Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Eylül '11

 
Kategori
Yurtdışı Tatil
 

Özgürlük Heykeli işkence gördü mü?

Özgürlük Heykeli işkence gördü mü?
 

Özgürlük Heykeli ve Central Park


New York günlükleri-3

Ertesi sabah erkenden Battery Park’ın “ içinde yer alan “The Statue of Liberty iskelesi için yola koyuluyorum. Battery Park’ın ismini ” Irene kasırgası” ile ilgili haberlerde; “NYC’de sular altında kalan ilk bölge olarak duymuş olabilirsiniz.

Metro ile 1 nolu hata bindiğinizde Down Town yönünde  “South Ferry” istasyonunda ineceksiniz. South Ferry istasyonundan yaklaşık 5 dk’lık yürüyüş ile The Statue of Liberty ve Ellis adalarına  biletlerin satıldığı gişeye ulaşacaksınız.

Alacağınız standart bilet sizi Ellis ve Özgürlük Anıtının bulunduğu adalara götürür. Bu bilet ile  Ellis adasındaki göçmen müzesini ziyaret edebilir ancak özgürlük anıtının içine giremezsiniz.

Dolayısı ile bir üst bilet almanız gerekiyor. Bu üst bilet ile Özgürlük Anıtının eteklerine kadar olan seyir teraslarına ulaşabiliyorsunuz. Şayet Taç’a çıkmak istiyorsanız biletinizi bir yıl öncesinden web üzerinden almanız gerekiyor. Özgürlük Heykelinin Taç’ından New York’u seyretmeyi çok istemiştim ama bunun  imkansız olduğunu bilet gişesinde öğrenmek pek hoş olmadı.

*ipucu: The Statue of Liberty gişesinde satılan “Citypass” kuponlarını almanızı tavsiye ederim.

Citypass 5 adet şehir simgesini 79 $ gezmenizi sağlıyor. Şayet citypass kullanmazsanız bu  5 adet şehir simgesi için  125 $’dan fazla ödeyebilirsiniz. Citypass ile gidebileceğiniz yerler; The Statue of Liberty, The Metropolitan Museum of Art, The Empire State Building seyir terası, MoMA, Natural History Museum,The Guggenheim Museum ve  The Top of the Rock ( Rockefeller Building). Bu yerlerden 5 tanesini ziyaret edebilirsiniz.

Bilet aldıktan sonra iki aşamalı kontrolden geçiyoruz. İkinci aşamadaki kontrolde tüm vücudunuz scanner’dan geçiyor ve görevli memurların gözünden hiçbir ayrıntı kaçmıyor. Ardından feribota biniyor ve  yolculuğumuz başlıyor.

Feribot The Statue of liberty adasına ulaştığında bizi  “ranger” ordusu karşılıyor.Hepsi genç ve sevimli.  Ayı Yogi’de buralarda bir yerdedir diye düşünüyor ve içimden gülümsüyorum.

Ranger’lar gelen guruplar için yönlendirmeleri yapıyor ve ilk bankoda , audio cihaz isteyip istemediğimizi soruyorlar. Bunun için 8 $ ödemeniz gerekiyor. Ben de bir audio alıyorum.

Ranger’ler anıtın içine girmek için sıraya girenlerden çantası olan herkesi “ check  in room” a yönlendiriyor. Odaya bıraktığınız bagaj için sizden parmak izi alınıyor. Tekrar geri döndüğünüzde parmak izinizi okutarak çantanızın konulduğu kasayı açabiliyorsunuz.

Aldığım audio için belirtilen numaraya basıyorum, cihaz merhaba dedikten kısa bir süre sonra çalışmıyor. Tüm gezimi Audio’suz yapıyor, ama  bir eksiklik de  hissetmiyorum.

4 Temmuz 1776, İngiltere’den bağımsızlığın ilan edildiği 100 yıl kutlamalarına  yetiştirilen anıtın sağ elinde bir meşale, sol elinde ise bir tablet var.

Tabletin üstünde 4 Temmuz 1776 tarihi (Bağımsızlık Bildirgesi'nin tarihi) yazılıdır. Heykelin başındaki taç'ın yedi sivri ucu 7 kıtayı ve 7 denizi simgeler. Heykelin yüksekliği 46 m, kaidesi ile beraber 93 m'dir.

Ziyaretçiler heykelin içinden meşaleye kadar 168 basamaklı bir merdivenden çıkabilirler. Heykelin meşale tutan sağ elinin yüksekliği 13 metredir. Meşalenin etrafındaki dehlizde 15 kişi bir arada dolaşabilir. Heykelin başının içindeki odanın genişliği 2 metre, yüksekliği ise tacı ile birlikte 5 mt’dir.

Anıtın içinde yapının nasıl inşa edildiğini anlatan  küçük bir müze var. Daha sonra seyir terasına doğru çıkıyor ve 46 mt yükseklikten etrafı seyrediyoruz. Manhattan adasının üzerinde pamuk bulutlar konmuş seyri çok hoş..

Başımı yukarı doğru kaldırıyor ve terastan Özgürlük Heykeline bakıyorum …

Bakıyorum…

Düşünüyorum…

1886 yılından beri bu kadıncağız ne kadar çok  şiddet gördü ?

Hatırlar mısınız?

“Maymunlar Cehennemi”,  “Derin Darbe”  ve  “Cloverfield”  filminde zavallının boynu koparılmış sokaklara atılmamış mıydı ?

The Day After filminde öylesine kar dağına gömülmüştü  ve  sadece eli dışarda yardım çağırır gibi donup kalmamış mıydı?

X Men filminde tüm vücudu  Volverine’in keskin bıçak darbeleri ile doğranmamış mıydı?

Neyse gene bu kadar şiddet  bile onun için kötünün iyisi.

Hele  Anıt, Padişah Abdulmecit tarafından Boğaza konulsaydı ve  başına gelecekler Hollywood  zekasının tahayyül edeceğinden daha korkunç olmaz mıydı?

Bu aşamada heykel ile ilgili Türkçe ve İngilizce  kaynaklardan edindiğim bilgiyi sizin ile paylaşarak olaya açıklık getirmek istiyorum.

1860’larda, Osmanlı İmparatoru Abdulmecit, Mısır'ın Süveyş Kanalı inşası onuruna, Port Said Limanı'nın girişine konulmak üzere Özgürlük Anıtının inşasını  planlanmıştı.

Fransız bir heykeltraş olan Frederic Auguste Bartholdi'ye ısmarlanan ve masrafların büyük bölümü Abdulmecit tarafından ödenen anıt, bakır ve çelikten yapılarak tamamlanmış. Fakat, heykelin dikileceği bölgedeki yerel halkın huzursuzluk çıkaracağı endişesiyle yerine konulmaktan vazgeçilmiş ve heykel Paris’te bir depoya kaldırılmış idi.

Bu olaydan 25 yıl sonra, Fransa hükümeti ABD ile olan iyi ilişkilerinin bir göstergesi olarak büyük bir heykel yaptırmak istemiş ve  yine aynı heykeltraşın kapısı çalınmış.

Hazır durumda olan heykel depodan çıkarılmış, heykeltraş Bartholdi ve Gustave Eiffel (Eyfel kulesinin mühendisi) birlikte çalışarak bazı değişikliklerle heykeli yenilemişler ve heykel New York sahilinde Liberty Adasına konmuştur.

Anıtın iç turunu tamamladıktan sonra aşağıya iniyor ve sırt çantamı esaretten kurtarmak için Check in room’a giriyorum.

Görüyorum ki “Check in Room Japonlar tarafından istila edilmiş.

Görevli Ranger tek başına ve  sorulan sorulara yetişemiyor.

Parmağımı göze dokundurup dolap kapağını açtığımı gören Japonlar yardım ricasında bulunuyor, bir kaçına yardım ediyorum.

Bu arada yardım ettiğim birkaç kişinin kasası çantaları koymadan tekrar kilitleniyor. Ranger sorunu çözmeye çalışıyor ama çok sinirli. Kargaşadan  kaçar gibi tam çıkarken tüm kasa kapıları “çat” diye açılıyor.

Hay allah bu tersliğin altında bir Türk parmağı olmasın?

Anıtın etrafında dolaşıyor ve fotoğraf çekiyorum.

Sanırım oldukça yoruldum ve  Ellis adasına gitmekten vazgeçiyorum.  Çıkışa  dönüyor ve benim ile düzgün iletişim kuramayan Audio’mu görevliye şikayet ediyor ve 8 $’ımı geri alıyorum. NY iskelesine nereden bineceğimi soruyorum.

Yanıt bir parça sevimsiz; önce” Ellis adasına gideceksiniz orda feribottan inmeyin sonra NY’a dönersiniz”  diyorlar.  Sanırım yalnız değilim, Ellis adasına giden feribota binenlerin çoğu zaten  inmiyor. Yarım saat sonra iskeleye varıyoruz.

Saat 12:30 olmuş ve 59. Caddede bulunan Apple Store’u görmek için metroya biniyorum. Varacağım yerden bir 10 blok önce metrodan iniyor ve şehri yürüyerek izlemek istiyorum.

Zaten güzergah çok kolay  ; 5. Avenue – Bulvar üzerinden yürüyerek  10 cadde geçmem gerekiyor.

5. Avenue New York’un en pahalı markalarının yer aldığı dükkanlar ile süslenmiş.

Central Park’a yaklaştıkça markaların kıyasıya yer kapma savaşı verdiğini anlıyorsunuz.  Bir tarafta Prada, tam karşısında Luois Vuitton mağazasını görüyorsunuz. Firmaların vitrin tasarımları ise bir harika. Bu konuda en başarılısı Luois Vuitton ile Godiva vitrinleri.

Yürürken bir mağaza önünde uzayan bir kuyruk görüyorum. Mağazanın adı  Hollister, bizde çok bilinmese de Amerika’da çok meşhur bir marka. Mağazanın girişinde iki mayolu erkek model mağaza müşterilerinin rahat alışveriş yapması istendiğinden kuyrukta bekleyen müşterileri sıra ile içeri alıyorlar. Bence buna;  “paran ile rezil olmak” deniyor sanırım.

Nihayet Apple Store mağazasını görüyorum.

5. Avenue'in en sonunda Central Park'ın girişindeki bloğa kocaman bir kare küp koymuşlar. Mağaza 24 saat hizmet veriyor. Neden acaba?

Küpün içine girdiğinizde bir kat aşağı iniyorsunuz ve her biri 200 m²lik 6 salondan oluşan dev bir mağaza sizi karşılıyor.

Her salonda uzun bir masa ve masanın etrafında yüzlerce insan apple ürünlerine bakıyorlar. Satış görevlileri müşteriye bilgi vermekte ve alıcının işlemlerini mobile pos makinaları ile anında siparişe dönüştürmekteler. Bir satış görevlisi yakaladın mı, kasiyere de ulaşmış oluyorsun.

Bu apple gerçekten çok yaratıcı bir firma…

Sanırım bu aşamada I Pad ya da I Phone hakkında bilgi almak istersiniz. Amerika’da satılan I phone ların tamamı simlock kilidi taşıyor. Ve tanımlı servis sağlayıcıları dışında hiçbir yerde çalıştırmanız mümkün değil. Ancak, I Pad 2 için durum biraz daha iyi.

New York’ta her elektronik mağazasından I Pad 2 Wifi alınabilir ve her ülkede çalıştırabilirsiniz.

Ancak, I pad 2 + 3G alacaksanız mutlaka AT&T için yapılmış olan cihazları almalısınız. Sadece bu cihazlarda sim card kilitli değil. Rahatlıkla Türkiye’de mikro bir simcard takarak çalıştırabilirsiniz.

Amerika’dan alacağınız cihazın şarj kablosunun priz ucu Türkiye için uygun olmadığından en yakın elektronik mağazasından bir adaptör almanızı da tavsiye ederim.

***

Apple Store görevi de tamamlandı ve kendimi Central Parka’a atıyorum

Burası tam olarak şehrin geometrik merkezindeki bir cennet.

İçinde göller, koşu parkurları, Hayvanat bahçesi… tam bir gününüzü sıkılmadan geçirebileceğiniz kocaman bir orman park.

Türkiye’den tek eksiği ise; yeşillikler üzerinde mangal yapılmıyor.

1857 yılında  açılan Central Park , Amerika şehirleri arasında peyzaj mimarlığı ile yapılan ilk park olma özelliği taşıyor. 1875 yılında parkın sınırları son yapılan değişiklikler  ile bugünkü sınırlarına  ulaşmış.  

Atatürk  1936 yılında ,Türkiye’nin ilk halk parkı ünvanına sahip Gençlik Parkının  inşasına başlatmış ancak park hizmete 1943 yılında girebilmiş.

Arada nerdeyse 100 yıla yakın bir zaman farkı var.

Çok acı değil mi?

***

İnsanlar evlerinden ya da çevredeki büfelerden aldıkları hazır yiyecekleri hemen bir banka ya da çimlerin üzerine oturup yiyorlar. Kimileri de parkta öğlen şekerlemesi yapıyor. Ben de bir banka oturup geleni geçeni seyretmeye başlıyorum.

Yemek yiyenleri kıskanmış olmalıyım ki, acıktığımı hissediyor ve yemek büfesine doğru yürüyorum.

Küçük bir büfe ve içinde şirin iki yaşlı karı koca Çinli bana menüleri anlatıyor.

Pilav üzeri kuzu ve tavuk kavurma menüsü bana yenebilir görünüyor. Tüm ilave sos önerilerini kabul ediyor ve ben de diğer insanlar gibi öğle yemeğimi Central parkta yemeğe başlıyorum.

Pilav tamamen yağsız, taneleri son derece uzun. Bizde jasmine pirinç olarak bilenen bir tür. Üzerindeki sos acı ama çok lezzetli. Hayatımda en keyif aldığım yemeği Central Park’ta yedim diyebilirim.

Central Park’a geldiğinizde küçük büfelerde satılan yemekleri denemenizi tavsiye ediyorum.

Saate bakıyorum 14:30 olmuş. Acilen Brodway Showlarına indirimli bilet satan TKTS satış gişesinde sıra kapmak  için Times Square’e hareket ediyorum.

İlk tiyatrosuna 1750 yılında The Beggar's Operaile kavuşan Broadway’de, seyirci kapasitesi 1000 koltuktan büyük 40 dan fazla Tiyatro bulunuyor. Tiyatroların ortalama seyirci kapasitesi 1500-2000 koltuk iken Radio City Music Hall” ( 1932 yılı) 5900 koltuk kapasitesi ile Amerika’nın en büyük gösteri merkezi.

Brodway biletlerini gösterinin yapılacağı tiyatro gişesinden ya da web üzerinde “ticketmaster” ‘dan alabilirsiniz. Ortalama bilet fiyatları; orkestraya yakın olan koltuklar için 300$ ile arkalara doğru 70 $ arasında değişmektedir.

Ancak TKTS denilen kuruluş, vakfa yardım amacı ile gösteri biletlerini az sayıda şanslı izleyiciye % 50 daha ucuza  satmaktadır. Bu indirimli biletleri almak için yapmanız gereken;  en geç saat 11:00 ‘de

( öğlen seansı gösterileri için ) ya da 15:00 ‘de ( akşam seansındaki gösteriler için ) TKTS gişesi önünde sıraya girmektir.

Ben de akşam seansına bilet almak için  Times Square meydanındaki TKTS gişesi önünde sıraya giriyorum.

Şanslıyım ki “Spiderman : The turn off the Dark” için biletimi % 40 ucuza ve ön sıralardan satın alıyorum.

Brodway tarihinin gelmiş geçmiş en pahalı yapımı olan  Spiderman : The Turn off the Dark ‘ın bütçesi 2011 yılı Nisan ayında yapılan iyileştirmeler ile birlikte  75 milyon doları aşmış.

Müziklerini U2 gurubundan Bono ve Edge’in yaptığı gösteri Brodway tarihinde bir hafta içinde en yüksek gişe geliri getiren oyun olarak da anılmaktadır.

Saat 19:30’da başlayacak gösteri için tiyatroya giriyorum. Kıyafet ile ilgili herhangi bir uyarı yok ancak Ağustos ayı olduğundan klimalar sürekli çalışıyor ve  salon oldukça soğuk. Yanıma uzun kollu bir hırka almadığım için çok pişman oluyorum.

Tiyatro salonu yaklaşık 2000 kişilik bir kapasiteye sahip. Alt salon ile tavan arasındaki mesafe oldukça fazla. Öyle ki; Spiderman ve Osborne seyircilerin üzerinde rahatlıkla uçabiliyorlar.

Sahne dekorları son derece zeki tasarlanmış. Asansörler ve  vinçler yardımı ile dekor hızla değişiyor.

Böylesine bir sahne performansını Türkiye’de izleme şansım olmadığından kültürel vizyonumun sıçrama yaptığını düşünüyor ve her notası U2 kokan gösterinin sonunda tiyatrodan keyif ile ayrılıyorum.

Gezimin bu bölümüne ait olan fotoğrafları  http://www.erhanuysal.com/ERHAN/id9.htm adresinden izleyebilirsiniz.

 
Toplam blog
: 62
: 2308
Kayıt tarihi
: 10.12.09
 
 

Üniversite yıllarında başladığım fotoğraf sanatını iş hayatına atıldığım dönemde geliştirdim. Bir..