Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Kasım '16

 
Kategori
Eğitim
 

Öyle sevindim, öyle sevindim ki!

Öyle sevindim, öyle sevindim ki!
 

Güldürmeyin adamı

 gülü seviyorum diye

 dikenini sevmem şart mı?

(H.E.)

Bir yüksekokulda öğrenci olsanız… Millî Eğitim Bakanı da okulunuza gelse ve öğrencilerle bir toplantı düzenlese… Mikrofonu kaptığı gibi sahneye çıkıp bir saat, iki saat yüksek perdeden atıp tutmak yerine, “Bir arzunuz, bir isteğiniz var mı gençler?”diye sorsa…

Ne isterdiniz ondan?

 

“Dalga mı geçiyorsun sen bizimle Hüseyin Erkan? Akıllı bir “Bakan”ın, bir yüksekokulda ne işi var? Akıllı olmasa, “Bakan”olamaz, o makama gelemezdi zaten! Haydi, şu ya da bu nedenle geldi diyelim; bir yüksekokula. Bir emri varsa, toplar öğretmenleri ve öğretim üyelerini, çağırır makamına müdürü, rektörü, dekanı onlara söyler. Aklını yitirmemiş hiçbir oturaklı “Bakan”, hele hele de bir Millî EğitimBakanıöğrencilerle toplantı yapmaz. Sivil ve resmi giyimli birçok polis ve özel korumalarla, öğrencilerle toplantı yapan bir “Bakan”çıksa bile, “Benden bir isteğiniz var mı?”diye sormaz.” deyip bir kez daha mat ediyorsunuz beni!

               Eyvallah!..

               İtiraz edecek değilim. Gerçeğin ta kendisi çünkü söyledikleriniz.

               Ancak geçen yüzyılın ilk yarısında MEB koltuğuna oturmuş kimi “Bakan”lar bugünküler kadar akıllı değillermiş!

               Sözgelişi, Hasan - Âli Yücel…

               İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguçgibi, O da makamında oturacağına Ankara dışına kaçıyor sık sık. Özellikle de kentlerden uzaklarda kepirlerde, bozkırlarda kurulmakta olan Köy Enstitülerine…

                Ve dahi şöyle bir görünüp beş on dakika oyalandıktan sonra, “Haydi bana eyvallah”deyip dönmüyor. Öğrencilerin oyunlarına, eğlencelerine, gösterilerine katılıyor. Kimi zaman orada yatıyor. Ve her seferinde de öğrencilerle yakından ilgileniyor.

               Ahıra da giriyor, kütüphaneye de… Mutfağa da, yatakhaneye de… Ve korkmuyor öğrencilerle konuşmaktan.

               Bir gün, Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nü ziyaretinde, öğrencilerle bir toplantı düzenler yine. Ve kendisi konuşmak yerine, öğrencileri konuşturur hep. Toplantının sonuna doğru da, “Benden bir isteğiniz var mı?” diye sorar. Ziraat Bölümüöğrencilerinden Ali Yılmazsöz alıp…

               Burada duralım biraz. Ziyaretin tam tarihini veremeyeceğim. Ama 2. Dünya Savaşının ortaları… 1943 ya da 1944… Ekmeğin karne ile verildiği kıtlık yılları… Yatılı okullar olan Köy Enstitülerinde de ekmekler küçüldükçe küçülmüş. Her öğrenciye, her öğün o küçücük ekmeğin dörtte biri verilebiliyor ancak. Bu ziyareti hangi kitap ya da dergide okuduğumu anımsayamadım. Bir hafta kadar arayıp taradımsa da bulamadım. “Anı”nın bu bölümüne geldiğimde, “Ali Yılmaz şöyle bir istekte bulunmuş olabilir”diye geçti kafamdan:

               “Sayın Bakanım;

               Ben, Ziraat Bölümü öğrencisiyim. Dolasıyla derslerimizin yarısı her gün tarlada, bağda, bahçede toprağı kazmakla, çapa yapmakla, ekmekle, biçmekle geçiyor. Dolayısıyla branşımız gereği bedenen çalışıp emek harcayarak enerji tüketiyoruz. Ancak bize de derslerinin çoğunu sınıflarında yapan öğrencilere verilen kadar ekmek veriliyor. Bu haksızlıktır. Bize verilen ekmek miktarının artırılmasını arz ediyorum.”

               Evet, “Buna benzer bir istekte bulunmuştur mutlaka Ali Yılmaz.”diye düşünürken ben,..

               Siz boş verin beni. Sizce ne istemiş olabilir; öğrenci Ali Yılmaz, MEB Yücel’den?

               “Sayın Bakanım;

               Bir iki yıl sonra yüksekokulu bitirip yurdumuzun en ücra köşelerinde görev yapacağız. Bildiğiniz gibi, öğretmenlerin maaşları çok düşük. Maaşları artırmak için bir çalışması var mı bakanlığımızın?” demiş olabilir”derseniz, bu da çok mantıklı…

               Ya da:

               “Gördüğünüz gibi Sayın Bakanın, üzerimizdeki giysiler bir yüksekokul öğrencisinin kılık kıyafetine yakışmıyor hiç. Dışarda görenler bizi işçi zannediyor. Bizlere biraz daha kaliteli bir kumaştan takım elbise verilmesi için gereğinin yapılmasını diliyoruz.”gibi bir istek de çok yerinde olurdu bence.

               Evet, bu isteklerin hiçbiri olağanüstü istekler olmazdı; olmazdı da…

               Ali Yılmazbambaşka bir istekte bulunuyor:

               “Ben, okuduğum bölüm gereği, boş zamanlarımda çevremdeki bitkileri, özellikle de otları inceledim. Çok farklı, çok çeşitli bitkiler ve otlar var; çevremizdeki doğada. Ancak okulumuzda bir bitki laboratuvarı yok. Bir laboratuvarımız olsa, ben okula çok zengin bir bitki ve ot koleksiyonu, dahası bir bitki müzesi kazandırabilirim. Laboratuvar için gerekli binayı biz yaparız. Sizden gerekli âletleri temin etmemize yardımcı olmanızı istirham ediyorum.”

               Evet, öğrenciAli Yılmaz, işte böyle bir istekte bulunarak bizi şaşırtıyor.

               Bana ne cevap verilmiştir; bilmiyorum. Ancak böylesine güzel bir isteğe H. Â. Yücelgibi bir bakan hayır diyebilir mi? Mutlaka çok mutlu olmuş ve gerekeni en kısa zamanda yapmıştır.

               Ali Yılmazadını hiç unutmadım. Çünkü Dicle’de çalıştığım yıllarda (1961 – 1964) üç yıl boyunca Türkçe ve edebiyat dersine girdiğim Ali Yılmazadlı başarılı bir öğrencim vardı. O yıllarda, öğretmen okullarında 5. sınıfı doğrudan geçen 3 başarılı öğrenci Yüksek Öğretme Okulunaseçilirdi; öğretmenler kurulunca. Hasan Acar, Hikmet Buluttekinle birlikte Ali Yılmazda seçilmişti. (Fikret Telci, Müslüm Başaran, Zülküf Kaya, Ahmet Akgün ve Zülküf Büyüktaşönceki yıllarda seçilip gitmişlerdi Yüksek Öğretmen’e.)

               Dicleli Ali Yılmaznerdedir, ne yapmıştır; ne yapmaktadır; bilmiyorum. O’ndan da güzel bir haber alsam, mutlu olurum.

               Gelelim biz yine, Hasanoğlanlı Ali Yılmaza

               Öğrenciyken, Millî Eğitim Bakanından ekmeklerinin bir dilim olsun artırılmasını, daha kaliteli bir elbise verilmesini, işçi gibi kümeste, ahırda, tarlada, inşaatta çalıştırılmamalarını istemek yerine, okula bir laboratuvar kurulmasını isteyen bir öğrenci, hayatta mutlaka başarılı olmuştur; diye düşünüyordum.

               Acaba öyle mi olmuştu?

               Yoksa?..

               Gerçekten merak ediyordum; ama nereden, nasıl bulabilirdim; bu sorunun cevabını.

               İşte o günlerde Eğitimci Yazar Nedim Menekşenin “Köy Enstitüleri Gerçeği (17)”başlıklı bir yazısını okurken Ali Yılmazadını görünce, hemen kesip koydum dosyama. Şu satırlar o yazıdan:

               “Cavit Binbaşıoğlu, “Türkiye’de Eğitim Bilimleri Tarihi”adlı kitabında; yayımlanan incelemelerden Ali Yılmaz’ın yaptığı inceleme ile ilgili olarak “İç Anadolu Ekim Tarlalarındaki Arsız Otlar” konulu araştırmada 322 adet bitkinin Türkçe ve Lâtince isimlerini tespit etmiştir. Daha sonra bitki sayısı 500’e yükselmiş, Ankara Üniversitesi Fen Fakültesinebir rapor halinde sunmuştur. Bu araştırma ilgilinin ifadesine göre, bu alanda Türkiye’de yapılan ilk araştırmadır. (Sonraki yıllarda, bilim alanında bu verilerden yararlanılmıştır.)” (*) (**)

               Bu satırları okuyunca öyle sevindim, öyle sevindim ki!..

               Başka bir şey söylememe gerek var mı?

              

                                                                                                                      Hüseyin Erkan

                                                                                                       huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr

--------------------------------------------------------------------------------------------------------     

(*) ÖNDER Gazetesi, 9 Eylül 2016, Keşan

(**) Cavit Binbaşıoğlu, 1926’da Akseki’nin Güzelsu köyünde doğdu. İlkokulu köyünde okudu. Antalya/ Aksu Köy Enstitüsüve Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nü bitirdi. Ankara/Gazi Eğitim Enstitüsünde öğretmen olarak çalıştı. Eğitim üzerine pek çok eseri ve makalesi yayımlanmıştır.

 

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..