Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Haziran '10

 
Kategori
Öykü
 

Öyle yazılmıştı kaderleri (I)

Öyle yazılmıştı kaderleri (I)
 

Ne gizler saklar yüzdeki kırışıklar !


 

"Baba lütfen iner inmez beni ara."

"Tamam kızım, merak etme."

"Babaannemi de kocaman öp benim için. Bu yaz onu ziyaret edeceğiz ve biliyorsun Chris de büyük ninesini çok seviyor."

"Biliyorum kızım. O da çok yaşlandı artık ve Chris'ın varlığı onu hayata bağlıyor. Hadi yavrum, sen de git artık. Annen ve dükkan sana emanet."

Heathrow Terminal 5 belki de tarihinin en kalabalık günlerinden birini yaşıyordu. Öyle ya, yaz yaklaşıyordu. Artık 60'ına merdiven dayamıştı Makis. Yine de oldukça dinçti. Saçlarında yer yer aklar olsa da, kendisine çok yakıştığını düşünüyordu. Finsbury Park'taki küçük marketleri onu hayata bağlı tutuyor, Chris'in şeker kutuları arasından muzipçe bakışları onu çok mutlu ediyordu. İşte, senede birkaç kez yaptığı Yunanistan seyahatlerinden birine daha çıkıyordu. Atina'da uçak değiştirecekti. Annesi Agape Selanik'te yaşıyordu. Doksanına merdiven dayamış kadın hâlâ akıl ve ruh sağlığını koruyordu. Hafızası inanılmazdı ve hayli ilerleyen yaşına rağmen çok güzeldi. Babasının ölümünden sonra, onca ısrarına rağmen Londra'ya, yanına alamamıştı. Çok büyük bir aşk yaşadıklarını anlatırdı annesi ve eşinin yattığı şehirden uzaklaşmak istemiyordu. Bir keresinde laf arasında, İngiltere'yi hiç sevmediğini de söylemişti. Hiç yaşamadığı İngiltere'yi neden sevmediğini bir türlü anlayamazdı! Babası annesinin çocukluk arkadaşıydı ve o günleri anlatırken inanılmaz duygusal olurdu. Yine de artık söyleyecekti, "ben de yaşlandım, böyle gidip-gelmeler zor oluyor anne; yanımıza gel." diyecekti.

"Bir tane mi bagajınız var efendim?" dedi check-in kontuvarındaki güler yüzlü kız.

Düşüncelerinden sıyrıldı o an.

"A, evet kızım. Rica etsem koridor kenarı verir misin, tuvalete gitmesi kolay olsun."

"Tabii efendim, size 29J'yi veriyorum." dedi kız, yüzüne yerleşen sevimli tebessümle.

Saat 10'a geliyordu ve uçağının kalkmasına daha 2 saate yakın vardı. Güvenlik kontrollerinden de hiç hazzetmiyordu, soyun-giyin adeta bir işkenceydi. Kapıdan geçerken bip'ledi ve ayakkabılarını da çıkarmak zorunda kaldı. İçinden, ah anne ahh diye geçirdi. Soho'dan tanıdığı Amato Cafe'yi görünce çok sevindi ve bir espresso içsem fena olmaz diye düşündü. Yıllar ne kadar da çabuk geçmişti. Judith'i görür görmez aşık olmuş ve İngiltere'de yaşamayı o seçmişti. Biricik kızları Gina da tıpkı annesine benziyordu. İkinci bir çocuk sahibi olmayı ikisi de düşünmemişlerdi. Damatları da oğulları gibiydi zaten. Çok saygılıydı ve kızlarını da çok mutlu ediyordu. Torunları Chris de yaşamın gerçek tadıydı.

Uçağa davet anonsuyla yerinden kalktı ve hızlı adımlarla 34 no'lu biniş kapısına yöneldi. Uçağın kapısında güler yüzle karşıladı kabin memuru ve biniş kartına baktıktan sonra uçağın sağ tarafına yönlendirdi Makis'i. Oldukça arkalardaydı koltuğu. Kolayca buldu; ama oturmadan önce baş üstü dolabından bir yastık almayı da unutmadı. Bel boşluğunu doldurmazsa beli ağrıyordu. Kemerini bağlamadan yan komşusunu beklemeye başladı. 10 dakika geçmişti; ama gelen kimse yoktu. 3 saatlik yolculuğu galiba yalnız geçireceğim diye düşündü. Canı isterse cam kenarına da oturabilirdi. Önündeki koltuğun arka cebinden katalogları çıkardı, karıştırmaya başladı.

"Afedersiniz, geçebilir miyim beyefendi?" diyen bir sesle kendine geldi ve başını kaldırdı. Oldukça aklanmış; ama bakımlı saçlarıyla ve de gülen yüzüyle bir kadın ona bakıyordu. Herhalde ondan birkaç yaş büyük olmalıydı.

"A, tabii buyrun hanımefendi." diyerek ayağa kalktı telaşla.

Oturduktan sonra birbirlerine gülümsediler. Uçak kalkıncaya kadar hiç konuşmadılar; ama kalkıştan hemen sonra yine kısa bir gülümseşme oldu aralarında.

"Yunanistan'a iş için mi gidiyorsunuz?" dedi kadın birden!

Hiç beklenmedik bir anda gelen bu soru karşısında şaşırdı Makis.

"Yoo, hayır! Senede birkaç kez Selanik'e, annemi ziyarete gidiyorum. Ben Yunanım; ama Londra'da yaşıyorum. Finsbury Park'ta küçük bir marketimiz var. Eşim İngiliz. Bu arada, adım da Makis." derken elini uzattı.

"Öyle mi? Benim ismim de Madge! Şaşırdığınızın farkındayım. Evet, ismim bir Yunan ismi, annem koymuş; anlamı da inci. Ben de Birmingham Üniversitesi'nde öğretim üyesiyim ve Atina'ya bir konferansa gidiyorum." derken, uzatılan eli sıktı.

"Ne yalan söyleyeyim, şaşırdım. Babanız mı Yunan?"

"Hayır, babam İngiliz ve II. Dünya Savaşı sırasında Girit'teki İngiliz Üssü'nde teğmenmiş. Mercury Operasyonu'nu duydunuz mu? Savaşın en büyük hava indirme taarruzuydu. Akdeniz'deki stratejik konumu nedeniyle Almanlar Girit'e tam 500 uçakla saldırmıştı. İşte, babam o saldırıda yaralanmış ve bir eve sığınmış yani annemlerin evine. Annem günlerce babama bakmış. Birbirlerini çok sevmişler. Ya da babam öyle olduğunu düşünmüş. Babam cepheden cepheye koşmuş; ama 1944'te adaya tekrar dönünce, annemle birbirlerini bulmuşlar ve savaş bittikten hemen sonra da Londra'ya dönmüşler. 1947'de de ben doğmuşum."

"Ne güzel bir hikaye. Anne-babanız sağ mı, neredeler?"

"Babamı çok erken kaybettim. Çünkü acı dolu yıllar geçirdi. Annemi hiç hatırlamıyorum. Çünkü iki yaşımdayken beni ve babamı terk ederek Yunanistan'a dönmüş. Babamdan önce zaten birlikte olduğu ve aşık olduğu bir erkek varmış. Babam aslında biliyormuş; ama annemin unuttuğunu düşünüyormuş. Onurlu babam arkasından gitmemiş. Tek başına büyütmüş beni. Ve size bir şey daha söyleyeyim mi? Hiç hak etmediği halde küçücük çocuğuyla terk edilen bir erkek olmasına rağmen, babamın ağzından bir kez olsun annem hakkında kötü bir söz duymadım."

"Artık güzel bir hikaye olduğunu düşünmüyorum ve çok üzüldüm. Her şeye rağmen annenizi arasanız diyeceğim; ama belki de artık yaşamıyordur."

"O'nu hiç düşünmedim ve benim bir annem yok. Dilerim çoktan ölmüştür."

Makis dinlediği hikaye ile içinin tıkandığını hissetti. Önüne konulan yemek tepsisi hiç ilgisini çekmiyordu. Ama içeceği ilaçları düşünerek lazanyayı tırtıkladı. Yemek boyunca Madge ile konuşmadılar. Yemek sonrası kahvelerini içerken; çocuklarını, torunlarını anlattılar birbirlerine. Ama bu konuşmalarda hep bir hüzün vardı.

Uçağı beraber terk ettiler. Makis, Selanik uçuşunun kapısına doğru yönelmeden önce Madge'in elini sıktı, çocuklarının ve torunlarının hayatın en büyük mutluluğu olduğunu tekrar söyleme ihtiyacı hissetti. Vedalaştılar.

Madge, asansörün kapısı kapanmadan hemen önce Makis'e döndü, "Annem olacak o kadının da Selanik'te yaşadığını söylerdi babam. Eski kadınlar birbirini tanır. Belki de anneniz tanıyordur. Adı Agape." dedi. Kapı kapandı !

 

http://blog.milliyet.com.tr/oyle-yazilmisti-kaderleri--ii-/Blog/?BlogNo=250604 

 
Toplam blog
: 462
: 1159
Kayıt tarihi
: 07.03.09
 
 

Ne güzel bloglar yazdık, ne muhteşem dostluklar kurduk; onlar kaldı baki... ..