Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Temmuz '07

 
Kategori
Haber
 

Özelleştirmenin "suyunu çıkarmak"

Özelleştirmenin "suyunu çıkarmak"
 

Habere göre Hükümet, "akarsu ve göletleri" Yap-İşler-Devret modeliyle özelleştirme kapsamına alacakmış... Kapımızı çalan "su" sorunu böyle çözümleneckmiş! İnsanın "insaf" diyesi geliyor ve bu tasarrufun sudan gerekçelerine bakınca da bir yarımada olan su zengini ülkemizde yaşanılan kuraklığın bedelinin vatandaşlarımıza fatura edileceğini görmekten üzüntü duyuyor.

İlk etapta 12-13 akarsunun bu modelle özelleştirilmesi düşünülüyormuş. Bu işten 3.1 milyar dolar "gelir" bekleniyormuş. Ardından Fırat'ın sularının 950 milyon dolara, Dicle'nin sularının ise 650 milyon dolara "pazarlanması" gündemdeymiş.

Sondan başlayalım: Bir kere Fırat ve Dicle, GAP'ı beslemesi gereken stratejik su kaynaklarıdır. Türkiye uluslararası ilişkilerinde bu nehirlerin kullanım hakkı dolayısıyla komşuları tarafından yer yer itham edilmiştir. O komşularının petrolü vardır. Bizim yoktur. Ülkemizin ise petrol kadar değerli olan "su"yu vardır. Yapılacak özelleştirme yabancılara da açık olacağından, o koz elden çıkabilir. Düşünün Fırat ve Dicle'yi Arap yatırımcılar alsalar izleyecekleri fiyatlandırma poltikasıyla hem Güneydoğu Anadolu Projesi'ni akamete uğratabilirler hem de tarım ve sanayi girdisi olarak başta bölge olmak üzere Türkiye'yi zora sokabilirler. Özcesi "ya zam ya da sınır ötesine istedikleri fiyat ve miktarla su transferi"ni dayatabilirler.

Öte yandan akarsu ve gölet sularının piyasalaştılmasının tarımsal alanda kullanılacak suların üretimi ile başlayacağı ve giderek içme suyu niteliğinde devam edeceği kaydediliyor. Bu da alabildiğine sakıncalı bir durumdur.
İki açıdan öyledir: 1. "Yarışma" şeklinde bu su kaynaklarını diyelim 49 yıllığına sahiplenecek özel işletmeler eninde sonunda "kar" mantığına dayanacaktır. Yani su kaynaklarına kuracakları tesislerin, barajların ve olası dağıtım ünitelerinin maliyetini karşılayacakları gibi, yenilenme, tevsii yatırımlarını ve uzman işçilik dahil maliyetlerini fiyata yansıtacaklardır. Bununla da kalmayacak belli bir kar marjını da "yaşamak, yarışmak, gelişmek" için rekabet ortamında değerlendireceklerdir. Sonuçta tarlada, sanayide ve evde kulllanılan su giderek pahalı hale gelecektir.
2. Su kaynaklarının bu şekilde kullanımı belediyeler başta olmak üzere tüm yatırım stokunu da etkileyecek, İller bankasından başlayarak, DSİ ve benzeri gibi kuruların "kamusal sorumluluk" alanını daraltarak Türkiye'yi kuraklık anaforunda, verimsiz bir iklimde geleceğini planlamak noktasından giderek uzaklaştıracaktır. Kurumlar arası iş ve güç birliği "nasıl olsa su meselesini özel sektör halledecek" mantığıyla geri dönüşümü olmayacak biçimde akamete uğrayabilecektir. Proje kapsama daha şimdiden Kızılırmak'ın suyunun alınması boşuna sayılmasa gerekir. Kızılırmak suyu bilindiği gibi Ankara belediyesinin hayat kurtarıcı projesi olarak vaaz edilmiştir. Belediye borular döşemektedir. Ancak su akar hale ve kullanılır düzeye geldiğinde "özelleştirilecek" böylece tüm tasarruf hakkı -geleceğin olası fırsatçılığıyla- özel sektörün eline geçmiş olacaktır.

Bu özelleştirmelere karşı ne yazık ki 82 Anayasasının 43. maddesi yeterince koruma sağlamıyor. "Kamu yararı"ndan söz ediliyor ama anayasa son yıllarda o yarar tanımı ve türü açısından adeta delik deşik edilmiş durumda. Bunun örnekleri enerji ve telekomünikasyon sektörleri başta olmak üzere fazlasıyla sergilenmişti.

"Su" havzalarının planlanması, kaynakların verimli kullanılması, vatandaşın bilinçlendirilmesinde yerel yönetimler ve medya ile iş birliği sağlanamsı ve stratejik bir varlık haline gelmekte olan suyu uluslar arası çıkarlarımız doğrultusunda ve insanca tasarruf etmek devletin başlıca sorumluluğudur.

Tabii "sosyal" devletin. Ve bu sorumluluk sosyal damarı güçlü siyasetin varlığınca geçerlidir. O var mıdır? tartışılır!

 
Toplam blog
: 374
: 491
Kayıt tarihi
: 16.08.06
 
 

Merhaba! Toplumsal, siyasal, ekonomik ve kültürel olgularla ulusal ve evrensel düzlemde ilgilenme..