Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Mayıs '07

 
Kategori
Güncel
 

Özal’ın "ermiş"liğine inanıyorum

Özal’ın "ermiş"liğine inanıyorum
 

Merhum Cumhurbaşkanı’mız Turgut Özal’ın ermiş’liğine inanıyorum.

Kulaklarınıza belki çalınmamıştır. Asıl adı Fehmi Koru olan ve Taha Kıvanç adını da kullanan yazarımız Ahmet Özal’dan dinleyerek aktarmış. Ahmet Özal babasının ermiş olduğunu anlatmış. Ve kanıt olarak da şöyle demiş:

"Özal’ın kabrini yapan mermer ustası bulunamıyormuş. Yapım sırasında filme almışlar, usta filmde de görünmüyormuş. Ve üstelik mermerler kendiliğinden gidip geiyormuş. O günün belediye yetkilisi işini gücünü bırakıp ustayı aramış; ama izine rastlayamamış. Ahmet Özal babam "Ermişin biriydi, " diyormuş.

Yazar Fehmi Koru’yu gençlik yıllarından tanırım. Ben İzmir’de Anadolu Ajansı muhabiri iken o da Yüksek İslam Enstitüsü’nde okuyordu. Ara sıra bildiriler ve basın açıklamaları getirirdi. Onları tarafsızlık içinde haber yaptığım için Fehmi Koru benden hoşlanırdı. Sonra uzunca süre ortadan kayboldu.

Bir ara Kemeraltı’nda rastlaştık. Hal hatır sormaya durduk. Sırtında pahalı bir ceket vardı. "Amerika’daydım, " dedi. Eski Fehmi Koru değildi. Değişmişti. Bir daha görüşmedik. Şimdiden sonra da artık görüşebilmemiz kıyamete kalmıştır, bunu biliyorum.

Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ermişliğine ben de inanıyorum. Bugüne kadar açıklayamadım ama şimdi cesaretle söyleyebiliyorum: Ben Özal’ı ölümünden epey sonra, günümüzden de birkaç yıl önce canlı ve kanlı biçimde gördüm. Evet, gördüm.

Bakınız anlatayım; İstanbul’dan uçakla Kopenhag’a geleceğim. Biniş kartımı alırken görevli bayan sordu, "Pencere önü mü olsun, koridor mu?" diye. Ben aslında "Pencere önü olsun, " demek isterken ağzımdan kendiliğinden "Koridor, " lafı çıktı.

Şaşırıvermiştim. Her neyse, üstünde durmadım. Uçakta yerime oturdum. Pencere önü henüz boştu. Çok geçmedi, uçak havalandı. Ben bir ara gözlerimi dinlendirmek üzere şöyle sımsıkı yumdum. Bir iki dakika sonra gözlerimi açtığımda...

Az kaldı, küçük dilimi yutacaktım. Yanımda, pencere önünde Rahmetli Özal oturuyordu. Şaşırdığımı görünce bana gülümsedi. "Hayrola evlat, " dedi. "Hatırlıyor musun, ANAP'ı kurmaya hazırlandığım günlerde bir öğle üzeri İzmir’de Büyük Efes Oteli’nde lobide oturmuş, söyleşiyorduk. Sen Anadolu Ajansı Muhabiri olarak oradaydın. Ben konuşurken elimi senin dizine koymuştum. Seni pek sevmiştim ama sen bana soğuk bakıyordun.

O gün orada bana en iyi davranan arkadaşınız Süha Baykal olmuştu. Ben onu İzmir Konak Belediye Başkanı seçtirerek ödüllendirdim. Sen bana eğri bakmasaydın, seni milletvekili bile seçtirirdim. Kopenhag’larda filan sürünecek adam değildin sen."

Ben donmuş kalmış olarak Özal’ın her sözcüğünü içime sindire sindire dinledikten sonra ağzımı açacak oldum. Rahmetli Cumhurbaşkanı’mız yeniden konuşmaya başladı, "Biliyor musun, o günden sonra seni hep izledim. Benim getirdiğim yeniliklerin hepsine bir kulp taktın, beni hiç bir gün kabullenmedin. Bana alışamadın. Öldüğümü işittiğinde de pek üzülmüş gibi görünmedin. Ben bunu yadırgadım."

Efendim, bir an için düş mü görüyorum, diye çevremi yokladım. Hayır, işte uçağın horultusu.. İşte hosteslerin arı gibi gidip gelişleri.. Durun şimdi yiyecek bir şeyler veriyorlar.. Bakalım, Özal’a verecekler mi? Hayır, sadece bana verdi.. Turgut Özal’ı görmüyorlar.

Özal’ın yüzüne baktım. O çok iyi tanıdığım yüz. Bir iki saat önce traş olmuş; ama iki gün önce traş olmuş gibi görünen o yüz.

Titredim. Resmen oturduğum yerde titredim. Özal’ın anlattıkları doğruydu. Ama o çoktan ölmüştü. Bu hale ne anlam vereceğimi bilemeden kararsız bir durumda beklemeye koyuldum. Benzim sapsarı olmuştu galiba Özal, "Bir bardak su iste, " dedi.

Ben su istemeye hazırlanırken baktım, hostes elinde bir bardak su ile gülümseyerek bana yaklaşıyor. "Allahım, sen benim aklımı koru, " demeye hazırlanıyordum ki Turgut Özal’ın elini dizimde hissettim. Evet, o günkü sıcaklık.. Artık kuşkum kalmamıştı.

Yanımda oturan Cumhurbaşkanımız Turgut Özal idi.

Veya o hiç ölmemişti. Öldü, gibi görünüp kendisini içinde sıkışıp kaldığı dar kalıpların dışına atmıştı. Ya da evet ya da bir ihtimal daha vardı, Turgut Özal "ermiş"ti. Hostesten aldığım suyu bir dikişte bitirdim.

Uçağımız Kopenhag havaalanına doğru alçalmaya yöneldiğinde Özal’a veda etmek istedim. Özal yanımda yoktu. Koltuğu boştu. Pencereden dışarıya bakmak üzere o koltuğa geçecek oldum, koltuk sıcacıktı. Az önce boşaltıldığı açıkça görülecek kadar sıcaktı.

Bu olayı eşime ve çocuklarıma bile anlatamadım. Bu olay nedeniyle uğradığım sarsıntıyı uzun süre atlatamadım.

Ve o gün bugündür içimde sır olarak sakladım. Fehmi Koru’nun Ahmet Özal’dan dinlediklerini okuduktan sonra bana cesaret geldi. Şimdi bu anımı kamuoyu ile paylaşıyorum. Bana inanmayanlar çıkar mı bilemiyorum.

Böyle bana inanmaz biçimde tavır sergileyecek olanlara vereceğim yanıtım şudur, "Ahmet Özal ile ben Türkiye Cumhuriyeti önünde birer eşit yurttaşız. Allah önünde aynı ayarda, aynı değerde birer sağlıklı kuluz. Ahmet Özal’ın inandırıcılık derecesi ile benim inandırıcılık derecem arasında hiçbir fark bulunmaması doğaldır. Bu yazıyı okuyanlardan dileğim şudur; benim anlattıklarımı inandırıcı bulmuyorsanız, lütfen Ahmet Özal’ın anlattıklarına da inanmayınız. Hatta Fehmi Koru yazmış olsa bile.."

Teşekkürler Türkiye! (Sonrasını söylemeyeceğim Reha Muhtar’ı hatırlattığı için)

 
Toplam blog
: 49
: 774
Kayıt tarihi
: 19.11.06
 
 

Ben uzun zamandır yazıyorum. Türkiye'den epey uzakta oturuyorum. Üç çocuğun babası ve pek çok çocuğu..