Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Temmuz '08

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Oysa şimdi papatyaların kendi kendine açmasını özlediğim bir nostalji içindeyim.

Oysa şimdi papatyaların kendi kendine açmasını özlediğim bir nostalji içindeyim.
 

En zoru ne biliyor musun?

Aynı anda aynı yönde olamamak; aynı şeyi hissedememek; daha kötüsü de benim vardığım yerde senin, senin olduğun yerde benim hiçbir zaman olamayacağımızı bilme duygusu...

Bunun sebebi tek başına ne sensin ya da benim diyemiyorum. Bu hayatın ta kendisi; âşkın tanımının içinde bu var.
Oysa başka anlamlar yüklemek isterdim. İnan yüreğimde hissettiğim, arzuladığım, hayalini kurduğum, hatta belli bir yere kadar yapabildiğim şey bundan çok daha fazlası. Biliyorum ki, konu sevgi olunca İstanbul'un yedi tepesinden senin seçtiğin birini yerinden kıpırdatabilmeyi bile deneyebilirim; o kadar gözüm kara yani...

Sen...

Bu zamirin dünyası çok başka yerlerde. En çok da benden uzaklarda. Şu satırı yazarken gülümsüyorum. Nasıl olabiliyor diye? Daha az mı istemeliydim?

Yıllarca başka şeyler yazmak istedim; yine olmadı.

Fikret Kızılok'un şarkısındaki gibi bir âşk yaşamak...

"Bilmezler nasıl aradık birbirimizi, bilmezler nasıl sevdik..."

Ne kadar ilginçtir ki, bu şarkıyı ilk kez senin evinde dinlemiştim. O zamanlar aşka bu kadar uzak, bana bu kadar yabancı olmadığın bir yerde yaşıyordun; orası biraz da benim gönül bahçemin bütün papatyalarının toplandığı bir yerdi.

Oysa şimdi papatyaların kendi kendine açmasını özlediğim bir nostalji içindeyim.

Gözyaşlarının içine doğru akışını hissettin mi hiç? Başına geldi mi? Ben seni hep ağlarkenki halinle hatırlıyorum. Ne güzel? İnsanın rahatlayacak kadar gözyaşı dökmesi kadar mutluluk verici başka bir eylemi olabilir mi böyle zamanlarda?

İçime doğru akıyor; yüreğime damlıyor...

Bütün gün ne düşündüm biliyor musun?

Bir ilişkiye karşı tarafı mutlu edeceğim diye başladığında süreç senin mutsuzluğuna dönüşüyor. Oysa yıllardır hep senin iyiliğin için bir şeyler düşündüm. Bunun düşünmede kalmadığını sen çok iyi biliyorsun.

Girdiğimiz sohbetlerde ilişki dediğimiz o kutsal bağın iki insanı birbirine taraftarlık bağı ile bağlayacak kadar tutkuyla örülü olması gerektiğini savundum.

Oysa, sen ne dedin?

"Film gibi yaşamak istiyorsun hayatı?"

Bunun neresi yanlış?

Bir insan diğerine "sana ancak masallarda görülecek türden bir âşk vaadediyorum" derse, diğerinin buna burun kıvırması mı gerekir? Yapması gereken elinde ne var ne yok herşeyiyle onun içinde erimesi gerekmez mi?

Gülümsediğini biliyorum. Haklısın; bunun için karşıdakini çok ama çok sevmek gerekiyor.

Hani Çalıkuşu'nda bir sahne vardır.

<ı>Feride, az önce pişirdiği çörekleri tepsi üzerinde Kâmuran’ın önüne getirip, çocukluk yıllarındaki muzip gülümsemesini yüzüne takınarak:

<ı>

<ı>“Lafa daldık, hizmette kusur ediyorduk. Bak Kâmuran, bu çörekleri kendi ellerimle yeni pişirdim, sıcak sıcak, alır mısın? Adına da Gülbeşer diyorlar.” Kâmuran, elini uzatıp, gözlerini Feride’den ayırmadan tepsinin içinden bir tane çörek alıp, küçük bir parça kopararak, tadına bakar. “...beğendin mi?”

<ı>

<ı>“Beğendim...”

<ı>

<ı>“Sevdin mi?” Feride’nin gözleri yaşlanmıştır.

<ı>

<ı>“Sevdim.”

<ı>

<ı>“Çok sevdin mi?”

<ı>

<ı>“Çok sevdim,” der Kâmuran, oynanılan oyunun farkına vararak.

<ı>

<ı>“Öyle değil Kamuran! Ben, Gülbeşekeri çok sevdim, de!”

<ı>

<ı>“Ben, Gülbeşekeri çok sevdim.”

<ı>

<ı>“Ben, Gülbeşekeri çok çok çok sevdim, de Kâmuran.”

<ı>

<ı>“Ben, Gülbeşekeri çok çok çok, çok sevdim. Ben Gülbeşeker’i tahmin edemeyeceğin kadar çok sevdim..”

<ı>

<ı>“Oh!” İçini çekerek sırtını döner, Feride...”

Hissedemediğini biliyorum. İstemek bazen gerçekten yetmiyor.

Ama bil ki bu Feride ile Kamuran arasında geçenen şu Gülbeşeker sahnesinde az da olsa gözyaşı döküyorum ister istemez.

Ve sevmek aslında fazlasıyla güçlü bir sorumluluk yüklüyor insana, ayrıca her insan o sorumluluğu taşıyacak kadar tutkuyla bağlı değil diğerine.

Evet, bunu dert edinecek kadar çok eski yüzyıldan gelmiş bir ruha sahibim. Çok ilginç; bundan bir kaç sene önce işyerime gelmiş biri benim için böyle demişti:

"Senin gibilerden bu dünyada bir elin parmakları kadar yok."

Bu iyi bir şey değil. Kötü? Senin için değil, benim için... Çünkü ben başka türlü hayatı tam anlamıyla yaşayamıyorum.

Ama öğreniyorum. Her ne kadar "başka türlü bir şey" olsa da benim istediğim; "ne ağaca ne de buluta benzeyen" bir şey olsa da, sen bana hayatın ne olduğunu öğretiyorsun.

Kızgın mıyım? Kuşkusuz...

Kırgın mıyım? Hayır desem, dürüst olmamış olurum.

Kavgalı mıyım? Kendimle; biraz da olsa seninle.

Huzursuz muyum? Eh... Bunca şeyi sıralamak.

Bütün bunlar insanın karşısına çıkmalı ve dönüştürmeli.

Neyse, belki de boş şeyler bunlar.

http://adalarvekitalar.blogspot.com/

İlk kitabım, "Adalar ve Kıtalar" çıktı.

<ımg height="265" hspace="0" src="http://www.indigodergisi.com/adalar_ve_kitalar_uzay_gokerman_indigo_dergisi.jpg" width="170" border="0">

Uzay Gökerman

 
Toplam blog
: 2033
: 1268
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

"Keyif verici bir yalnızlık" olarak gördüğüm yazma serüvenimin en önemli merkezlerinden bir tanes..