusal teşhisler koymak için bilgi ve deneyimlerini heba etmezdi. Kalbin göğüs kafesi gibi o korunaklı bölgede aşksız, sakin, vazgeçmiş ötüşünü aksine bir iyilik hali olarak kabul ederdi. Hastanın yüzündeki ışığın yok oluşunu, gözlerinin ferinin sönüşünü, kalbinin cılız sesini aşksızlığa bağlamazdı. 

Fakat bu nasıl da belli!  Ayaklarını sürüyerek yürüyüşünden, haksızlığa uğradığında dahi konuşmak için hiçbir lüzum hissetmeyişinden, sararmış teninden, kendini avutmaya çalışan hareketlerinden, saçından tırnağına kadar sevilmediği, sevmediği nasıl da belli!! 

Kendisinin bile bilmediği yönleriyle onu tanıdığımız için tüm bunlardan bu sonuca varmak bizim için hiç de zor değil. Çoktandır suskun ruhunu var etmek niyetindeyiz. Ancak araya birkaç önemli mesele girdi. Yoksa ona aşkı doyasıya yaşatmak kudretimiz dâhilinde küçücük bir hadise. Şimdi bizim içinde, onun içinde en önemlisi ona bu aşkı yaşatacak vücudu çiçek kokularıyla bezeli, gümüş renkli bir balık gibi kıpırtılı güzel

Veronikamız içinde kalbini hissetmesinin, vücuduna kanla birlikte aşkın uçarı heyecanını pompalamanın tam zamanı. 

Bu öyküyü; yeryüzünde Tanrının en sevdiği ibadetin insanlar arasında yaşanan çıkarsız aşk olduğunu, bunun Tanrının izniyle gerçekleştiğini, Veronikanın bu aşk için kutsanarak seçildiğini aklınızda tutarak telaşsız ama aşkla okuyun. 
 
Gözünü banyodaki maşrapanın bakır parıltısına dikti. Küçük mavi çini karolarla döşenmiş banyoda saatlerce ıslak vücuduyla öylece oturup bakır ışıltıyı yakalamak; her gün aynı yere dikkatlice dikerse gözlerini, bakarken de aynı şeyi düşünürse neden hayatının geri kalanını o rüyanın içinde bulmasındı? 
 
Alt kattaki banyoda küveti suyla doldurduğu anlaşılan bir kadının tatlı bir sesle söylediği şarkıyla dağıldı zihninden geçenler…
 
                     ‘’ Tut beni diyordu, kadın
                         Ben bir denizkızı
                         Kaçırma ellerinden kıvrak bedenimi,
                         En derinine suların…’’ 
 
 ‘’ Veronika! ‘’ diye bağırdı, yaşlı-kırçıllı bir kadın sesi; 
 
  ‘’Elini çabuk tut! Yemek zamanı… ‘’
 
 ‘’ Ahhh!’’,  dedi genç kadın iştahı kabartan bir tonda. 
 
 ‘’ Tamam mama, bu denizkızının suya ihtiyacı var. ‘’
 
Ardından çini karolara çarpıp kırılarak yukarıya çıkan şuh bir kahkaha attı. 
 
  ‘’ Veronika! ! ‘’ diye mırıldandı banyodaki ıslak adam. 
 
‘’ Bu ince geçirgen duvarların görmene engel olduğu, kendi halinde hayallere dalan, sıkıcı kiracıdan haberin olsaydı uzaktan bile avutan güzel sesinle kulağıma fısıldar mıydın hayatın benim içinde anlamlı olabileceğini?’’
 
 Bakırın ışıltısını kaybetmişken gözleri dizlerindeki süngeri sıkıp banyonun bir köşesine fırlattı. 
 
Küvet tamamen dolmuş olacaktı ki, alt kattan su sesi gelmiyor fakat kadın yumuşak, arzu uyandıran sesiyle şarkısına devam ediyordu. 
 
                                  ‘’ Sev beni yakışıklı denizci,
                                      Ben bir denizkızı
                                      Güçlü kollarınla kavra beni,
                                      Tutkuyla öp dudaklarımı…’’
 
Havluya sarınırken akşam için planlarını yapmıştı. Bir sebep uydurup aşağıya Veronikalara inmeye karar verdi. Onunla karşılaşmış mıydı? Hiç sanmıyordu. ‘’Ah Veronika, yardım et! Hissettir kalbimi bana! ‘’  
Sözler dudaklarından dökülürken yüzünün hareketleri yalvarır gibiydi.   Kurulanırken aynada kendini izledi. Yalnızlığın yabaniliği hareketlerini kabalaştırmış, yüzüne sert çizgiler yerleştirmişti. 

Aşağıdan kuvvetli bir iç çekişle borulardan kayıp giden suyun sesi geldi. Veronika küveti boşaltıyor olmalıydı.  Havluyu yere attı. Her yer gelişi güzel fırlatılmış kıyafetlerle doluydu. Ayağıyla birini çekip eline aldı. Temiz kokmuyordu. Aldığı yere atıp, dolaptan dizleri ezilmiş kotuyla, bir gömlek çıkardı. Geniş omuzlarını öyle sardı ki gömlek, üç düğmeyi açık bırakınca rahatladı kolları… Terleyen yüzünü elinin tersiyle sildi. Havada Allah’ın belası bir sıcak vardı. Banyonun önünden geçerken asılı kalan nem bedenine çarptı. İçini okşadı o sıcaklık. Soyunup tekrar o hayal dünyasına girmek, Veronikanın sesini kucağına alıp onunla bakır ışıltıda kaybolmak istedi. 

 ‘’  Sert bir içkiye ihtiyacım var. ‘’ dedi. Banyonun kapısını kapatıp nemin, rüyanın dışarı sızmasını önlemek ister gibi önündeki paspası iyice sıkıştırdı kapı aralığına. Mutfaktan; biriken çöpün pis kokusu geliyor, kirli bulaşıklar tıkanan lavabonun içindeki suda yüzüyorlardı. Görüntüye aldırmadan buzdolabını açtı. İçecek hiçbir şey yoktu. Masanın üstünde dibinde biraz bira kalmış olan şişeyi eline aldı. Buzluktan ağzına bir parça buz atıp diliyle çevirdi. Soğuyan ağzını ıslatacak kadar kalan birayı, eriyen buzun suyuyla ancak midesine indirdi. Şişeyi açık pencereden dışarı fırlattı. Neyse ki; mutfağa bakan yer küçük, pis bir arka bahçeydi. Gitmek için bu kadar vızırdanmak yeter diye düşündü. Ayakkabılarını ayağına geçirip, alt kattaki daireye ulaşmak için beş-altı basamak indi. Kapının önündeydi. Yemek kokuları geliyordu daireden.

Veronika belki de küçük, dolgun dudaklarıyla lokmaları ağzına alıp yavaşça çiğniyordu şu sıra. Kulağını kapıya yaklaştırdı. Hiç ses yoktu. Elini zile uzattı. Bir an tereddüt etti ama yukarıya sıkıcı dairesine dönmek istemiyordu bu akşam. 
 ‘
’ Ne o! Açmıyor mu kapıyı? ‘’ zımparaya ihtiyacı olan pürüzlü bir kadın sesiyle irkildi. 
 Gülümsedi kadın,- korkutucu olmaktan pişmanlık duymayan-keyfi yerinde bir gülümsemeydi bu… 

‘’ Yıllarca hastabakıcılık ettim. Ayaklarım ölüm kadar sessizdir. Ben bunu işimin bir parçası gördüm. Ama senin gibi irkilttim herkesi.’’ 

Elinde bir şişe şarap, korkudan rengim kaçmış olacak ki; bakışlarında da acıyan bir yumuşaklık vardı kadının. Fikirler nasıl da çabuk değişiyor. Az önce kadın gülümserken onunla ilgili düşünceleri, o konuştuktan sonra gözlerine yerleşen bir bakışla yerini bambaşka bir duyguya bıraktı. O halde insanoğluna gerekli olan şey biraz sabır! Kavramları yaratan için bunlar ne kadar da basit! Biraz Sabır! Belki de haklı; düşünebilme yetisine sahip bir canlıdan çok şey beklemiyor. Durup biraz düşünmesini istiyor. Muhteşem yaratılışına uygun bir davranış bütünüyle! Nasıl da uzaklaştık öyküden, bırakalım sırası gelen kadın konuşsun; 

‘’ Üst kattaki dalgın kiracısın değil mi? Yaşam belirtisi göstermeyen halin dikkatimi çekiyordu. Veronikaya senden bahsettim geçen gün. Hiç öyle münzevi birine rastlamadım dedi. O içinde hayat kıpırtısı olmayan hiçbir şeyi fark edemez. Bizimle akşam yemeği yemelisin. Şarabımızda var.’’ 

‘’ Ben …’’ 

‘’ Biraz sıkıldım ve belki aaaa !! Sadece tanışmak istedim.’’ Bu beklemendik yakalanış Veronikayla tanışmak için uydurduğum sebebi unutmama neden olmuştu. 

Kadın kapıyı hızlıca dövüp, zile bastı. İçeriden Veronikanın iç gıcıklayıcı sesi geldi. 

‘’ Ne bu telaş! Açıyorum…’’

İri, kestane-parlak gözler, omuzlarından kalçalarına kadar inen gür lepiska saçlar, hayatın oradan fışkırdığına yemin edebileceğim büyük, dik göğüsler… İster istemez beni öylece hareketsiz bırakan bir güzellik… 

‘’ Yemeğe bir konuğumuz var, Veronika! ‘’ deyip şarabı Veronikanın zarif ellerine uzattı kadın. 

‘’Üst kattaki kiracı.’’ diyerek içeri girdi. Veronika umursamaz mutfağa yürüdü. Kadın arkasını dönüp bana baktı. 

‘’Aldırma ona, gir içeri! Birazdan alışır sana. Hadi gel! ‘’

Gözlerimdeki yılgınlığı kadından saklamak istediğimden başım önümde onu takip ettim. Veronika benim için de bir tabak yerleştiriyordu sofraya ardından bir kadeh. Onun tabağı yerleştirdiği taraftaki sandalyeyi çekip oturdum. Veronika karşımda oturuyordu. Üzerinde yakası açık çiçekli bir elbise vardı. Elbise üst kısımda vücudunu iyice sarıyor, eteğinin geniş uçları açık camdan içeri giren rüzgârda uçuşuyordu. Eğilip tabağımı aldı. Sofranın ortasında bulunan büyük bir tavadan içinde ne olduğunu anlayamadığım, tüm renkleri içeren yemekten tabağıma büyük bir parça koydu. 

‘’ Paella, bu karışık bir İspanyol yemeği’’ dedi kadın. Kırmızı şarabı bir sürahiye boşaltmış içine meyve parçaları, buz ve bal koyuyordu.
Sürahiyi havaya kaldırıp ;  ‘’ Ve sangri ‘’, dedi. Kadehime biraz boşaltıp içine buz attı. 

‘’İç ve gevşe’’ diyerek gülümsedi. Kadehi dudaklarıma götürdüm. Veronika yemeğindeki bir karidesi küçük kavisli dudaklarından içeri koyuyordu. Kadın ikimiz arasında gezdirdiği bakışlarıyla bir hükme varmak üzereydi sanki. Konuşmaya başladı;

‘’ Biliyor musun? Kalbindeki coşkuya ulaşman için bir kadına ihtiyacın yok!’’
Kadını böyle düşünmeye iten oturduğumdan beri Veronikaya dikkat kesilip toy bir delikanlı gibi beceriksizleşen davranışlarım, terleyen avuç içlerim, kızaran yüzümdü herhalde. 
Bu sözlerden sonra Veronika söyleyeceklerimi merakla bekliyor gibi gözlerime bakıp öylece durdu. 

Burada hikâyeyi bölmek zorundayız. Onların iradesine kalırsa bu aşk gerçekleşmeyecek görünüyor. Oysa bunun gerçekleşeceğini vadetmiştik. Biz vadimizi tutarız. Veronikanın kalbinin bu genç adam için atmasını sağlayacak kudret elimizde. Genç adam bu aşkı çekici gözlerine, geniş omuzlarına bağlayacak. Olsun, ne fark eder ki, yeryüzünde sevdiğimiz yegâne ibadetin çıkarsız aşk olduğunu söylemiştik. Büyüklüğümüzün en büyük delilidir ayrıca… 

Belki genç adamın dudaklarından Veronikayı etkileyecek bir söz düşürürüz. Cüzi aklın anlayabileceği bir sebebe ihtiyacı vardır. 
 
Veronikanın bakışları üstümdeyken kadına bakıp biraz çekingen şunları söyledim;

‘’ Yıllar önce bir kadın sevmiştim. Ve ona hep şöyle derdim: Ben seni içinden sevdim… Sonra o kadın beni bıraktı. Sıkıldığını söylüyordu artık. Sevilmeyi elinin tersiyle itmişti. İçimdeki her şeye duyduğum aşkı öldürmüştü giderken. Belki o coşku için bir kadına gereksinmem yok fakat buna sebep bir kadın, hem de ölesiye sevdiğim bir kadın.’’ 
Elindeki kadehten bir yudum alan Veronika;

’Kadınlar karşısında bir heykel kadar duygusuzsun artık öyle mi?’’ dedi.

‘’Hepsi karşısında değil. İstediğim bir kadın değil aslında istediğim bir aşk.’’ 
Veronika sözlerime güldü. 

‘’Peki, dedi çalıştığım yerde bir kız var. Çok çirkin. Gerçek bir kadın olduğunu söyleyebilmek çok zor. O da senin gibi aşkın peşinde… Ne dersin, onunla tanıştırabilirim seni…’’

‘’Söylemek istediğim bu değildi. Aşk için biriyle tanışmak saçmalık. Aşk ansızın gelir. Nefesini keser insanın. Sanki başka bir algısı vardır. Aynı gözlere aynı tene sahipsindir ama aynı şekilde algılamazsın hiçbir şeyi…’’

‘’Öyleyse aşkı bulman dileğiyle!’’ dedi kadın elindeki kadehi dudaklarına götürmeden önce havaya kaldırıp. 

‘’Ve o şanslı kadına!’’ Veronikanın sesiyle gelen bu sözler kulaklarımı hızla geçip kalbime döküldü. 

Az önce tanıştırmayı düşündüğü kızdan vazgeçmiş belki de kendini koymuştu onun yerine. Son sözleri tohum gibi filizlenmeye başlamıştı kalbimde. Bir farklı atış, işte bir tane daha… Büyümeye ve yeşermeye başladıkça kabına sığmayacak, tüm atışı ruhumla hissettirecekti bana…

Ama ben bu ilahi güzelliği tanıyıp onun insanca zaaflarını gördükçe,- o insana dönüştükçe -ondan kaçmanın yollarını arayacak, bir zavallının bir başka zavallıya sığınmasının saçmalık olduğunu hissedip kalbimin seslerini her zamanki gibi susturacaktım. 

Bir Tanrıça olarak kal Veronika! 

Artık ne olduğu anlaşılmasa da toprağa düşürülmüş, lezzetli kokusuyla sineklerin üşüştüğü, karıncaların üzerinde hızla çoğaldığı belki bir şeker parçası, ya da yiyecek herhangi bir şeyin son parçası gibi bu düşünceler de beynime doluşmuş onun her bir hücresini zevkle kemiriyordu. 

Uzaklaştırmaya çalışsam da güç yettiremeyeceğim bu hislerle Veronikaya bakmaya cesaret edemeden kadına nazikçe teşekkür ettim. Gitmek için izin isteyecekken, alnımda karamsar zamanlarda oluşan derin çizgileri okumaya çalışan kadının dudaklarının aralandığını gördüm; 

‘’Tam da bunu söylemek istemiştim genç adam. Seni bir kadın mutlu edemez. Sadece yüce bir aşk!’’ kadın bunları Veronika için üzülmüş benim içinse sonunda doğru yolu bulmuş bir netlikle, iki farklı duyguyu aynı cümlenin içene sığdırarak söylemişti. 

Veronika anlamsızca kadına bakıp;

‘’Bunlar saçmalık mama. Bir adam erkekliğiyle bir kadını, kulluğuyla Tanrıyı sevmeye ihtiyaç duyar. Hiçbiri diğerinin yerini dolduramaz. Tanrı için bir kadının mutlu olduğunu görmek kendisine sunulan sevgiden daha yücedir. İyi bir şeyler izlemek, kim buna hayır diyebilir ki? Yarattıklarını her an izleyen Tanrı içinde bu böyledir.’’ 

Hırçınlaşan bakışları, konuşurken titreyen omuzları biten bir aşkın üzüntüsünü mü yoksa yeni başlayacak bir aşka engel olan davranışlarımın onda yarattığı üzüntüyü mü ele veriyordu,- onu tanımayan- benim için bunu anlamak mümkün değildi. 

Birden Veronikanın küçük, narin ellerine uzanıp avuçlarımın arasında tuttum onları. Sıcaklığının yakıcı ateşiyle içime tüm varlığı dolarken güçlükle konuşmaya çalıştım;

‘’Ah Veronika! Senin kadar masum olmak isterdim. Senin kadar acı çekmemiş olmak. Karşılıksız sunduğum her sevginin sonunda kalbimin aç akbabalar tarafından çekiştirilmemiş olmasını dilerdim. Öyle ki; artık atıyor mu hissetmiyorum bile! Ama bunun için başkalarını suçlayamam. Bunları yaşamış olmam gerekiyordu. O insanların bana ihtiyacı vardı. Artık bir kadına sunabilecek hiçbir şeyim yok. Bağışla beni Veronika!’’

Yüzünde parlak bir yıldız gibi süzülen iki damla yaş hatırlıyorum. Bir daha görmedim Veronikayı. Tutkulu şarkılarını da duymadım. Kalbimin son atışları da onunla birlikte ebedi suskunluğa karıştı.

Bazen hiç istemeden hikâyeleri sonlandırırız. İnsanoğlu kader der, üzerimize bırakır hepsini…

Biz bile acı çekeriz, acı insana özgü değil ki!
 
 
 
 
Toplam blog
: 110
: 1076
Kayıt tarihi
: 26.05.14
 
 

Dünyanın kirletemediği bir lotus... ..