Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Nisan '07

 
Kategori
Anılar
 

Oyunlarımız

Oyunlarımız
 

Sokaklarda oynayarak büyümek büyük bir keyiftir. Bilen bilir, bilmeyen sokakları serserilik sanır. Ben sokaklarda büyüdüm, mahalle aralarında oyunlar oynayarak, akşamlara kadar koşturarak, kir pas içinde eve dönüp azar işiterek. Okullar tatil olduğunda sokakların hakimi olurdum, ne gürültüler çıkarırdık, komşuların bir kısmı rahatsız olur bir kısmı aldırmazdı.

Evimizin olduğu sokağın ucundaki köşede, kuşlar gibi toplanır ve tünerdik. Karar köşeleri idi bu köşeler veya yoldan gelip geçenleri seyretme, onlara takılma köşeleriydi. Oyun kararları bu köşede verildiği gibi, oturup tembellik etmeye de karar verirdik. Çocuk dedikoduları yapardık. Kimin oğlu, hangi kıza sarkıyor, kimin evinde ne olmuş. Hangi adam çok içip karısını dövüyormuş.

Ben tombik ve güçlü bir çocuktum, bana çatanların boynunu bir hamle ile tutar yere yatırırdım. Gücümün yetmedikleri ile ya uzlaşma arar ya da onlara yaklaşmazdım. Çok sıkışırsam her riski göze alıp kavga ederdim. Belime yediğim paslı çiviler, savrulmuş bıçaklarla kesilen elim ve ardından yediğim koca koca tetanos iğneleri.

Sokaklarda oynayarak büyüyen çocukların ruh sağlığı daha mı iyi oluyor, daha mı kötü bilmem, ama ben yaşama başlama için yeniden bir şansa verilse ve nereden başlarsın dense, sanırım ilk okul üçüncü sınıftan başlamak isterim. O muhteşem çocukluk günlerimi tazelemek isterim. Yaşamımı değiştirerek gelmezdim, aynı günleri yeniden yaşamak isterim, maksadım pişmanlıklarımı yok etmek değil, sadece güzellikleri yeniden yaşamak. Pişmanlıkları sadece öğrendiği yabancı dil, akademik kariyerini yaptığı yer ve konu olan bir insanım ben, hayatın geri kalan kısmı ile ilgili bir pişmanlığım yok.

Hayatımı oluşturan ve hayatıma giren her şeyi sevdim ben. Daha doğrusu hayatı sevdim ben. Acısıyla, tatlısıyla, diyalektik sunumuyla hayata ilişkin ne varsa sevdim.

Çocuk oyunlarımızın çoğu tarih oldu. Zartiç, saklambaç, mors, enek, kayısı çekirdeği, sigara kapağı, harpçilik, atçılık, kuka, dalya, çelik çomak oyunlarının hangileri hayatta acaba, ben kızların ip atlaması dışında benim zamanımın oyunlarının oynandığını görmedim çevremde.

Biz oyunlarının senaryolarını da kendileri yazan çocuklardık. Bilgisayar başında yazılmış oyunları oynama şansımız yoktu. Gittiğimiz filmler sonrası, Kızılderilicilik oynarken adeta Kızılderili veya kovboy olurduk. Kızılderililerin o zaman vahşi ve canavar olduğunu sanırdık. Okuduğumuz kitaplar, seyrettiğimiz filmler, siyah ve kırmızı insanların vahşi, beyazların onlara medeniyet götüren iyi insanlar olduğunu düşündürmüşlerdi bize. Beyazlarla dost olanları ırkına ihanet edenleri iyi, beyazlara karşı gelenleri kötü olarak belletmişlerdi bize. Bir Kinova vardı, saçının derisi Kızılderililer tarafından yüzülmüş bu adam, intikam için Kızılderili kafa derisi yüzerdi. Çocuk aklımızla nedense biz oyunlarda Kızılderili olmaktan hoşlanırdık Manitu, savaş dansı ve boyaları hoşumuza giderdi.

Mahalle arasında futbol oynamak ne çilelidir. Toplarımız ya plastikti ya da çoraplara doldurulmuş bezlerden yapılmıştı. Bana domuz derisinden bir top almıştı rahmetli dayım. Bir anda mahalledeki ağabeylerin kahramanı oldum. Beni kara kediden oyuna alıp topumla futbol maçı yaparlardı. Kara kediden oynamak, attığı gol sayılmayan, ortalıkta ara sıra topa vurmak için dolaştırılan, top sahibi küçük çocuğun oynadığı oyun şekli idi.

Geceleri saklambaç oynamak ayrı bir keyiftir. Karanlıkta saklanacak yerler kolay bulunur, ebenin saklananı bulması zorlaşır. Kızlarla oynuyorsanız sevgilinizle gizlenmek pek hoş olur. Yaz akşamlarının saklambaç oyunları kaldı mı?

Zartiç, kuralı değişik bir saklambaç oyunu idi, ebe tüm saklananları bulup sobelemek zorunda idi, bir kişi bile sobelese oyundaki ebe değişmez yine yumardı. Ebelikten kurtulmak çok zordu zartiç oyununda.

1962 yazında İzmir’e amcamın yanına gitmiştik, oradaki çocukların oyunları da bizimkilere benziyordu ama adları değişikti. Mesela bizim mors adını verdiğimiz üçgen içine bilyeleri dizip, sonra onları üçgenin içinden çıkarma oyunumuza onlar abba diyorlardı.

Sakızların içinden futbolcu resimleri çıkardı, hepsinin üzerinde bir rakam olurdu, bunları biriktirir, alt üst oyunun oynardık. Alt veya üst diyerek tercih yapardı diğer oyuncu, tercihinin üzerindeki rakam diğerinden yüksekse, koyduğu kadar sporcu resim sayısında resim kazanırdı, küçükse kaybederdi.

Kibrit çubuklarını birleştirir, arkasına kağıt, önüne iğne takıp ok yapardık. Sonra hedef tahtasına belli uzaklıktan elimizle bu dart oklarına benzer okları atarak oyun oynardık bizim keşfimiz olan dart buydu. Bu dartla kader kısmet de çektirirdik, hedefe hediyeler yazıp para karşılığı ok attırırdık.

Bisiklet üzerinde numaralar yapmak kızlara hava atma gösterilerimizdi, kimisi tek teker üzerinde gider, kimimiz ellerini bırakır, kimimiz ince yollar üzerinde ip cambazı gibi sürerdik. Şimdiki gençlerin arabaları, o zaman bisikletlerdi.

“Zambak zumbak dön arkana iyi bak “sözleri ile biten bir oyunumuz vardı kızlı erkekli oynadığımız. Daire şeklinde çömelmiş çocukların arkasında skerek dolaşan ebe elindeki mendili fark ettirmeden birinin arkasına bırakır ve son sözleri başlangıçtaki sözler olan şarkıyı söyleyerek yoluna devam ederdi. Eğer mendil arkasına bırakılan çocuk durumu fark ederese mendili alır ebeyi kovalar, mendili kendisinin boş bıraktığı yere kadar ebeye vurursa ebe yine aynı şekilde devam ederdi, vuramazsa ebe çocuğun boş bıraktığı yere çömelmiş olurdu ve diğer çocuk ebe olurdu. Mendil arkasına konulmuş çocuk durumu fark etmezse , ebe şarkısını söyleyerek gelir, yerdeki mendili alır çocuğun sırtına vurur, onun yerini alır, çocuk ebe olurdu.

Aç kapıyı bezirgan başı şeklinde nakaratı olan bir şarkı ile oynanan oyunumuz vardı ama nasıl oynandığını unuttum. İki kişinin ellerini karşılıklı birleştirip havada tuttuğunu bu kılıç gibi havalanmış ellerin altından geçenlerden birini elleri indirerek kıskaca alıp, bir takım sorular sorulduğunu anımsıyorum, o kadar.

Su tabancaları çıktığında çok mutlu olmuştuk, içine su doldurduğumuz tabancalarla sahici harpçilik oynadığımızı düşünürdük. Tahta tabancalarla “dışın, dışın” diye ateş etmek yerine içinden mermi gibi su çıkan tabancalar bir devrim niteliğinde idi çocukluk zamanlarımız için.

Islak vaziyette öğle yemeğine gidince annelerimizden işittiğimiz azarlar ise, oyunun o günkü sonunu getirirdi. Tabancalar elimizden alınır ve nasihatlere başlanırdı. Terlemek, hasta olmak anne babalarımızın en çok korktuğu durumlardı. Sırtımıza bez sokarlardı terleyince.

Birdir bir, uzun eşek okul teneffüslerinin oyunlarıydı. Ben uzun eşeği pek seven biri değildim, ne de olsa tombik bir yapıdaki insanın göze alamayacağı çeviklik isteyen bir oyundu uzun eşek.

Çocukluk oyunlarla bezenmiş bir sorumsuzluk dönemi ve hayatın bir çok insan için en mutlu dönemidir belki. Trenle İzmir’e gidiyorduk, bir istasyonda durdu tren. Dışarıda çocuklar güle oynaya top oynuyorlardı. Ve içlerinden biri tek ayağı yok, koltuk değneği ile oyuna katılıyor, öyle güzel gülüyor ve bağırıyordu ki pas almak için, orada gözümde beliren bir damla yaşın sebebini anlatamam. Çocuk olmak öyle bir şeydi işte.

Var mı anlatacağınız oyunlarınız?

 
Toplam blog
: 283
: 1304
Kayıt tarihi
: 04.12.06
 
 

Nükleer fizik doktoru, şiir yazmaya çalışıyor, kalite yönetim sistemleri danışmanı, öykü deneme yaza..