Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Şubat '14

 
Kategori
Yolculuk
 

Öylesine Bir Yurdum Gecesi

Öylesine Bir Yurdum Gecesi
 

Şu uçak iyi hoş da özgürlüğünü kısıtlıyor insanın. Daha bilet alımından başlayan onlarca kural, yasak vs. Aylar öncesinden almazsanız biletinizi, hiç de ucuz değil. Üstelik garnitürleri de ayrı. Mesela bu sabah havaalanına gidip Antalya’ya uçmak isteseydim, 208 lira bilete ödeyecektim. Havaalanına gidip dönmek için İstanbul'da benzin yakacaktım, 24 lira; Antalya'da taksiye binecektim, 50 lira. Otoyol 4.5 lira. Ucuzundan iki günlük otopark da 40 lira, etti mi 326.5 lira! Oysa ruhum hadi dedi mi yola düşmeliyim ben! Pazar gecesi de öyle yaptım. Antalya’ya doğru hareket ettiğimde saat 23:00’ü biraz geçiyordu. Araba kullanmayı, özellikle de gece yolculuklarını oldum olası sevmişimdir. Sessiz, gizemli ve ıssız! En önemlisi de patron sizsinizdir. Kaçta yola çıkacağınıza, nerede duracağınıza, ne yiyeceğinize ve seyahat süresine siz karar verirsiniz. Paranızla kendinize patron tutmazsınız! “Kaptanım, Burdur Gölü üzerinde biraz yavaşla da göle taş atayım.” diyemezsiniz; ama aracınızı gölün kıyısına çekip taş da atarsınız kulaç da! Zamana karşı yarışılan iş seyahatlerini tenzih ederken keyfî seyahatlerin uçakla yapılmasını salt tembelliğe bağlıyorum ben. Meraklanmayın, ara sıra istisnalar yaratıyorsam da çuvaldızı önce kendime batırdım:)

İstanbul-Antalya arası duble yol. Günümüzün teknolojik otomobillerini de bir önceki blog’umda anlatmıştım. Benimki de imkân bulsa beni arka koltuğa yatıracak, öylesine becerikli. Saat 03:00'e geliyordu. Fonda Shostakovich'in 2 no'lu valsi, kollarımda Anna Karenina -cruise control yönetiminde- 100 km/s hızla yol alıyordum. Kütahya'yı henüz geçmiştim. Mola vermekte fayda vardı yoksa Afyon’da sucuk-ekmeğe teslim olmam kaçınılmazdı:)

Şehirler arası yollardaki kamyoncu lokantalarını bilir misiniz? Parkında onlarca kamyon, TIR dizili; girişinde “Ucuz Mazot” yazan tesisleri görmüşsünüzdür de girmemişsinizdir. Ben oralarda dururum. Özerk bölgelerdir adeta! Lokanta binası devasa araçların arkasında kaldığı için kolay görülmez. Bayan müşterisi ve cıvıldayan çocuklar yoktur. Er sofrasıdır yolların. Bodrum, Antalya gezintilerinin asortik dinlenme tesisleri gündüz insan kaynar; ama geceleri boştur. Oysa kamyoncu lokantaları gece dolar taşar. Yemekler ucuz ve bol kepçedir. Kötü yemek olmaz. Çünkü müşterisi devamlıdır ve şikayet formu doldurmaz. Kışın ortada kocaman bir varil soba yanar. Gövdesi yer yer kızarır. Kuru fasulye-pilav sonrasında demli çay sobanın etrafında içilir. O yorgun yüzlerde ne hikayeler gizlidir. Hepsi de birbirini tanır. Aynı anda konuşan; ama anlaşabilen bir başka camia daha yoktur! Sohbet konuları hep aynıdır: Kamyonları, yükleri ve aileleri. Aralarında yeni evlenecek ya da çocuğu olacak olan varsa para toplanır, sırtlar sıvazlanır. Kapıdan her girene bakılır. Hele ki kamyoncu değilsen ve de onların mekânına gelmişsen, "harbi delikanlı"sındır! “Karnın aç mı, yemek söyleyeyim abi?” derler. Kışın kolaydır gözlerdeki buğuyu anlatmak, soğuktur hava da yazın kolay değildir saklamak. Güzel Anadolu’mun bu asil insanları -ülke gündeminin uzağında- sırtındaki yükü zamanında teslim etmeyi ve bir an önce ailesine kavuşmayı diler.

Ezogelin çorba çok lezizdi. Aşçı, “Üzerine yağ yakayım mı beyim?” dedi kamyoncu olmadığımın farkında! Elinde çoktan yakmaya hazır tava, gözlerinde ne olur yakayım ifadesi ve insanı kıramayan yüreğimin sözcüsü ağzım, “Yak be ustam.” deyiverdi. Selam verip uzun masanın sobaya yakın köşesine oturdum. Az sonra biber turşusu ve soğan da getirdi yamağı. Karşı çaprazımda oturan masadaşım kendi bardağını doldururken testiden, benimkini de doldurdu. Bir diğeri, “Abi, ekmeği uzatsana.” dedi öteden. Soğanımı, turşumu paylaştım ben de. Eller kara, yüzler yorgundu belki; ama buram buram “insanlık” kokusu vardı havada.

Tuvalet dışarıdaydı. Yürüdüm gecenin ayazında. Kapısında yüz vat ampul yanıyordu. Lambanın altında da “Tovlet” yazan bir tabela vardı. Girişe sandalyesini koyup oturmuştu amcanın teki. Önündeki melamin tabakta da bozuk paralar vardı. Konumu tuvalete hakimdi ve gireni-çıkanı kontrol ediyordu. Olanca coşkusuyla beni karşılayan kesif koku ve top atışları eşliğinde içeri girdim! Duvarda kargacık burgacık yazılmış bir kağıt vardı;

Gücük Abdest 50 krş
Böyük Abdest 1 lira

Önce durdum, sonra güldüm:) Böyle bir tabelayı en son çocukluğumda görmüştüm.

“Usta, bir küçük alsana şurdan.” derdi cami tuvaletine işeyenler.

Böyyük yapıp da Güccük diyen uyanıklara karşı da içeriyi kollayan biri olurdu kapıda.

Sabaha karşı Anadolu’nun bir köşesinde yaşadığım mis (!) kokulu nostaljiye bakar mısınız!

Yüzümde mâni olamadığım tebessüm, kapıya yöneldim. Uykusuzluktan başını yaslamıştı duvara yaşlı amca. Görmese de beni, dürüst olmalıydım huzurda.

“Dayı, bir büyük bir küçük alsana!!”

 

 
Toplam blog
: 462
: 1159
Kayıt tarihi
: 07.03.09
 
 

Ne güzel bloglar yazdık, ne muhteşem dostluklar kurduk; onlar kaldı baki... ..